31 Aralık 2014 Çarşamba

Hoşgeldin 5 Rakamı



 Hep merak etmişimdir, yeni yıl geliyor diye insanlar niye bu kadar heyecanlı. Yarın olacak diye, bir rakam değişecek diye neden bir sürü plan yapıyorlar, niye bir sürü anlam yükleniyor bugüne. Halbuki aynı bokun farklı rakamlısı.
 Sosyal medyada hashtagler havada uçuşuyor. Snapler, twitler, resimler... Kimisi evde tek başına, kimisi barda, kimisi ailesiyle... İşin kötüsü, evde tek başına olan triplere giriyor diğerlerini görünce. Zaten tripliyse de daha fazla tripleniyor "tek başımayım" diye, sırf bu yeni yıl zımbırtısı yüzünden.
 İnsanlar çok umutlu. Sene boyunca dilemedikleri dilekleri, etmedikleri duaları bugün ediyorlar. İlgincime gidiyor bu durum. Saçma geliyor biraz da. Deli gibi içki içiyorlar, sanki bütün seneyi unutmak ister gibi. Alkol bütün anıları silecekmiş gibi. Sabah uyandıklarında kafaları patlarcasına ağrımayacakmış gibi. Ayılmak için 3-4 bardak kahve içmeyeceklermiş gibi. Ne kadar ilginç değil mi, bilerek kendini bilinçsizleştiriyorsun, sonra tekrar bilinçleştirmek için efor sarfediyorsun.
 Seneye nasıl girersen öyle devam eder durumu var bir de. En saçması da o durum. Ne yani, şu an aklımdasın diye bütün sene aklımda mı olacaksın? Şu an seviyorum diye bütün sene seni mi seveceğim? Gözümden bir damla göz yaşı aksa bütün sene ağlayarak mı geçecek? Özlüyorum diye bütün sene seni mi özleyeceğim?
 Bilmiyorum.
 Hastayım.
 İçimdeki Zehir gün geçtikçe daha da zarar veriyor bana. İlaç ne bilmiyorum, nerede bilmiyorum, nasıl alınır ne yapılır, hiç bir bok bilmiyorum.
 Eğer gerçekten seneye girerken ettiğimiz dualar gerçekleşecekse, eğer gerçekten seneye nasıl girersek öyle devam edecekse, işte burada, tek başımayım. Seneye sensiz giriyorum. Bütün senenin de sensiz geçmesini diliyorum. Sağlık da diliyorum, içimdeki Zehir'den kurtulmayı, yepyeni, sağlıklı bir ben olmayı diliyorum.
 Görüyor musun, yeni yıldan sensizliği diliyorum.
 O kadar hastayım.

Yeni Ömür Mesajı

Aynı güneş doğacak üzerimize, aynı gök kubbenin altında soluklanacağız. Sadece tarih atarken mektuplarımıza sonuna dört değil de beş yazacağız. Olsun bu da bir değişikliktir sonuçta. Monoton hayatımızda büyük bir sansasyon. Ne değişecek peki, biz aynı biz, o aynı o, dünya aynı dünya… Yani tabiri caizse biz bir atın üzerindeyiz at aynı at biz aynı biz ama atın dizginleri elimizde şartların uygun olmasıyla istediğimiz tarafa süreriz dörtnala. Vesile olur bize bir rakamın değişmesi ama rakamdan bekleyemeyiz hayatımızı değiştirmesini. Gözlerimi açtığımızda yine aynı duvarları göreceğiz ama inanıyorum ki artık farklı bakabilme yetisine kavuşacağız.
Dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar, ömürler akıp gidiyor bir ırmak misali. Durduramayız belki ama sahiplenebiliriz her damlasını, şarıl şarıl akabiliriz. Bu imkân eğer ki bizim elimizdeyse -biliyorum ki elimizde- neden cılız bir ırmağı izlemekle yetinelim ki?
Şimdi bir düşünün her dakikasını acısıyla, tatlısıyla, kederiyle, tebessümüyle yaşayarak –gerçekten dolu dolu yaşayarak- mutlu bir hayatı idame ettirmek varken neden bir şeyleri bekliyoruz. Ee madem bekliyoruz işte bize bir fırsat. Bize istediğimiz biz olabilme yolunda yılda sadece bir kez elimize geçen sansasyonel bir fırsat. Silkinelim ve istediğimiz hayatı yaşamak için dörtnala koşturalım. İnanın belki gözlerimiz değişmeyebilir ama bakışlarımız değişecek, er ya da geç… Neden er olmasın?
Gözlerimizin mutluluktan yahut kederden sulandığı, ağlamaktan korkmadığımız, sevmekten korkmadığımız, nefretten korkmadığımız, dizginleri sahiplendiğimiz, kendimiz olabildiğimiz, “her anı yaşayabildiğimiz”, başımızı koyacağımız omuzların sırtımızı güvenle dönebileceğimiz insanlarla birlikte var olduğu bir yıla bir ömre başlayabilme umuduyla... Yeni yılımız kutlu olsun, yeni hayatımız kutlu olsun.


2015'

Ben Susayım, Müzik Konuşsun

 -Yazıda bahsedeceğim müzikleri koyduğum sıraya göre linkten tıklayıp dinlerseniz, yazının gidişatı sizin açınızdan daha sürükleyici olabilir. Bunun garantisini vermiyorum tabi ki.-



 Benim şu anki ben olmamı sağlayan faktörler arasında yer alan, ve benim için çok değerli bir insan olan Keman Hocam der ki "Müzik Yaradan'ın lisanıdır.". Ne kadar güzel bir söz değil mi? Ben de bu sözün üzerine ekliyorum, "Radyoda dinlediğiniz, anlamsız, karı kız, parti, para pul vb. üzerine kurulu müzikleri müzikten saymayın, onlar kulak kirleri.Ve Müzik dediğimiz şey o kadar güçlüdür ki, insanı mutluyken mutsuz, mutsuzken mutlu yapabilir.".
 Ben mutsuz yapanı tercih ediyorum genelde.



"Bütün hayatlar sona erer, bütün kalpler kırılır. Değer vermek bir avantaj değildir.". Ne kadar trajikomik değil mi? Olacak şeyleri bilmemize rağmen kendimizi fazla kaptırıyoruz bazı şeylere. Olacakları görmezden geliyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz mesela, yaşanan mutlu şeyler, anlar, eninde sonunda bitmeyecekmiş gibi davranıyoruz. Bittiği zaman da kahroluyoruz, dünyamız ters dönüyor, ah vah ediyoruz. Çünkü kaçınılmaz sonu görmezden geliyoruz. "Onsuz yapamam, onsuz bir hiçim, onsuz bir ölüyüm" diyoruz, Yaradan'da da bize nasıl  O'nsuz da, öyle ya da böyle, yapabileceğimizi gösteriyor. Ama bir konuda haklıyız. O'nlarsız bir ölü oluyoruz. Yürüyen ölüler. "Ölü adamlar görüyorum Doktor Bey, yaşayan kadınlar için şiir yazıyorlardı.".


 Yaşımızdan büyük laflar ettik. "Seni çok ama çok seviyorum, sensiz yapamam, sen her şeyimsin. seni asla bırakmayacağım, seni asla üzmeyeceğim..." Yaşımızdan büyük hayaller kurduk.  "Ömür boyu beraber olacağız, birbirimizi asla bırakmayacağız, evleneceğiz. Beraber Dünya turu yapacağız, Maldivlere de gideriz değil mi? Çocuğumuz erkek olursa adı "..." olsun, kız olursa da "..." olsun. Her ne olursa olsun, mutlu ve bir arada bir hayatımız olsun, en kötü günümüz böyle olsun.". Yaş kavramımı bilirsiniz belki, ilgili yazıyı okuduysanız eğer. -"Kendi Büyük Ruhu Küçüklere"-. Diyorum ki yazıda, insanın yaşını ruhu belirler bence, yaşadığı, elde ettiği tecrübeler belirler. Ruhumuz daha yeni yeni büyüyorken, kapasitemizden fazla hayaller kurduk, yaşımızdan büyük laflar ettik. Ruhumuz kaldıramadı bu kadar sorumluluğu. Bir yerde kayışımız koptu, ruhumuz patladı, "Paramparça" olduk. Parçalarımız etrafa saçıldı, hayallerimiz, anılarımız, farklı farklı yerlere dağıldı. Pes etmedik, hepsini teker teker bulup yine bir araya getirdik. Sonra yine ruhumuz patladı, sonra topladık, yine patladı, yine topladık... Ta ki parçalar un ufak olana kadar, toplanamaz hale gelene kadar. Ve geriye dönüp baktığımızda anladık ki "Geride kalan şey sadece o un ufak olan Parçalar.".


 Parçaları her toparlamayı denediğimizde tekrar paramparça olduk. Ve bu bize inanılmaz bir enerji kaybı, inanılmaz bir yorgunluk, inanılmaz bir tükenmişlik verdi. Ama "Aşk" öyle bir şey ki, "Yok canıııım, ben öyle şey yapar mıyım", "Bir daha kesinlikle aynı şeyin olmasına izin vermeyeceğim, bir daha olmayacak" dediğiniz şeyleri size yaptırır, olmayacak şeyleri de tekrar oldurtur, hiç takatiniz kalmasa bile. Eninde sonunda bu olanların size ne kadar zarar verdiğini ve zarar vermeye devam ettiğini anlarsınız. Ne kadar tükendiğinizi anlarsınız. Yine seversiniz, yine özlersiniz, yine O'nun sesini bir saniye duyabilmek için çoğu şeyden vazgeçersiniz. Bazen O'nsuzluktan nefes alamaz hale gelirsiniz. Ama o kadar tükenmişsinizdir ki, "Ne yaparsan yap, bir daha benim için dönme." dersiniz. 


 Yalnızlığı sırtlar çekip gidersiniz. Bu çekip gitme fiziken de olabilir; gerçekten bulunduğunuz düzeni bozup başka yerlere gidersiniz. Ruhen de olabilir; kendinizi bulunduğunuz sosyal çevreden soyutlarsınız. Çünkü O yoktur, O gitmiştir, O'nsuz yapamıyorsunuzdur. "Evi Ay'da olan, kaybolmuş bir astronot gibisinizdir. O sizin oksijen tüpünüzdür, ama oksijeniniz tükenmiştir. Nefes alamazsınız. Ve O'ndan kalanları da Ay'a gömmüşsünüzdür, daha fazla acı çekmemek için. O'nu tekrar görmek, O'nunla tekrardan konuşmak, O'nun sesini tekrardan duymak istersiniz. Ama kararınızı çoktan vermişsinizdir. Bu karar sadece sizin için değildir, O'nun içindir de. Çünkü ikinizde birbirinize çok fazla zarar vermişsinizdir, ve daha fazla zarar vermek istemiyorsunuzdur."

 Bir önceki yazıda bu müzikleri dinleyip, içimdeki "Zehri" bu müziklere yüklediğimi anlatmıştım. Yukarıdaki müzikler de daha önce Zehri akıttığım müziklerden. Ve bu müzikler benim telefonumda, "Uyku" adlı bir çalma listesinin içinde. 
 Evet, her gün,  uyurken bu müzikleri dinliyorum. Akıttığım Zehri tekrar vücuduma alıyorum. Çünkü  Zehirsiz yapamıyorum. 
 Çünkü bağımlıyım.


28 Aralık 2014 Pazar

Karabasan'ım

 5 saat önce

Aklımda yoktun. Eski bir arkadaşımla geyiğin dibine vuruyorduk. Gülüyordum, eğleniyordum. Ne sen vardın, ne senden bir işaret. Sanki hiç olmamış gibiydin, sanki hiç hayatımda bulunmamış gibiydin. Sanki hiç canımı yakmamış gibi, sanki hiç içimi parçalamamış, sanki hiç benden bir parçayı koparmamış gibiydi. Mutluydum. Belki gamzem bile gözükmüştür gülerken, o kadar mutluydum. Birbirimizi üzdüğümüz anlar gerçekleşmemiş gibi, onca sözü vermemiş gibi, onca hayali kurmamış gibi... Sanki hiç "Git" dememişsin gibi. Bitmesi bir yana, hiç başlamamış gibi, 30 Ağustos gerçekleşmemiş gibi, 20 Haziran gerçekleşmemiş gibi...

3 saat önce

 Her şey tıkırında ilerlerken, her şey güzelken, geyik, kahkahalar, gırgır havada uçuşurken, aklıma geldin. Sanki beynimde bir mekanizma var, bir sayaç. Gülme, eğlenme seviyem belirli bir seviyeye ulaştığı zaman, sayaç beynimin bir köşesine bir sinyal yolluyor. Sinyalin yollandığı yerde Sen varsın. Sinyal sana ulaştığında her şeyimle aklıma geliyorsun. Bütün olanları da yanında getiriyorsun.
 Kalp atışlarım hızlandı, göğüs kafesimle midem arasındaki boşluk ağrımaya başladı. Nefes alırken zorlanmaya başladım, sık sık derin nefes vermeye başladım.
 Midemde uçuşan kelebekler vardı ya hani, önce hepsinin kanatları erimeye başladı. Aklıma her geldiğinde onların uçma isteklerini hissettim içimde. Ardından bazılarını kaybettik. Sonra da hepsini. Zaman geçtikçe cesetleri kokmaya başladı midemde. Aklıma her geldiğinde ceset kokusu yayılıyor bütün vücuduma. Hücrelerim nefes alamıyor, bütün vücudum sızlıyor, acı çekiyor. Yine öyle oldu.
 Hayatta olduğunu öğrendiğim bütün ücralara baktım. Ardından seni imgelediğim müzikleri dinledim sırayla. Kesmedi hiç biri. Başka müzikler keşfetmeli, onlara da seni yüklemeli, onları da seninle zehirlemeliydim.
 Sonra buldum bir tane. Bir kere dinledim, iki kere dinledim, üç kere, dört kere... O kadar çok dinledim ki... Her bir dinleyişimde başka bir anıyı, başka bir acıyı. başka bir hüznü, başka bir göz yaşını, başka bir isyanı yükledim. Böylece içimdeki seni atıyormuşum gibi hissediyordum, içimdeki seni başka yerlere, müziklere bırakıyormuş gibi. Yetmedi. Telefonuma indirdim ve durmadan çalmasını sağlayan işarete dokundum. Sonra kendimi yatağa attım ve gözlerimi kapattım. Uyumam lazımdı. Uyumazsam gün bitmeyecekti, sabah olmayacaktı, zaman geçmeyecekti, durma noktasına gelecekti, arafta; Sende kalacaktım yine. İstemiyordum, Sen'likte sıkışıp kalmak istemiyordum. Orada yaşlanmak, saçlarımın beyazladığını, yüzümün kırıştığını görmek istemiyordum.  Vücudum yaşlanmış olsa bile hala aklımda, gözeneklerimde, gözlerimde kalan son gözyaşında yaşamını sürdürdüğünü görmek istemiyordum. Kendimi uyumaya zorladım. Gözlerimi sıkı sıkı kapattım, sanki hiç açılmayacakmış gibi bir daha.
 Vücudum kaldıramadı bu kadar yüklenmeyi, kendini kapattı dış aleme; kendisini uykunun kollarına bıraktı. Uyumayı seviyorum, çünkü uyuyorken her şeyi unutuyorum; bütün dertlerimi, beni mutsuz eden her şeyi, seni...

1 saat önce

 -Bir saat önce demem tahmini tabi ki, bahsetmek istediğim zaman uykumda O'nu gördüğüm an aslında.- Vücudum kendini uykuya bıraktığı zaman büyük ihtimalle "Tamam," demiştir, "Tamam, O artık yok. Üzülme.". Uyku, tek kaçış yolum Dünya'dan, bile yüz üstü bıraktı beni. İşte, oradaydın, karşımda. Yine bana bakıyordun, yeşil gözlerin yine bana bakıyordu. "Mutluydum. Belki gamzem bile gözükmüştür gülerken, o kadar mutluydum. Birbirimizi üzdüğümüz anlar gerçekleşmemiş gibi, onca sözü vermemiş gibi, onca hayali kurmamış gibi... Sanki hiç "Git" dememişsin gibi. Bitmesi bir yana, hiç başlamamış gibi, 30 Ağustos gerçekleşmemiş gibi, 20 Haziran gerçekleşmemiş gibi... ".

 Uyandım

 Eskiden seni gördüğüm zaman "Rüya gördüm." derdim. Yine aynısını dedim uyandığım zaman. Sonra uyandığım zaman bıraktığın etkiyi hissedince, gördüklerimin rüya değil de "Kabus" olduğunu, Senin de benim Karabasan'ım olduğunu anladım.
 En mutlu anlarımı, en renkli anlarımı basan ve her şeyi siyaha sürükleyen bir Karabasan.

23 Aralık 2014 Salı

Selam, Ben Mutsuzluk

İlgili yazılar : Selam, Ben Mutluluk
                      Aşk'ı Arayanlara
                      Selam, Ben Gelecek
  En ummadığınız anda, bir kramp misali içinize oturan, sizi, sizden önceki ve siz olduğunuzu reddettiğiniz, ama normalde sizliğinizin en saf hali olan sizlerle yüzleştiren mutsuzluk.
 İyi olmadığınız halde sizi "İyiyim" demeye zorlayan, "Neyin var? Ne bu surat?" diye soran arkadaşlarınıza "Bir şeyim yok" dedirten, akşam yemeğinde anlamsızca çatalı tabağın bir orasına, bir burasına götürten, "Bir iki lokma bir şey ye yavrum" diyen Annenize "İştahım yok anne" dedirten, size derbeder, karamsar, Aşk acısı temalı müzikler dinleten, kulağınızda karamsar müziklerle başınızı otobüsün camına yaslatan, size hayatı siyah beyaz görüyormuş gibi hissettiren, sabahlara kadar sizi uyutmayıp, gözünüze bir damla bile uyku sokmayan Mutsuzluk.
 Benden izinsiz aldığınız göz yaşlarımı kuruyana kadar döktünüz gözlerinizden; yatağanızda uzanırken, sevdiğinizi hatırlatan bir müziği dinlerken, duş alma bahanesiyle girdiğiniz duşa kabinde yere çökmüşken, gecenin bir yarısı bankta otururken, otobüste camdan dışarıyı izlerken...
 Utandınız göz yaşlarımdan! Başınızı yastığa gömdünüz kimsecikler duymasın diye hıçkırıklarınızı, kimsecikler duymasın diye duşa girip suyun sesiyle bastırdınız yakarışlarınızı, otobüsteyken dışarıyı izliyormuş gibi yaptınız insanlar görmesin diye göz yaşlarınızı, "karanlıkta göz yaşlarım gözükmez" diyip gece banklara oturup ağladınız, ağlamaktan şişen, kızaran gözlerinizi kimsecikler görmesin diye başınız eğik yürüdünüz bütün gün...
 Kimileriniz dökülen göz yaşlarından sonra inanılmaz bir rahatlama hissettiniz, ama bana bir teşekkür bile etmediniz. Yine görmezden geldiniz beni, yine kabullenmediniz, yine mutluymuş gibi davranmaya devam ettiniz. Neden? Neden hayatınızın en derinlerine yerleşmiş, kök salmış biri olduğumu bile bile yokmuşum gibi davrandınız? Neden utandınız beni dile getirmekten? Yalan söylemekten, kendinizi kandırmaktan bıkmadınız mı? Neden çekindiniz kendinizi benim kollarıma bırakmaktan? Neden Mutluluk'a giden yolun benden geçtiğine inanmadınız?
 İnanın, güvenin bana. Bırakın kendinizi benim kollarıma. "Kötüyüm ulan!" diyin insanlara, "Mutsuzum!" diyin. "Neden?" diyenlere "Çünkü yıllarca yalan söyledim!" diyin.
 Utanmayın, ağlayın özgürce, göz yaşlarınızı insanların gözüne sokarcasına ağlayın. Bağıra bağıra söyleyin karamsar müziklerinizi, başınızı yastığa gömmeyin, hıçkırıklarınızı suyun sesiyle bastırmayın, herkes duysun, herkes görsün, herkes kabullensin beni.
 Güvenin bana, tutun elimden, beraber inelim karanlığa. Beraber görelim Dünya'nın pisliklerini, beraber farkına varalım gerçeğin neler olduğunu, beraber ayıklayalım Mutsuzluk'u Mutluluk'tan. Karanlık nedir bilmeden Işık'ın anlamını bilemeyeciğinizi kabullenin. Beraber yürüyelim Karanlık'ın içinde, beraber tanımlayalım, beraber öğrenelim Karanlık'ı. Beraber hissedelim Mutluluk' a ulaşma Umut'unu, beraber yürüyelim yolun sonundaki Işık'a.
 Korkmayın, hep tutmayacağım sizi. Işığa ulaştığımızda  hep ulaşmak istediğiniz, hayatınızı verdiğniz, "Neredesin ulan!" diye feryat figan ettiğiniz, uğruna beni tanımazdan, görmezden geldiğiniz, bana nankörlük ettiğiniz Mutluluk'un kollarına bırakacağım sizi.
 Tek bir isteğim var sizden, beni unutmayın, insanlara beni anlatın. Arada ziyaretime gelin, size göz yaşları ısmarlıyayım.
 Neyseniz  o olmanız dileğiyle,
 Mutsuzluk.

22 Aralık 2014 Pazartesi

Hoş Geldin supurgelifeminist!


 Bugün saat gece 12 küsürde anormal bir uyku bastı beni ve ertesi gün öğlen 2 de uyanma hevesiyle yattım. Gel gör ki gecenin 2 sinde bir anda kendimi zank diye ayakta buldum. Uyumak için baya direttim ama yine de başarılı olamadım. Ama her işte bir hayır vardır tabi ki.
 Ardından yakın zamanda keşfettiğim ve adnı vrmq istmdqm .s bir sitede takılırken, geyik muhabbeti esnasında sitede yazar birinin olduğunu keşfettim. Bizim de kapımız, içinde yazma aşkı bulunan herkese açık olduğundan dolayı, bir iki yazı paslaştıktan sonra supurgelifeminist'i blogumuza davet ettim. Kendileri de bizi kırmayarak Var Mıyım Yok Muyum Ailesi'nin bir bireyi oldular. Tekrardan aramıza hoş geldin supurgelifeminist!
 supurgelifeminist şu an "21 Mart" adında bir kitap yazmakta ve bu kitabı https://www.wattpad.com/  adlı site üzerinden "sudeakhan" kullanıcı adıyla bölüm bölüm yayınlamaktadır. Siteye çok hızlı ve kolay bir şekilde üye olabilirsiniz, dilerseniz Google Play Store ve Apple Store'dan sitenin mobil uygulamalasını indirip supurgelifeminist'in kitabını oradan takip edebilirsiniz.
 Dediğimiz gibi kitabın adı "21 Mart". 21 Mart Çoğrafya'da Bahar Mevsimi'nin başlangıcıdır. (Ben bunu çakmamıştım kendileri söylediler ve cahil diyerekten beni ezdiler.ss) Hikayede bir adamı bekleyerek geçirdiği yıllara rağmen asla aşktan ümidini kesmeyen bir kız, Masal, ve Masal'ın hayatında sadece ismi ve silüeti ile var olan, Masal'ın sevdiği adam ve aslında hiç o adam olmayan bir adam, yani Engin'i anlatıyor. Masal, yaşadığı onca şeye rağmen 21 Mart'ta, yani ilkbaharın habercisi olan o günde, hayata ilk günkü gibi umutla bakabilen, hiçbir zaman gelecek baharlardan ümidini kesmeyen bir kız. Kitabın şu ana kadar yazılmış kısmına kadar okudum ve açık konuşmak gerekirse, benim şu ana kadar yayınladığım bütün yazıları döver.
 Siz değerli takipçilerimizden/okuyucularımızdan supurgelifeminist'in kitabını destekleminizi, değerli yorumlarınızla hikayeyi güzelleştirmenizi diliyoruz.
 Bir kişinin atarlı yazıları ile başlayan bu blog, daha değerli insanların katılımıyla gittikçe büyümekte. Dileriz ki daha da büyür. Başka yazılarda, başka hikayelerde, başka şiirlerde, başka atarlarda görüşmek üzere. Saygılar!

21 Aralık 2014 Pazar

.

Şimdi
Satırbaşı değil yaptığım
Yeni defter, yeni kalem
Yeni kelimeler
Her şey değişecek
Yazan aynı
O da zamanla…


Çocukluğumu Özlüyorum (1)

 Amerika hayatımı inziva dönemi olarak yorumluyorum: Kendimle; düşüncelerimle, soru(+n)larımla, cevaplarımla, baş başa kaldığım bir dönem. Geçmiş kitabını elime aldım, ön sözden başladım "Baba adı Fatih Rıdvan, Ana adı Sema...", şu vakte kadar geldim. İşte buradayım, bilgisayar başında; masum uyuşturucumlayım. Beynimdeki dağınıklık kafatası sınırlarından fışkırıp odama dağılmış durumda. Solumda yatağım dağınık bir şekilde duruyor; çarşaf yatağın sonunda, yorgan başında. Yastığım yerde, yastık kılıfım yastığın yarısına kadar sıyrılmış. Baş havlumun üstüne oturuyorum, bornozum yatağın üstünde, masamın üstünde neye ait olduğu belli olmayan ambalajlar. Kulağımda yeni keşfettiğim bir Rap'çinin bütün saflığıyla hayatını sorguladığı bir müzik: "Hopsin- ILL MIND OF HOPSIN 7". Tam şu an diyor ki" I'm fucking done!". Tamamım artık diyor, yeter artık, bıktım.
 Bıktım.
 Kendimi göğe yükselttim, bütün Dünya avucumun içinde. Bir oyun hamuru gibi alıyorum Dünya'yı elime, iki elimin içine. Hücrelerimde kalan son gücümle sıkıyorum Dünya'yı avuçlarımla, bir tepsi haline gelene kadar. Hepinizin karakterleri tablo haline geliyor önüme. Kardeşim diyebileceğim kişinin izlettiği videodaki gibi, hepiniz bir yönde ilerliyorsunuz. Çoğunuzun sırtına bir ip bağlı, sizlerden yükselen ipler tek elde birleşiyor, elin adı da Düzen.
 Çoğunuz Düzen'i tanımazsınız. Düşündüm ki hayatlarınızı yönlendiren bu kişiyi tanımanız gerekiyor.
 "Bu benim kararım! Bu kararı özgürce verdim! Ben bu olmayı seçtim!" derken hepinizi yönlendiren kişi Düzen.
 İsimlerimizin başına içinde "cı/ci/cu/cü" ekleri bulunan sıfatlar getiren kişi Düzen.
 Sosyal Medya hesaplarınızda isminizin sonuna parantez içinde yazdığınız şeyleri size yazdıran şey Düzen.
 Birinin sana bir "Hi!" bile dememesinden dolayı seni ağlatan şey Düzen. Varlığından haberi bile olmayan, daha da üzücüsü, seni siklemeyen bir kişi uğruna seni ağlatıp, şekilden şekile sokturan şey Düzen. Bütün mahremiyetini internette yayınlaman için seni teşvik eden şey Düzen. Ve bunu yaparken karşılığında arkandan konuşacak bir kitle, bir kaç takipçi ve beğeni vaad eden şey Düzen.
 "Bu makamlara gelmezsem beni kimse dinlemez" dedirten şey Düzen. Senin temizlemekten aciz olduğun bokunu arkandan temizleyen Tuvalet Temizlikçisi'ni, her gün evinin önüne bıraktığın çöpü alan ve O'nun sayesinde pislik içinde ölmekten kurtulduğun Çöpçüyü sana küçük gösteren şey Düzen.
 Ayağına aldığın "Craze" ayakkabıdan, bacaklarına geçirdiğin pantolona; başına giydiğin "Obey" şapkadan, götünü örttüğün dona, kulağına taktığın "Beats" kulaklıktan, içinde çalan müziğe, saç şeklinden, konuşma şekline kadar, seni baştan aşağı değiştiren şey Düzen.
 Sana, Baba'nın sabahtan akşama kadar alnının teriyle kazandığı parayı arsız kızlara yedirten, ardından o kızlarla çektiğin profil fotoğraflarını fiyakan olsun diye internete yükleten, açıklamasına da "For" yazıp yanına da başka kızın adını yazdıran şey Düzen. Çünkü bir kaç kız arasında "Baby, baby" diye çığıran bir çocuğu izletirken öğretti sana bunu Düzen; ne kadar kız varsa etrafında, o kadar kuğulsun.
 O kızlarla karşılık olarak ne kadar "orospu" olduğunuza dair yaptığınız şeyleri size yaptıran şey Düzen. Çünkü sizler için namus denen, ar denen şey sadece bacak arasında. Erkek'e, herhangi bir "zar"ı  olmadığından dolayı istediği boku yiyebileceğini, Kız'a da vücudundaki tek "zar"ın bacakları arasında olduğunu ve "namus=zar" eşitliğini söyleyen, bundan dolayı Kız'a bacak arasına Erkek'in "erkekliğini(!)" sokmak harici her şeyi yapabileceğini söyleyen şey Düzen. Namusunuzu belirleyen "zar"ın bacak arasında değil de beyninizde olduğu gerçeğini sizden saklayan ve bunu farketmenizi engelleyen şey Düzen. "Hepinizin beynini sikip namus zarınızı patlatan" şey Düzen.
 "Kuğul" olduğundan dolayı girip çıktığın bok yuvalarını hissedip seni arayan Anne'ne "Ya anne niye arıyorsun dakika başı, çocuk değilim ben artık ya!" diye bağırtan şey Düzen. Bunu dedin çünkü arkadaşlarının  Anneleri arkadaşlarını aramıyordu. Çünkü arkadaşların evdeyken Annelerine aynı cümleyi kurdular, bağırarak. Çünkü belirli bir yaşa geldikten sonra Aile bir yüktü, çünkü belirli bir yaşa geldikten sonra Aile bağları kopmalıydı, çünkü Düzen size böyle gösterdi.
 Hayal kurma özelliğini beyninizden çekip alan şey Düzen. Hayatınıza periyodik olarak soktuğu sınavlarla, o sınavlar yüzünden öğrenmek zorunda kaldığınız binlerce "bok çuvalı" bilgiyle beyninizi meşgul eden şey Düzen. Dershane, okul ve gereksiz bilgileri ezberleme üçgeninden dolayı size hayal kuracak zamanı bırakmayan şey Düzen.
 Bazılarınız sırf Düzen'i tanıdığınız için, sırf  Düzen'in size dayattığı hayatı değil de, kendi hayallerinizin peşinden koşmayı seçtiği için toplum içerisinde "Ezik, asosyal, sıkıcı" sıfatları yediniz. Dışlandınız, farklı gözüyle bakıldınız. Kiminize "tembel", kiminize "serseri", kiminize "boş işlerle uğraşan kişi" dediler.
 Sonra hepiniz büyüdüğünüz, bunların farkına vardığınız, Düzen'le tanıştığınız güne lanet ettiniz. "Keşke hiç büyümeseydik" dediniz. "Keşke dertlerimizin bezimizdeki boktan, götümüzdeki gazdan, ve meme emmekten ibaret olduğu günlere geri dönebilsek." dediniz. "Masum bir çocuk olduğum günlere, Akşam Ezanı'ndan önce eve gelmek zorunda olduğum zamanlara dönebilsem keşke" dediniz.
 Tıpkı benim gibi.

15 Aralık 2014 Pazartesi

Nefes Alsın Yeter

Senden gelen bir "iyi geceler" olmadan, iyi geçer mi geceler? 
Senden gelen bir "Günaydın" olmadan, aydın geçer mi günlerim? 
Bir "Kendine iyi bak" dedin diye, iyi mi bakacağımı sandın kendime?
Senin gündüzün benim gecem, benim gecem senin gündüzün olmuş. 
Gül yüzün yansır diye baktığım ay bile seni göstermez olmuş.
Başka güneşlere kanmış orospu çocuğu.
Anneme seni anlattığımda "Fazla takılma, fazla bağlanma, fazla güvenme. Bir çeker gider, fevrin döner, kızlara güvenin yok olur" demişti. "Biz farklıyız anne demiştim", "evleniceğim ben onunla" demiştim.
Annem yine haklı çıktı.
Arkadaşlarım imrenerek bahsederdi lan. Nazar değmesin derdi. Elini tutmadım lan 4 yılda elini tutmadım o kadar masumduk.
"Olur da" demiştim, "Olur da ölüm ayırır bizi. Bir gün başkasına yar olursun, o yar sana sorar bu eller başkasının ellerine değdi mi diye, yüzün kızarmasın".
Kendimi bloga vurdum sonra. Yazı yazmaya başladım, insan rahatlıyor yazmakla he. 
 Şimdi otobüse metroya bindiğimde ya da dışarıda bir ortama girdiğimde, gözüme bir kız iliştiğinde hep yanında onu görüyorum. Kızın yanında O'nun silüeti beliriyor, her kızı onunla karşılaştırıyorum.
Bir kız merhaba dese, iki muhabbet etsek, kendimi ihanet etmiş gibi hissedip kıza onu anlatıyorum.
Kendi kendime diyorum "geri zekalı daha 18 yaşındasın neyden bahsediyosun sen." Ama şu an geleceğime şöyle bir bakayım diyorum, sanki bir daha sevemeyecekmişim gibi geliyor kimseyi.
Kurulan onca hayaller, yaşanan onca güzel an... Hepsi beynimi kemiriyor genşler.
 Hep bir erkek orospusu olmak istemişimdir ondan dolayı. Çorap değişir gibi kız değişen, her gün başkasıyla yatıp kalkan. Kafaları rahat duruyor uzaktan, sevmek sevilmek umurlarında değil gibi, hiç aşk acısı yaşamıyorlarmış gibi. Sonra bir erkek orospusu tanıdım, meğersem onun da bir terk edeni varmış. Ona olan sinirindenmiş bütün orospulukları. Kalsın dedim, böylesi daha iyi.
 Şu sürecimde hep "Erkek adam ağlar mı lan?! Erkek adam böyle şeyler yazar mı?, Bu ne lan karı gibi duygusal şeyler yazıyorsun" diyen insanlar tanıdım. Her biri kendini kandıran, duygularını bastıran, yalan yanlış "iyiyim yea" diyen insanlar.
Erkek adam ağlar, hem de öyle bir ağlar ki, ağlarsa tam ağlar. Kafasını yastığa gömerek ağlar kimsecikler duymasın diye. Gözleri ağlamaktan şişer, hiç bir şey göremez, kıpkırmızı olur. Duşa girer, suyun altında ağlar, dışarı çıkar gecenin bir saati, götü dona dona ağlar. Ağlarsa erkek adam ağlar, gerisi yalan ağlar
Öyle genşler işte yea. Kafam çok dolmuştu, iki kusayım dedim. Şimdi last seenine baktım buranın saatiyle 11:57, oranın saatiyle gece 3:57. Yani hala nefes alıyor. 
 Ne demişler "Nefes alsın yeter".

12 Aralık 2014 Cuma

"Aynada Bir Ben"

Uyanmıştım fakat gözlerimi açmak gelmiyordu içimden. Gördüklerimin gerçek olması için nelerimi vermezdim ki? Zannımca saat yediye gelmek üzereydi, birazdan çalardı telefonun alarmı. Doğruldum, hala gözlerim kapalı. Yatağımın yanındaki şifonyeri elimle yoklayıp telefonu buldum. Gözlerimi hafifçe araladım, güneşin engin ışıkları perdenin arasından sızarak günaydın demeye çalışırken benim onlara aldırış etmemem ayıp olurdu. Alarmı kapadıktan sonra camı açtım. Ah o toprak kokusu yok mu? Yine bir yağmur sabahında yine o koku bürümüştü her tarafı. Zayıf olduğumdan olsa gerek çabucak üşüdüm daha keyfini çıkaramadan yağmur sabahının. Kapadım camı gördüğüm rüyayı düşünmeye başladım. Ben hatırlamaya çalıştıkça daha çok unutuyordum sanki. Düşünmemeliydim daha fazla unutmamak için. Seri hareketlerle hazırlandım yine en güzel kıyafetlerimi giyip en güzel şapkamı taktım. Sık sık saate bakıyordum. Geç kalmamalıydım, hiç geç kalmamıştım.
Saat sekizi on beş geçiyordu, yine tam vaktinde oturmuştum yerime. Bir elimde yıllardır değişmeyen gazetem öbür elimdeyse her zaman aynı büfeden aldığım dumanları üstünde tüten, demini almamış, çiğ kokusuyla çayım... Yıllar bana mı ayak uyduruyor bunca insanı değiştirirken yoksa onlar da mı unuttu beni, bilmiyordum. Düşüncelerimi kilim altı edip gazetemi açtım. Sonra ceketimin iç cebinden yılların eskitemediği siyah, yuvarlak çerçeveli gözlüğümü çıkardım. Gözlük deyip geçmeyin gözlerimle birlikte ne çok ana şahit oldu onlar, o sebepten olacak bende ayrı bir yeri var. Satırları birer birer devirmeye başladım gözlerimle. Bir yandan okuyor bir yandan etrafı izliyorum. Gazeteyi eskittikten sonra yanında verdiği hediye çarptı gözüme. Hayret dedim içimden hiç görmemiştim bu gazetenin yanında hediye verdiğini.

11 Aralık 2014 Perşembe

Ğ

 Derbeder derbeder takılırken, aklıma derbeder bir soru geldi yine. "Her bir harfe bir karakter ya da sıfat yüklemek istesek..." dedim, "En derbeder harf hangisi olur?".
 A'yı en kibirli seçtim mesela. Alfabenin ilk harfi çünkü, birinci harf. O'yu en şişkosu seçtim. I yı sıska ve aptal, İ yi sıska ama kafası basan seçtim. "." da kafası oldu yani anlayacağınız. "D" yi bira göbekli biri gibi hayal ettim, "S"de tripli bir kız olsun dedim. En yakışıklısını da "M" seçtim, neden bilmiyorum. Böyle saçmaladım saçmaladım, sonra dedim ki en derbeder kim olsun? Sonra en derbederi de "Ğ" seçtim.
 En derbederi Ğ olmasın da kim olsun ki zaten. Hiç "Ğ" ile başlayan kelime gördünüz mü hayatınızda? Görmediniz tabi, çünkü "Ğ"yi hor görmüşler hep. Dışlamışlar, "Senden bir kelimeye baş  harf olmaz" demişler. Bir çok kelimeye, bir çok eke gelmiş "Ğ", kelimelerinizin telaffuzunu güzelleştirmiş, içinde bulunduğu eklerle ona anlam katmış, ama birimiz de onu bir kelimenin başı olma şerefini nail görmemişiz... Ayıp lan bize.
 Sonra ne yapsam beğenirsiniz? Benzetme yaptım. Dedim ki "Her insanın hayatı bir kelime olsa, o kelimedeki her bir harf de bir insan olsa...". 
 Ğ, insanların hayatına girip, onları mutlu eden, gülümseten, yoluna ışık olan, dertlerine derman olan, yüzündeki gülücük olan, gözündeki yaş olan, iyi günde kötü günde hayatına girdiği insanların hep yanında olmaya çalışan, ama eninde sonunda yine yalnızlığa terk edilen insan olarak hayal ettim. Kişilerin hayatlarına anlam katsa da, kolaylık sağlasa da, hiç bir kimse tarafından hayatının "baş tacı" yapılmayan bir insan olarak hayal ettim. 
 En son da kendime bağladım, "Ben senin hayatında bir "Ğ" idim. Mastar halinde bir kelimeyken, senin sonuna gelip hayatını değiştirdim; kolaylaştırdım, okunası yaptım, anlaşılası yaptım, cümleye eklenesi yaptım. Seni başka kelimelerle bir araya getirdim, başka hayatlarla tanıştırdım. Elimden geldiğince sana yardım etmeye, derdine derman olmaya, iyi günde, kötü günde yanında olmaya çalıştım. Ama ne olursa olsun "baş tacın", "ilk harfin" olamadım.
 Çünkü ben bir Ğ idim".

Nen Var Elinde?


"Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım."  Archimedes


Hakikat hangi yolla karşına çıksaydı ona hakettiği muameleyi yapardın? O devamlı arayıp durduğun muamma kimin eliyle gelseydi yeteri ciddiyetle kucaklardın onu?

Bir sarhoşun sayıklamalarında gelse, kabul edebilir miydin onu ?

Kutsal bir metin olarak gelse?

Ya da babanın bir ikazı olarak?

Biri çıksa karşına ve dese: "İşte hakikat bu!" Ve söyleyiverse, gösteriverse sana... Hangisi mümkün 
ise... Kabul edebilir miydin? Ne kadar ciddiye alabilirdin onu?

Bilimsel bir argüman olarak gelse ne derdin ya da?

Bir ömür kovalayıp yakalamadıkça ona hakikat demez miydin yoksa?

Herkese saklanan o hakikat incisinin midyesi de sen olsan, göremez miydin yani hakikati? Hep yakınsan, onunla büyümüş, onu sen büyütmüşsen ya? Hissedemez miydin yani?

Hakikati bulmak seni de korkutmuyor mu ey talib?

Düco gibi seslenicem sana ben de "Ey Talib"! Talebinden başka elinde hiçbir şeyi olmayan kişi!

Endişelenmiyor musun sen de ben gibi?

Varmaktan... Bitmesinden yolun...




  

9 Aralık 2014 Salı

Mağlup

Gözlerindeydi gözlerim
Eskiden
Daha ayrılık
Yenik düşmüş kalbine
Yeni düşmüş
Aciz bir ceninken

Gözlerindeydi gözlerim
Gözlerin aynalı yollarda
Ölüm gibi zamansız
Hakikat gibi amansız
Bir çocuk olup arsız
Arsızca giderken


Gözlerindeydi gözlerim
Gözlerindeydim
Eskiden
Biz ki defin bekleyen
Birer ölümsüz
Cesetken

Ali'

7 Aralık 2014 Pazar

Masum Mahkum

Evvelinde masumduk,
Mahkûmiyet masumiyetten sonra…
Ana sütünden mahrum
Kımızla serpilen bir çocuk
Çocuk kadar suçsuz
Onun kadar asi
Asaletimiz haşin 
O kadar da mütebessim
Tebessüme pencere
Dudaklarımız 
Dudaklarımız kan beyaz
Laflara gebe dudaklarımız.
Laflarımız boz bir kısrak 
Kirli yağız tayına hasret
Yolunu izden edinmiş
Bahtı da yolu da
Rengi kadar ak
Laflarımız boz bir kısrak
Onun kadar asi
Çocuk kadar suçsuz
Evvelinde masumduk,
Mahkûmiyet masumiyetten sonra…


Ali'

ilk emir (son söz)

susmak bir insana ancak bu kadar yakışır
susarak bir insan ancak bu kadar anlatır

6 Aralık 2014 Cumartesi

Beni Sevmek İstediğine Emin Misin?

Beni sevmek istediğine emin misin?
 Üzerim seni, 
 Ağlatırım.
 En mutlu anında mutsuzluğa gömülür benliğin,
 Sebepsizce.
 Öyle anlar olur ki, ağzından bir lokma dahi geçmez
 Anlamsızca çatalını karıştırırsın yemek tabağında
 Bir elin yanağında, 
 Aklın bende, 
 Fiziken sofrada, 
 Ruhen kayıplarda olursun.
 Seni istemeden o kadar üzerim ki,
 Kimsenin üzmediği kadar,
 Kimsenin üzemeyeceği kadar,
 Kaldıramazsın.
 Senden sıçrar üzgünlük dalgalarım,
 Başkaları da üzülür senin yüzünden.
 Arkadaşların "neyin var" diye sormaktan,
 Annen "Bir iki lokma bir şey ye" demekten,
 Yorulur.
 Kaldıramazsın geçmişimi,
 Geçmişimdekileri,
 Geçip gider dediklerimi,
 Geçiştirdiklerimi.
 Anılarım sana yük olur,
 Hayallerim altında ezilirsin.
 Uyuyamazsın sabahlara kadar,
 Dönüp durursun,
 Bir sağa,
 Bir sola. 
 Tam dalarken uykuna,
 Yüzüm gelir aklına,
 Gözlerin dolar.
 Akmasın göz yaşları diye kaparsın gözlerini, 
 Gözlerinden taşar göz yaşları,
 Durduramazsın.
 Akar gider gözyaşların,
 Hıçkırmaya başlarsın
 Korkarsın birileri duyar diye hıçkırıklarını,
 Yastığına boğarsın kendini.
 Ağlarsın,
 Sabahlara kadar ağlarsın.
 Gecen gündüzüne karışır,
 Gün kavramın yalan olur.
 Gündüzünde ben olurum,
 Gecen de.
 Unuttum,
 Bitti,
 O benim için öldü,
 Gömdüm onu dersin.
 Hortlarım akıl mezarlığından,
 Gelirim benimle gülümsediğin anılarla,
 Güzel gözlerindeki göz yaşı,
 Ağlarken duymasınlar diye ısırdığın dudağından akan kan,
 "Yeter, git artık" derken sesindeki isyan duygusu,
 Olurum.
 Benliğine yapışır hüznüm,
 Nasılsın derler,
 İyiyim dersin,
 Sahte gülücükler saçarsın etrafına,
 İçin kan ağlarken.
 Çığlıklarla ağlarsın,
 Göz yaşlarını insanların gözüne sokarcasına,
 Kimsecikler anlamaz seni,
 Kimsecikler duyamaz.
 Bir ben anlarım,
 Bir ben duyarım seni,
 Ben de olmam yanında.
 Şimdi son kez soruyorum,
 Emin misin,
 Beni sevmek istediğine emin misin?





4 Aralık 2014 Perşembe

Kustum la, bi türk gibi kustum

Kustum

Kahverengi, turuncu

Karnıbahar ve yoğurt..

Evrime inanmalı mı

Bilmeli mi yoksa

Kustum

Soğanlar..

Yüzebilen soğanlar..

Termodinamik dağınıklığıma teselli bulur mu

Yoksa bi yalan mı entropi

Kustum

Boğazımdaki acı,

Gözümdeki yaşlar..

Lotus çiçeği mi

Alak suresi mi...

Hangisi daha iyi açıklar singularity'i...



Her Bir Hayalim Ayrı Bir Göz Yaşı Oldu

 Bugün aklıma ne geldi biliyor musun? 11.sınıfta sana sunduğum bir hayalim.
 Hatırlar mısın bilmiyorum, demiştim ki, "Bilkent'te bir sistem varmış. Eğer evli bir çiftin ikisi de Bilkent'te öğrenciyse, Bilkent bu çifte burs ve ev sağlıyormuş". Bunu bana kimin söylediğini hatırlamıyorum bile, kafamda bir kaç isim var tabi ama emin değilim. Doğru mu onu bile bilmiyorum. Şu an istesem öğrenebilirim, ama istemiyorum. Kafamda doğru olarak kalsın, yalanlanmasını istemiyorum.
 Sana bunu söylediğim zaman gülmüştün.  Ve demiştin ki "Kocaya mı bakayım, okula mı gideyim Burak?". Güldüğün zaman o kadar büyük bir hayal kırıklığı hissetmiştim ki... O gün okulda bütün gün bunun hayalini kurmuştum. Heyecanlı heyecanlı Ebrar ile Faruk'a anlatmıştım. Kafamdaki hayaller ne ders dinlememe izin vermişti ne de başka bir şeye. Sadece "Düşünsene oğlum ya!" diye sayıklamıştım bütün gün. "Okul bitse de O'na anlatsam" diye düşünmekten gün geçmemişti.
 En çok özlediğim şey beraber hayal kurmamız. Malum, beraber hayal kurabileceğin insanlar bulmak zor bu devirde. Çünkü insanların hayallere saygısı yok. O gün akşam sana bunu anlatmadan önce, benim temellerini kurduğum bu hayali beraber şekillendiririz diye düşünmüştüm. Genelde bu şekilde olurdu; ikimizden biri bir hayalini söylerdi, sonra da o hayali beraber şekillendirir, o hayale vücut verir, o hayale ruh üflerdik. Üniversitede evlenme hayalime eşlik etmeni umarak sana bu hayalimi sundum. Ve bana güldün, hayalimi geçiştirdin, konuyu kapattırdın. O an anlam veremediğim bir korku hissettim. Bir şeylerden korkuyordun, sebeplendiremediğim, merak ettiğim bir şeyden.
  Belki de olacakları sezdin. Hayal kutumuza bir hayal daha katmak istemedin, çünkü biliyordun ki o kutudaki her bir hayal şu an daha fazla acı çekmemize sebep olacak. Belki o yaşta böyle bir sorumluluk almaktan korkuyordun. Saygı duyarım. Ama düşünebiliyor musun, ben her şeyi göze aldım ve o hayali kucaklayıp senin karşına getirdim. Mümkün olduğunca en kısa sürede sana olan sevgimi herkes duysun, görsün istedim. İstediğim zaman elini tutmak, sana sarılıp saatlerce ağlamak istedim. "Bir hayaldi, gerçek oldu" demek istedim.
 Ama "Her bir hayalim ayrı bir göz yaşı oldu".

28 Kasım 2014 Cuma

Şaşı Bak Şaşır

Gül bülbüle güzel, bülbül güle
O vakit ne hacet söze

Bir zamanların efsaneleridir onlar dersek yalan olmaz. Dergileri aldığımız zaman onları bulabilmek için her şeyden önce dergilerin son sayfasını açtığımız çok olmuştur. Onları görebilme pahasına az mı baş ağrısı çektik. Gözlerimizi şaşı yaparken öyle kalacak korkusunu az mı yaşadık? Şimdi yoklar öyle pek piyasada. Şaşı bak şaşır deyince ilk akla gelen bunlardı tabi ama bahsedeceğim asıl konu bu değil.

Çok meşhur bir söz vardır hani. Atasözü derler ama gerçekten öyle midir tartışılır. Çok kez insanlar arasında tartışma konusu da olmuştur. Hatta bazen bazılarının başına dert bile açmıştır. Çoğumuzun bildiği ya da bildiğini sandığı bu sözü ne kadar anlayabilmişiz acaba? “Güzele bakmak sevaptır.” Hemen hemen her erkeğin -hatta kadınların bile- yaşadığı ya da yaşayabileceği bir klişe vardır. Bir bankta arkadaşınla otururken önünden güzel -ya da yakışıklı- sayılabilecek biri geçer ve sen ufukta kaybolana kadar onu süzersin en son arkadaşının ters bakışlarını fark edip kendinin o anlamsız gülüşüne şu kelimeleri eklersin: “Güzele bakmak sevaptır.” Hadi oradan derler insana, ya güzelin bir bakanı varsa? Aslolanı öyle değildir o sözün, “güzel bakmak sevaptır” be kardeşim. Güzele çirkine fark etmez sen güzel bak. “Çirkin bakmak mı olurmuş?” sorularını duyar gibiyim. Evet, nasıl ki senin için güzel insan varken çirkin insan da oluyorsa, güzel bakmak varken çirkini de vardır mutlaka. Meşhur örneklerden devam edelim o zaman. Çoğumuzun bildiği bardağın yarısı mı boş yarısı mı dolu mevzusu… Bardağın boş olduğunu iddia edenler çirkin bakıyordur gibi basit bir söylemde bulunmayacağım. Ama o örnek ile bu örnek arasındaki paralellik aşikâr.

25 Kasım 2014 Salı

Annem İçin

 Bu Annem için yazdığım ilk yazı sanırım. Tanıdığım en güçlü, en fedakar, en muhteşem insan için yazdığım ilk yazı.
 Kendisi vefasız, bencil bir evlat sahibi, ela gözlü -bence- güzel bir kadın. Annem hakkında neler yazılır bilmiyorum, haddime de değil aslında. Ama çok içimden geldi. Kendisi bencil bir evlat için yapılabilecek her şeyi yapmış bir insan. Oğluna maddi manevi her türlü desteği sağlamış bir insan. Canını dişine takmış, gerçek anlamda, yemeyip yedirmiş, içmeyip içirmiş, gezmeyip gezdirmiş... Cennetin gerçekten ayakları altında olduğu bir kadın.
 Benim bencillik ve öküzlük yapmadığım zamanlar hariç, Babam'ın ölümü sebebiyle yanımızda hiç ağlamamış biri. Cenaze günü hariç tabi. Sebebi ortada; bizi iyice üzmemek, bize mümkün olduğunca Baba eksikliğini hissettirmemek. O günden beri babalardan daha baba, annelerden daha anne oldu bize, benle kardeşime. İstediğimizi almaya çalıştı, istediğimizi yedirmeye çalıştı, istediğimizi giydirmeye çalıştı, istediğimiz yere götürmeye çalıştı... Bazen bencillik ettim, bir şeyler olmadığında. Annem elinden geleni yaptı ama olmadı, ben direttim. Bağırdım, çağırdım, yıktım, kırdım, ağladım, ağlattım... Ben bunları yapınca da olmadı tabi ki. Olmayınca olmuyor, ben de bunu anlamamak için iyice diretiyorum, iyice üzüyorum kadını.
 Kendinden çok bizim için evlendi. Evlendiği adam pamuk gibi adam ama ben öküz gibi bir insan olduğum için işleri hep yokuşa sürdüm. Kargaşa çıkardım, kavga çıkardım, adama saygısızlık ettim. Adam elinden gelenden daha fazlasını yapmasına rağmen, öz evladı gibi bana değer verip bakmasına rağmen yaptım bunu. Şunları yazarken tiksiniyorum kendimden.
 Annemle ayrılmak zorunda kaldık, evlendikten sonra Eskişehir'e taşındılar çünkü. Ben Eskişehir'de kalmak istemedim. Yurtta kalmayı tercih ettim. -En az üç günde bir- yurtta kaldığım zamanlarda yurda lanet ettim. Yurt da gayet güzel aslında, ortam da çok güzeldi. Ben değer, kıymet bilmiyorum. Sorun bende. Sonra Annem bütün imkanları zorlayarak eşiyle birlikte Ankara'ya taşındı. Bunu dile getirmeseler de taşınma sebepleri açık: ben.
 Bu sefer ben ne yaptım biliyor musunuz? O kadar çaba sarfedip, işlerini güçlerini değiştirip Ankara'ya gelmelerinin sebebinin ben olduğumu bile bile ne yaptım biliyor musunuz? Amerika'ya geldim. Hiç bir şey yapmamışlar gibi, o kadar uğraşmamışlar gibi kalktım buralara geldim. Sebebi de bencilce düşüncelerim. Elimde kalma imkanı varken, orada da güzel imkanlarım varken, Annem'i hem maddi, hem manevi sıkıntılar içine sürüklemeyi tercih ettim.
 Ve işin en hayran kalınası kısmı ne biliyor musunuz? Annem hiç bir şeyden şikayetçi değil! Annem canını dişine taktığı zaman, yemeyip yedirdiği, içmeyip içirdiği, çılgınlar gibi alışveriş yapmayıp beni giydirdiği zaman daha mutlu oluyor. Hiç sıkıntı yapmıyor bunları, bazı sıkıntılara girse de hep "Olsun" diyor, "Oğlum sıkıntıya girmesin".
Bugün, ilk defa bencil bir karar vermedim. Bugün Annem'in şu ana kadar yaptığı, daha doğrusu benim farkına vardığım her şeyi göz önüne getirdim. Elimdeki imkanları karşıma sundum, bütün olasılıkları düşündüm; iyi olasılıklar, kötü olasılıklar... her şeyi. Buraya gelme amacımı düşündüm, kendi amaçlarımı düşündüm, Annem'in ve kardeşimin içinde olduğu zor durumu düşündüm. Ve Türkiye'ye dönmeye karar verdim.

20 Kasım 2014 Perşembe

11/19 19:19

 Bugün ayın 19'u, günlerden çarşamba, saat 19:19. Springfield-Chicago yolunda, Illinois Meclisi'ndeki Türk Toplantısı'ndan dönüyoruz.(Havamı da atarım). Telefonumun şarjı %10. Yani şarjımın son demlerimi sana harcıyorum. Daha önce yapmadığım şey değil gerçi. Ve evet söz vermiştim yazmayacağım senin hakkında diye. Ve verdiğim sözün ardından yine bir ders almış oldum; insan tutamayacağı sözler vermemeli.
 Ben ki yazı yazma alışkanlığını senle kazanan bir insan olarak, ne diye "Bir daha senin hakkında yazı yazmayacağım!!!" dedim bilmiyorum ki? Bir de okuyanları şahit tuttum. Peh peh peh. Saçma bir insanım diyorum inanmıyorsunuz. Belki de inanıyorsunuz, ya da bu yazıdan sonra inanacaksınız.
 Gelelim sebebi yazı-yazmamıza. Eve varmamıza 2 saat var, sebepsizce aklıma geldin, sebebim bu. Girdim whatsapp'a last seen'ine baktım ve bugün de hayatta olduğunu öğrendim.(Buradan okurların alması gereken ders: O kadar sövdüğünüz last seen, aslında güzel işlere de yarayabiliyor.) "Neden engellemiyorsun lan kızı Whatsapp'dan" sorusunun cevabı da bu. Hem kim bilir, belki sen de bakıyorsundur last seen'ime "Bu çocuk hayatta mı acaba?" diye.
 Yolu bir görsen! Upuzun bir yol, bitmek bilmiyor. Hep de dümdüz, kendi şeridinde akıp gidiyorsun. Türkiye'deki yollar gibi ekşın yok hiç; arada tek şeride geçmeler, tek şeritteyken sollamalar falan yok. Yolu aydınlatan tek şey de bizim mini vanın farları. Neden anlatıyorum bunları? Neden şarjımı bu cümlelerle tüketiyorum? Çünkü bu ıssız yollar da sana şahit oldu artık, içimdeki "Sen'e". Buralarda da andım seni. 
 Bunları yazmaya başladığım zamanın da 19:19 olması ayrı tatlı. Oyunumuzdu bu aynı sayılı zamanları birbirimize söylemek. Gerçi ben söylemezdim pek, sen daha çok söylerdin. Net hatırlamıyorum söylediğim zamanları. Hatırladığım şey, bu tür zamanlarda bana "Saat 12:12, yine seni düşünüyorum" tarzında mesajların.
 Yazımı Lattenin Köpüğü yazısına yorum yazan Adsız kardeşe selam söyleyerek bitirmek istiyorum. Haklıydın Adsız kardeş, yazmayacağız dedik ama yine lafta kaldı. Eşeklik işte ne yaparsın.

13 Kasım 2014 Perşembe

Sofustike Bir Şiir

Nedir bu beden


Yalnızca bir dal sigara mıdır istediği benden


Yoksa şu kısacık ömrüm mü, en temizinden


Ortadoksi kurtarır mı bizi Babailerden


Sarı Saltuk'suz geçilmez mi yoksa sırat köprüsünden

Damlaya damlaya aşk mı olur


Yoksa ergenliğe mi döneriz bilmem amma


Canlılık biter fransızcanın bittiği asırda


Can suyunun aktığı yerden...


10 Kasım 2014 Pazartesi

İkinci Emir

gece yarıları aklıma gelirdin
uyanıverirdim zorla daldığım uykulardan

8 Kasım 2014 Cumartesi

Lattenin Köpüğü

 Kendime söz vermiştim. Senin hakkında bir yazı daha yazmayacağım diye buraya. İçimdeki seni "Beslemeyeceğim" diye söz verdim kendime. Ama "Lattemin köpüğü kadar" karakterim olmadığı için sözümü tutamadım.
Kendime soruyorum: "Bir insan birini hem sevip hem nefret eder mi?" Sonra kendime bakıyorum ve diyorum ki: "Canlı örneksin be kazandibi."
 Demek istediğim ve kelimelere dökemediğim yüzlerce şey var. Tek bir şeyi diyebiliyorum kendime şu an, "Yoluna devam et."
Önüne bak kazandibi. Yaşın 18, önünde bir ömür var. Gerçi ne zaman göçersin belli olmaz, ama bırak be artık şu kızı be oğlum diyorum. Sal gönül kafesinden şu kızı. Yok. Hemde onca "Git" lere rağmen. Göz göre göre "Git" diyebilen bir kızda takılı kalmışım. Bir insan sevdiğine nasıl "Git" diyebilir?
 "Güvenmek yemek yemek gibi sıçacagini bile bile yersin". Kendi kendine güven tazeliyip bayatlatıyorsun. Bazı şeyleri yüz binlerce kez anlatmama rağmen anlamak istemiyorsun. Bahane arıyorsun. Sonra "Git" diyorsun. 1 kere demedin, 2 kere demedin, kaç kere dedin ben bile bilmiyorum. Denmemesi gerektiği kadar dedin ama, onu biliyorum.
Haklıymış gibi attığın twitler zaten beni benden alıyor. Karakterime laf etmeye kadar gelmiş içindeki senaryolar. Allah sabır versin, senin işin daha zor. Olmayan şeyleri oluyormuş gibi kendine inandırıp sonra da bana kin kusuyorsun. Geçmiş olsun ne diyim...
"Lattemin köpüğü kadar karakterin olsa şu an yanımda olurdun". Şu vakte kadar senin karşında gurur denen şey bende iki paralık oldu. "Aşk bu kazandibi" dedim, "Aşk'da gurur olmaz." Onlarca kez tükürdüğümü yaladım. Dayanamadım çünkü. Elinde oyuncak oldum. "Konuşmayalım dedin" "Tamam" dedim. "Git dedin" "Gittim". "Gel" dercesine imalarda bulundun geldim. Her defasında geri adım attım, yüzüme yüzüme sövmene, tükürmene rağmen. Karakter denen şey zaten burada yalan oldu bende. Çünkü ufacık karakter sahibi olsaydım "Bu sefer bitti sanırım. Onca laflardan sonra, "Git"lerden sonra geri dönmemem lazım"lardan sonra yine aynı yerde buldum kendimi. Bunu senden duyunca da iyice anlamış oldum. Gerçekten karaktersiz bir adamım. Allah karakter nasip etsin diyelim.
Bu aralar bunları düşündükten sonra kendime iki şey söylüyorum.
1.İçimde bulunduğum duygu karmaşasından nefret ediyorum.
2.Sana olan duygularımdan nefret ediyorum.
Ne kadar boktan durumlar değil mi? Bir insanı hem sevip hem nefret etmek ne kadar da enteresan. Ne boktan bir araf değil mi? Onca güzel anı hatırlayıp, anıp gülücükler saçarken hemen ardından olan kötü anları hatırlayıp yüzümü ekşitmek... Ne kadar acı verici. Ne kadar yıpratıcı.
Sana kemanla iyi ki doğdun çaldığım zamanı hatırlayınca gülücükler saçarken ardından notaları almak için konuştuğum kişiyi kastederek "git onunla konuş" diyişin aklıma geliyor ve ben yine araftayım.
Bu yazıyı görenler ve sen şahit ol ki bu senin hakkında buraya yazdığım son yazı olacak.
Sana teşekkür ediyorum. Ben seninle büyüdüm, ne olursa olsun içimde hep bir sen olacak. Bana çok şey kattın, seninle çok şey öğrendim. Seni sevsem de, senden nefret de etsem, her zaman içimde sana karşı bir saygı olacak, sana karşı bir hayranlık olacak. Belki her gördüğüm kızla seni karşılaştırmaya devam edeceğim, belki her gördüğüm kıza seni anlatmaya devam edeceğim. Ama artık yoluma devam edeceğim. Haklıydın, birbirimize zarar veriyoruz. Ve haklıydın, ikimizde olanlardan sonra birbirimizin hayatına ne kadar sıçtığımızın farkında değiliz. Neden bilmiyorum ama, denemeye her kalktığımızda daha fazla zarar veriyoruz. Ben anladım ki bana platonik aşk yakışıyor, daha tatlı. Karşılıksız, kavgasız gürültüsüz, güven sorunu yok, saatlerce aynı açıklamaları tekrar tekrar yapmak yok. Bu halimden hem şikayetçiyim hem değilim. Ama bu halimi seviyorum. Sen de önüne bak, belki de baktın tabi bilmiyorum saçma sapan burada şizofrene bağladım belki. Ama eğer sözümü son kez dinlemeye niyetliysen bu sözümü dinle "Hayatına devam et". Benim yaptığım gibi içindeki "Ben" i besleme. Benim hakkımda twitler atma. Beni etrafındaki objelere şahit etme. Benim gibi her izlediğin filmi bize yorma, her dinlediğin müziğe beni katma. Hayatına devam et. Ne demiş şair, "Hayat güzel kuşlar uçuyor". Sen de bir kuşsun, uç başka diyarlara, başka insanlara. Sana beni unutma demeyeceğim ama beni unutma, bize olanları unutma, yoluna ışık olsun hepsi. Beni ne sev, ne de nefret et artık. Beni hissetme. Karaktersizsem karaktersiz kalayım, güvensizsem güvensiz kalayım, sen önüne bak. Daha fazla kendine zarar verme.
Kim Jo Won'a selamlar.


6 Kasım 2014 Perşembe

İkinci bir emre kadar hep seni seveceğim

Bu zamana kadar neredeydin sen,
Nasıl böyle bir anda karşıma çıkıverdin?
Gözlerde yeşili pek sevmezdim esasen;
Bana yeşilin bu tonunu sen sevdirdin.
Belki evvelden karşılaşmışlığımız vardır
Metro camından birbirimize bakmışlığımız vardır
Allah bilir, aklımızda kimin şiirinden
Bir mısra dönüp duruyordu o an.
Yüzlerde gülüşü pek sevmezdim esasen;
Bana gülüşün bu yolunu sen sevdirdin.

Ayrılamadım senden, bilir misin?
Adımlarım geri geri gitti metroya yürürken
O metro hiç gelmesin istedim
Her zamankinden erken geldi, şansıma.
Metro gitti, ben gitmedim
Gözlerim merdiven başında seni aradı
Yoktun
Ben gittim, kalbim orada kaldı.

Korkuyorum, seni bir daha göremeyeceğim
Biliyorum, korkumda haklı çıkacağım
Yine de her kalemden seni soracağım
İkinci bir emre kadar hep seni seveceğim
Her gece uyumadan bir fasıl seni özleyeceğim
Sen de beni sevdin, bileceğim.

Aşık oldum ben bir ikindi
Çok değil, belki yarım saatti
Aşık oldum ya ben yine
Beşevler'de bir kahvaltı iyi gider şimdi.

30 Ekim 2014 Perşembe

Emeğe Saygı Dersleri 101

 Bu sıralar kendimi rayıma oturtma çabasındayım, arayış içindeyim bir nevi. Neyin bana gittiğini, hayatın hangi tonunun gözlerimle gittiğini bulmaya çalışıyorum. Öneririm hepinize. Daldan dala, hobiden hobiye, uğraştan uğraşa... Aslında sığ biraz ilgi alanım, denediğim her şey -genelde-  oyun ve videolar çevresinde oluyor, blog hariç.
 Twitch.tv diye bir site var, insanlar burada oyun oynarken yayın yapıyorlar, bir de üzerine gırgır şamata geyik muhabbet ekliyorlar ve oynayanla beraber izleyici de güzel vakit geçiriyor. Ben de niyetlendim bir iki yayın yapayım dedim oynadığım oyunla ilgili. Açtım yayını yaptım ayarları, paylaştım ilgili gruplarda. Bir arkadaştan rica ettim yayını paylaşır mısın diye, sağolsun kırmadı paylaştı. Ben de kendi imkanlarımla reklam yaptım falan... İzleyenlerin iki tepkisi: "Tipe bak.", "4 kişi izliyor". Tipe bir şey demeyeceğim, insan kendi kendine yakışıklı diyemez. Tipsizimdir, eyvallah. Ama 4 kişi izliyor derken? Adam şunu bekliyor, ben 1. yayını açacağım, 2. yayında da Pewdiepie ile co-op oyun oynayacağım.(Pewdiepie 30 milyon takipçiye sahip ünlü bir Youtuber)
 Adama da kızamazsın ki, anası babası bir kere zor durumda bırakmamış bebeyi, bebe ev ödevi yapmaktan başka zorluk çekmemiş, ya da hayatı artık nasılsa gök kuşakları arasında mı geçiyor ne oluyorsa, bebe emek nedir bir şey üzerine emek harcamak nasıl olur, olaylar lak diye gelişmez, sabrın sonu selamettir falan yok yani bilmiyorlar. O isteyecek, iki ağlayacak "Anneeeeeğ! Berkecan'ın da ayfon 6'sı var ben de istiyorum!" "Yavrum senin 5s'in var, daha yeni aldık." "6 istiyom ben 6, nasıl hava atıcam sonra kızlara, ortamlarda millet 6 ları masaya koyarken ben nasıl 5'i koycam anne x'(" Anne de alıyor tabi. Sonra neden emeğe saygı yok? Emek kavramını öğreten yok ki saygı olsun. 5S var onu verelim.
 Diğer nokta da saygı. Saygının tanımı:Bizim insanımızda olmayan şey. Nokta net. Bizim insanımız için emek mi harcadın, bir şeyler yapmaya mı çalışıyorsun, bir yerlere gelmeye mi çalışıyorsun, kolay gelsin o zaman. Bizim insanımızın gözünde bir yerlere gelmek istiyorsan, ya bir kaç ay öncesindeki kız gibi gözün kör ama sesin çok güzel olacak, ya da Yetenek Sizsiniz'deki Bilal gibi gözün kör olup enstürmanı güzel çalacaksın. Bizim insanımız acıtasyondan anlıyor abi. Yanlış anlaşılma olmasın ben o temiz insanların engellerine laf atmıyorum, ben insanların emekler karşısındaki saygısızlığına dikkat çekiyorum. Duygusal düşünüyoruz, çok duygusal. Adam demiyor ki " Bak bu insan zamanını harcamış, şu kadar şu kadar saat uğraşmış" falan yok yani. Matematiksel hesaplar yani mantıksal hesaplar, rakamlar falan yok. İlla kolumuzu bacağımızı keseceğiz, illa yaşlı bakım evlerindeki yeşilçam oyuncularına döneceğiz.
Cem Yılmaz diyor ya abi, bizim insanımız artist acı çeksin istiyor. Anca birilerinin sırtından geçinerek bir yerlere gelen yalakalara saygı var: Kime saygı duymamız gerektiğini bilmiyoruz abi. Adam çıkıyor diyor ki "Bana 30bin lira verin Eminem olayım." Ulan o adam bizim gecekondu mahalleleri gibi sefalet içinde olan yerden, daha da beteri karavanın içinden geldi lan. 30 bin lira versek karıya kıza yedirmekten albüm yapamazsın gelmişsin 30 bin liradan bahsediyorsun.
 Her şey para olmuş gözlerde, saygı dediğin şey para olmuş. O kadar emek, o kadar harcanan zaman kimsenin umurunda değil ki! Paran mı var? Mercedes'in Bmw'en Audi'n mi var? Profil fotoğrafında birden fazla karı kız mı var? Alem de sensin kral da sensin. Kızsan daha kolay. 60 derecelik açıyla eğil kamera karşısında, fotoğrafın altına da "Popicanlar Photography" yazdım mı tamamdır. Hepiniz aptalsınız diye video çeksen bin like'in garanti.
 Bir yerlere kendi emeğinle gelmek mi istiyorsun abi? Dişinle tırnağınla çaba mı harcıyorsun? Afedersin ama sıçtın. Çünkü ne kadar olumsuz eleştiri var seni bulur. Eleştiri mi dedim, çok pardon! Eleştiri olsa başımın üstüne, onu okur dersimi alır elimden geleni yaparım! İnsanların yaptığı direk hakaret. "Sen çekme kardeş", "Sen konuşma kardeş", "Sen yazma kardeş". E kardeş sen bir götündeki boku sil, taharet nedir, taharet musluğu nasıl kullanılır onu öğren de öyle kimin neyi bırakacağına, kimin neyi yapmayacağına karar ver.
 Sonra memleket niye bir yerlere gelmiyor.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Başka Bu Kez

Duymaya doyamadığım bir ses: sen.
Sen, yüzüğü parmağına geçirince kanuncu
Yüreğimde inceden bir inilti: sen.
İlk nota sen dudaklarımı titreten
O sabah içimde bir huzurla
Uyanmışsam nedenini bilmeden
Sonradan fark etmişsem sokağın başında
Bir akordiyon sesi huzur veren
Huzur da sen, ses de sen.
Ondandır akordiyon sesini her duyduğumda
-Ya da herhangi başka güzel bir sesi
Damarlarımda huzurun raks etmesi,
Kalbime hücum etmesi her nefeste
Ve kalbimin çaresiz, seni pompalaması
Tüm hücrelerime.
Ondandır her sabah aklıma gelmen,
Her gece yatağımın başında beni beklemen
Kalbimden müsaade alıp birkaç saatliğine.

Baksana, uzun zamandır böyle uzun süre
Kimse kaldı ne aklımda ne kalbimde
Hayalime kılıf giydirip koymuşlar karşıma
Şu sıralar, ne ilginçtir; kılıf da sen, hayal de sen!
Ne zamandır hasret kaldığım masumiyet
Sen, kirletemem seni hayallerimle;
Benim olmanı hayal edemem.
Adına şiir yazacak kadar cesur da değilim
Kafiyelerden kaçışım ondandır.

Sen 
İnanır mısın?
İlk kez gözlerinin rengi 
Umrumda olmadan sevdim birini.
Kaçtım kafiyelerden
Sadece onu istedim ilk kez
Kafiyelerle kirlenmeden.
Başkası onu okusun istemedim;
Kıskandım onu gözlerden,
Kendi yazdığım şiirlerden.
Ama yine beceremedim aşkı gizlemeyi
Yakalandım kafiyelere bir yerinde
Ellerine düşemedi aşkım, ne yazık!

Seni görmemeliyim bir daha.
Masumiyetine öyle inandım ki
Bir günahını görürüm diye ödüm kopuyor.
O günah ben olurum diye
Yaşamak -seni düşünerek- zor geliyor.

Başkalarının Hayatını Yaşayanlara

Ne pislik insanlar olduk be?! Ne egoist insanlar olduk be?! Tek düşüncemiz "adım çıksın, fame olayım, popi olayım, paylaşacağım resmi kaç kişi beğendi, durumuma su kadar yorum geldi, arkamdan şu kadar konuşuldu, bu benim eserim, Burak değil, Prof.Dr.Ebesinin.Ünvanı Burak..."
 Ya abi bir insan her gördüğü yansımada kendisine bakar mı ya?! Bu neyin egosu bu neyin artist görünme çabası?! Bir insan neden sanki herkes kendisine bakıyormuş gibi her saniye kendini düzeltme ihtiyacı hisseder!? Ne bu ego ne abi!? 
 Bi kendimi salıverip kendim olamıyorum ya. Yiyosa bi evde olduğun gibi ol. Bi tek başına nasılsan öyle ol. Bi rahat ol, sokakta olmak istediğin gibi ol! Varsın saçın düzgün olmasın, varsın ayakkabın marka olmasın, iki saniye kendini rahat bırak, beynini boşalt. Yok! 
 Bırak modayı takip etme, dinleme popüler müzikleri, twitterinda #directioner #belieber #navy #stan yazmasın!
 Soruyorum, kendime ve sizlere: Yaptıklarımızdan kaçını gerçekten ama "gerçekten" kendi iyiliğimiz, mutluluğumuz, rahatlığımız için yapıyoruz. Kaçımız götümüzü başımızı kendi mutluluğumuz, rahatlığımız için toplu düzgün tutuyoruz? Kaçımızın istediği meslekler bizim iyiliğimiz için, bizim mutluluğumuz, huzurumuz için. Kaçımız yaptığı seçimlerde makam mevki ünvan umursamaksızın mutluluğumuzu huzurumuzu düşünüyoruz?
 Kaçımız başkalarının pohpohlayacağını düşünmeyerek seçimlerimizi yapıyoruz? 
 Bu bencillik mi? Mutluluğu içimizde yaşamadan nasıl başkalarının mutluluğuna vesile olacağız? Kendi içimizde rahatlığa erişmeden nasıl başkalarını rahata eriştireceğiz? Kendimize yardım edemiyoruz başkalarına nasıl edeceğiz?! Ben bencil pislik bir insan olalım demiyorum, ben önce kendimizi sonra insanları düşünmeliyiz, yoksa ikisinide yapamayız diyorum. 




 Diyorum diyorum, ben bile yapmıyorum!

26 Ekim 2014 Pazar

Beni Şair Eden Gök

Sevgili ben,
İki dakika dur ya!
Az soluklan. 
Bak! 
Aşık olduğun şehirdesin. 
Bu gök az evvel seni şair eden değil midir? 
Evet, yanında aşık olduğun insanlar yok, 
Özlem bi hücren gibi içinde yaşamakta.
Ama yeniden sevmek için bi kalbin hala var.
Yeni gözlerde hayat bulmak için
Başka renkleri sevip onlara şiirler yazmak için
Bak, hayat maviden ibaret değil!
Kendini bulacağın başka şiirler de var.
Attila İlhan’dan sonra
Gerçekten sevip şair olan serseri çok.
Görmez misin her an yeni bir ilham
Ve kaybedecek vakit yok aslına bakarsan?
Sevmek lazım öyleyse
Sana ne gözle baktığını umursamadan
Karşındakinin her yüzünü apayrı
Sevilmeye layık olmasa da artık
Kalbin zekatını vermek lazım
Gözlere yakışır aşkı göstermek
Ama satırlar da boşuna değil ya
Şiirler de yazmak lazım
Bi şehri ona armağan etmek
Çok sevip
Önce sen, önce sen deyip
Yaşamak, yaşamak onun için
Yaşatmak onu bir aşk ile
Bir satır ile
Her nefeste
Yine
Yine