31 Aralık 2014 Çarşamba

Hoşgeldin 5 Rakamı



 Hep merak etmişimdir, yeni yıl geliyor diye insanlar niye bu kadar heyecanlı. Yarın olacak diye, bir rakam değişecek diye neden bir sürü plan yapıyorlar, niye bir sürü anlam yükleniyor bugüne. Halbuki aynı bokun farklı rakamlısı.
 Sosyal medyada hashtagler havada uçuşuyor. Snapler, twitler, resimler... Kimisi evde tek başına, kimisi barda, kimisi ailesiyle... İşin kötüsü, evde tek başına olan triplere giriyor diğerlerini görünce. Zaten tripliyse de daha fazla tripleniyor "tek başımayım" diye, sırf bu yeni yıl zımbırtısı yüzünden.
 İnsanlar çok umutlu. Sene boyunca dilemedikleri dilekleri, etmedikleri duaları bugün ediyorlar. İlgincime gidiyor bu durum. Saçma geliyor biraz da. Deli gibi içki içiyorlar, sanki bütün seneyi unutmak ister gibi. Alkol bütün anıları silecekmiş gibi. Sabah uyandıklarında kafaları patlarcasına ağrımayacakmış gibi. Ayılmak için 3-4 bardak kahve içmeyeceklermiş gibi. Ne kadar ilginç değil mi, bilerek kendini bilinçsizleştiriyorsun, sonra tekrar bilinçleştirmek için efor sarfediyorsun.
 Seneye nasıl girersen öyle devam eder durumu var bir de. En saçması da o durum. Ne yani, şu an aklımdasın diye bütün sene aklımda mı olacaksın? Şu an seviyorum diye bütün sene seni mi seveceğim? Gözümden bir damla göz yaşı aksa bütün sene ağlayarak mı geçecek? Özlüyorum diye bütün sene seni mi özleyeceğim?
 Bilmiyorum.
 Hastayım.
 İçimdeki Zehir gün geçtikçe daha da zarar veriyor bana. İlaç ne bilmiyorum, nerede bilmiyorum, nasıl alınır ne yapılır, hiç bir bok bilmiyorum.
 Eğer gerçekten seneye girerken ettiğimiz dualar gerçekleşecekse, eğer gerçekten seneye nasıl girersek öyle devam edecekse, işte burada, tek başımayım. Seneye sensiz giriyorum. Bütün senenin de sensiz geçmesini diliyorum. Sağlık da diliyorum, içimdeki Zehir'den kurtulmayı, yepyeni, sağlıklı bir ben olmayı diliyorum.
 Görüyor musun, yeni yıldan sensizliği diliyorum.
 O kadar hastayım.

Yeni Ömür Mesajı

Aynı güneş doğacak üzerimize, aynı gök kubbenin altında soluklanacağız. Sadece tarih atarken mektuplarımıza sonuna dört değil de beş yazacağız. Olsun bu da bir değişikliktir sonuçta. Monoton hayatımızda büyük bir sansasyon. Ne değişecek peki, biz aynı biz, o aynı o, dünya aynı dünya… Yani tabiri caizse biz bir atın üzerindeyiz at aynı at biz aynı biz ama atın dizginleri elimizde şartların uygun olmasıyla istediğimiz tarafa süreriz dörtnala. Vesile olur bize bir rakamın değişmesi ama rakamdan bekleyemeyiz hayatımızı değiştirmesini. Gözlerimi açtığımızda yine aynı duvarları göreceğiz ama inanıyorum ki artık farklı bakabilme yetisine kavuşacağız.
Dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar, ömürler akıp gidiyor bir ırmak misali. Durduramayız belki ama sahiplenebiliriz her damlasını, şarıl şarıl akabiliriz. Bu imkân eğer ki bizim elimizdeyse -biliyorum ki elimizde- neden cılız bir ırmağı izlemekle yetinelim ki?
Şimdi bir düşünün her dakikasını acısıyla, tatlısıyla, kederiyle, tebessümüyle yaşayarak –gerçekten dolu dolu yaşayarak- mutlu bir hayatı idame ettirmek varken neden bir şeyleri bekliyoruz. Ee madem bekliyoruz işte bize bir fırsat. Bize istediğimiz biz olabilme yolunda yılda sadece bir kez elimize geçen sansasyonel bir fırsat. Silkinelim ve istediğimiz hayatı yaşamak için dörtnala koşturalım. İnanın belki gözlerimiz değişmeyebilir ama bakışlarımız değişecek, er ya da geç… Neden er olmasın?
Gözlerimizin mutluluktan yahut kederden sulandığı, ağlamaktan korkmadığımız, sevmekten korkmadığımız, nefretten korkmadığımız, dizginleri sahiplendiğimiz, kendimiz olabildiğimiz, “her anı yaşayabildiğimiz”, başımızı koyacağımız omuzların sırtımızı güvenle dönebileceğimiz insanlarla birlikte var olduğu bir yıla bir ömre başlayabilme umuduyla... Yeni yılımız kutlu olsun, yeni hayatımız kutlu olsun.


2015'

Ben Susayım, Müzik Konuşsun

 -Yazıda bahsedeceğim müzikleri koyduğum sıraya göre linkten tıklayıp dinlerseniz, yazının gidişatı sizin açınızdan daha sürükleyici olabilir. Bunun garantisini vermiyorum tabi ki.-



 Benim şu anki ben olmamı sağlayan faktörler arasında yer alan, ve benim için çok değerli bir insan olan Keman Hocam der ki "Müzik Yaradan'ın lisanıdır.". Ne kadar güzel bir söz değil mi? Ben de bu sözün üzerine ekliyorum, "Radyoda dinlediğiniz, anlamsız, karı kız, parti, para pul vb. üzerine kurulu müzikleri müzikten saymayın, onlar kulak kirleri.Ve Müzik dediğimiz şey o kadar güçlüdür ki, insanı mutluyken mutsuz, mutsuzken mutlu yapabilir.".
 Ben mutsuz yapanı tercih ediyorum genelde.



"Bütün hayatlar sona erer, bütün kalpler kırılır. Değer vermek bir avantaj değildir.". Ne kadar trajikomik değil mi? Olacak şeyleri bilmemize rağmen kendimizi fazla kaptırıyoruz bazı şeylere. Olacakları görmezden geliyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz mesela, yaşanan mutlu şeyler, anlar, eninde sonunda bitmeyecekmiş gibi davranıyoruz. Bittiği zaman da kahroluyoruz, dünyamız ters dönüyor, ah vah ediyoruz. Çünkü kaçınılmaz sonu görmezden geliyoruz. "Onsuz yapamam, onsuz bir hiçim, onsuz bir ölüyüm" diyoruz, Yaradan'da da bize nasıl  O'nsuz da, öyle ya da böyle, yapabileceğimizi gösteriyor. Ama bir konuda haklıyız. O'nlarsız bir ölü oluyoruz. Yürüyen ölüler. "Ölü adamlar görüyorum Doktor Bey, yaşayan kadınlar için şiir yazıyorlardı.".


 Yaşımızdan büyük laflar ettik. "Seni çok ama çok seviyorum, sensiz yapamam, sen her şeyimsin. seni asla bırakmayacağım, seni asla üzmeyeceğim..." Yaşımızdan büyük hayaller kurduk.  "Ömür boyu beraber olacağız, birbirimizi asla bırakmayacağız, evleneceğiz. Beraber Dünya turu yapacağız, Maldivlere de gideriz değil mi? Çocuğumuz erkek olursa adı "..." olsun, kız olursa da "..." olsun. Her ne olursa olsun, mutlu ve bir arada bir hayatımız olsun, en kötü günümüz böyle olsun.". Yaş kavramımı bilirsiniz belki, ilgili yazıyı okuduysanız eğer. -"Kendi Büyük Ruhu Küçüklere"-. Diyorum ki yazıda, insanın yaşını ruhu belirler bence, yaşadığı, elde ettiği tecrübeler belirler. Ruhumuz daha yeni yeni büyüyorken, kapasitemizden fazla hayaller kurduk, yaşımızdan büyük laflar ettik. Ruhumuz kaldıramadı bu kadar sorumluluğu. Bir yerde kayışımız koptu, ruhumuz patladı, "Paramparça" olduk. Parçalarımız etrafa saçıldı, hayallerimiz, anılarımız, farklı farklı yerlere dağıldı. Pes etmedik, hepsini teker teker bulup yine bir araya getirdik. Sonra yine ruhumuz patladı, sonra topladık, yine patladı, yine topladık... Ta ki parçalar un ufak olana kadar, toplanamaz hale gelene kadar. Ve geriye dönüp baktığımızda anladık ki "Geride kalan şey sadece o un ufak olan Parçalar.".


 Parçaları her toparlamayı denediğimizde tekrar paramparça olduk. Ve bu bize inanılmaz bir enerji kaybı, inanılmaz bir yorgunluk, inanılmaz bir tükenmişlik verdi. Ama "Aşk" öyle bir şey ki, "Yok canıııım, ben öyle şey yapar mıyım", "Bir daha kesinlikle aynı şeyin olmasına izin vermeyeceğim, bir daha olmayacak" dediğiniz şeyleri size yaptırır, olmayacak şeyleri de tekrar oldurtur, hiç takatiniz kalmasa bile. Eninde sonunda bu olanların size ne kadar zarar verdiğini ve zarar vermeye devam ettiğini anlarsınız. Ne kadar tükendiğinizi anlarsınız. Yine seversiniz, yine özlersiniz, yine O'nun sesini bir saniye duyabilmek için çoğu şeyden vazgeçersiniz. Bazen O'nsuzluktan nefes alamaz hale gelirsiniz. Ama o kadar tükenmişsinizdir ki, "Ne yaparsan yap, bir daha benim için dönme." dersiniz. 


 Yalnızlığı sırtlar çekip gidersiniz. Bu çekip gitme fiziken de olabilir; gerçekten bulunduğunuz düzeni bozup başka yerlere gidersiniz. Ruhen de olabilir; kendinizi bulunduğunuz sosyal çevreden soyutlarsınız. Çünkü O yoktur, O gitmiştir, O'nsuz yapamıyorsunuzdur. "Evi Ay'da olan, kaybolmuş bir astronot gibisinizdir. O sizin oksijen tüpünüzdür, ama oksijeniniz tükenmiştir. Nefes alamazsınız. Ve O'ndan kalanları da Ay'a gömmüşsünüzdür, daha fazla acı çekmemek için. O'nu tekrar görmek, O'nunla tekrardan konuşmak, O'nun sesini tekrardan duymak istersiniz. Ama kararınızı çoktan vermişsinizdir. Bu karar sadece sizin için değildir, O'nun içindir de. Çünkü ikinizde birbirinize çok fazla zarar vermişsinizdir, ve daha fazla zarar vermek istemiyorsunuzdur."

 Bir önceki yazıda bu müzikleri dinleyip, içimdeki "Zehri" bu müziklere yüklediğimi anlatmıştım. Yukarıdaki müzikler de daha önce Zehri akıttığım müziklerden. Ve bu müzikler benim telefonumda, "Uyku" adlı bir çalma listesinin içinde. 
 Evet, her gün,  uyurken bu müzikleri dinliyorum. Akıttığım Zehri tekrar vücuduma alıyorum. Çünkü  Zehirsiz yapamıyorum. 
 Çünkü bağımlıyım.


28 Aralık 2014 Pazar

Karabasan'ım

 5 saat önce

Aklımda yoktun. Eski bir arkadaşımla geyiğin dibine vuruyorduk. Gülüyordum, eğleniyordum. Ne sen vardın, ne senden bir işaret. Sanki hiç olmamış gibiydin, sanki hiç hayatımda bulunmamış gibiydin. Sanki hiç canımı yakmamış gibi, sanki hiç içimi parçalamamış, sanki hiç benden bir parçayı koparmamış gibiydi. Mutluydum. Belki gamzem bile gözükmüştür gülerken, o kadar mutluydum. Birbirimizi üzdüğümüz anlar gerçekleşmemiş gibi, onca sözü vermemiş gibi, onca hayali kurmamış gibi... Sanki hiç "Git" dememişsin gibi. Bitmesi bir yana, hiç başlamamış gibi, 30 Ağustos gerçekleşmemiş gibi, 20 Haziran gerçekleşmemiş gibi...

3 saat önce

 Her şey tıkırında ilerlerken, her şey güzelken, geyik, kahkahalar, gırgır havada uçuşurken, aklıma geldin. Sanki beynimde bir mekanizma var, bir sayaç. Gülme, eğlenme seviyem belirli bir seviyeye ulaştığı zaman, sayaç beynimin bir köşesine bir sinyal yolluyor. Sinyalin yollandığı yerde Sen varsın. Sinyal sana ulaştığında her şeyimle aklıma geliyorsun. Bütün olanları da yanında getiriyorsun.
 Kalp atışlarım hızlandı, göğüs kafesimle midem arasındaki boşluk ağrımaya başladı. Nefes alırken zorlanmaya başladım, sık sık derin nefes vermeye başladım.
 Midemde uçuşan kelebekler vardı ya hani, önce hepsinin kanatları erimeye başladı. Aklıma her geldiğinde onların uçma isteklerini hissettim içimde. Ardından bazılarını kaybettik. Sonra da hepsini. Zaman geçtikçe cesetleri kokmaya başladı midemde. Aklıma her geldiğinde ceset kokusu yayılıyor bütün vücuduma. Hücrelerim nefes alamıyor, bütün vücudum sızlıyor, acı çekiyor. Yine öyle oldu.
 Hayatta olduğunu öğrendiğim bütün ücralara baktım. Ardından seni imgelediğim müzikleri dinledim sırayla. Kesmedi hiç biri. Başka müzikler keşfetmeli, onlara da seni yüklemeli, onları da seninle zehirlemeliydim.
 Sonra buldum bir tane. Bir kere dinledim, iki kere dinledim, üç kere, dört kere... O kadar çok dinledim ki... Her bir dinleyişimde başka bir anıyı, başka bir acıyı. başka bir hüznü, başka bir göz yaşını, başka bir isyanı yükledim. Böylece içimdeki seni atıyormuşum gibi hissediyordum, içimdeki seni başka yerlere, müziklere bırakıyormuş gibi. Yetmedi. Telefonuma indirdim ve durmadan çalmasını sağlayan işarete dokundum. Sonra kendimi yatağa attım ve gözlerimi kapattım. Uyumam lazımdı. Uyumazsam gün bitmeyecekti, sabah olmayacaktı, zaman geçmeyecekti, durma noktasına gelecekti, arafta; Sende kalacaktım yine. İstemiyordum, Sen'likte sıkışıp kalmak istemiyordum. Orada yaşlanmak, saçlarımın beyazladığını, yüzümün kırıştığını görmek istemiyordum.  Vücudum yaşlanmış olsa bile hala aklımda, gözeneklerimde, gözlerimde kalan son gözyaşında yaşamını sürdürdüğünü görmek istemiyordum. Kendimi uyumaya zorladım. Gözlerimi sıkı sıkı kapattım, sanki hiç açılmayacakmış gibi bir daha.
 Vücudum kaldıramadı bu kadar yüklenmeyi, kendini kapattı dış aleme; kendisini uykunun kollarına bıraktı. Uyumayı seviyorum, çünkü uyuyorken her şeyi unutuyorum; bütün dertlerimi, beni mutsuz eden her şeyi, seni...

1 saat önce

 -Bir saat önce demem tahmini tabi ki, bahsetmek istediğim zaman uykumda O'nu gördüğüm an aslında.- Vücudum kendini uykuya bıraktığı zaman büyük ihtimalle "Tamam," demiştir, "Tamam, O artık yok. Üzülme.". Uyku, tek kaçış yolum Dünya'dan, bile yüz üstü bıraktı beni. İşte, oradaydın, karşımda. Yine bana bakıyordun, yeşil gözlerin yine bana bakıyordu. "Mutluydum. Belki gamzem bile gözükmüştür gülerken, o kadar mutluydum. Birbirimizi üzdüğümüz anlar gerçekleşmemiş gibi, onca sözü vermemiş gibi, onca hayali kurmamış gibi... Sanki hiç "Git" dememişsin gibi. Bitmesi bir yana, hiç başlamamış gibi, 30 Ağustos gerçekleşmemiş gibi, 20 Haziran gerçekleşmemiş gibi... ".

 Uyandım

 Eskiden seni gördüğüm zaman "Rüya gördüm." derdim. Yine aynısını dedim uyandığım zaman. Sonra uyandığım zaman bıraktığın etkiyi hissedince, gördüklerimin rüya değil de "Kabus" olduğunu, Senin de benim Karabasan'ım olduğunu anladım.
 En mutlu anlarımı, en renkli anlarımı basan ve her şeyi siyaha sürükleyen bir Karabasan.

23 Aralık 2014 Salı

Selam, Ben Mutsuzluk

İlgili yazılar : Selam, Ben Mutluluk
                      Aşk'ı Arayanlara
                      Selam, Ben Gelecek
  En ummadığınız anda, bir kramp misali içinize oturan, sizi, sizden önceki ve siz olduğunuzu reddettiğiniz, ama normalde sizliğinizin en saf hali olan sizlerle yüzleştiren mutsuzluk.
 İyi olmadığınız halde sizi "İyiyim" demeye zorlayan, "Neyin var? Ne bu surat?" diye soran arkadaşlarınıza "Bir şeyim yok" dedirten, akşam yemeğinde anlamsızca çatalı tabağın bir orasına, bir burasına götürten, "Bir iki lokma bir şey ye yavrum" diyen Annenize "İştahım yok anne" dedirten, size derbeder, karamsar, Aşk acısı temalı müzikler dinleten, kulağınızda karamsar müziklerle başınızı otobüsün camına yaslatan, size hayatı siyah beyaz görüyormuş gibi hissettiren, sabahlara kadar sizi uyutmayıp, gözünüze bir damla bile uyku sokmayan Mutsuzluk.
 Benden izinsiz aldığınız göz yaşlarımı kuruyana kadar döktünüz gözlerinizden; yatağanızda uzanırken, sevdiğinizi hatırlatan bir müziği dinlerken, duş alma bahanesiyle girdiğiniz duşa kabinde yere çökmüşken, gecenin bir yarısı bankta otururken, otobüste camdan dışarıyı izlerken...
 Utandınız göz yaşlarımdan! Başınızı yastığa gömdünüz kimsecikler duymasın diye hıçkırıklarınızı, kimsecikler duymasın diye duşa girip suyun sesiyle bastırdınız yakarışlarınızı, otobüsteyken dışarıyı izliyormuş gibi yaptınız insanlar görmesin diye göz yaşlarınızı, "karanlıkta göz yaşlarım gözükmez" diyip gece banklara oturup ağladınız, ağlamaktan şişen, kızaran gözlerinizi kimsecikler görmesin diye başınız eğik yürüdünüz bütün gün...
 Kimileriniz dökülen göz yaşlarından sonra inanılmaz bir rahatlama hissettiniz, ama bana bir teşekkür bile etmediniz. Yine görmezden geldiniz beni, yine kabullenmediniz, yine mutluymuş gibi davranmaya devam ettiniz. Neden? Neden hayatınızın en derinlerine yerleşmiş, kök salmış biri olduğumu bile bile yokmuşum gibi davrandınız? Neden utandınız beni dile getirmekten? Yalan söylemekten, kendinizi kandırmaktan bıkmadınız mı? Neden çekindiniz kendinizi benim kollarıma bırakmaktan? Neden Mutluluk'a giden yolun benden geçtiğine inanmadınız?
 İnanın, güvenin bana. Bırakın kendinizi benim kollarıma. "Kötüyüm ulan!" diyin insanlara, "Mutsuzum!" diyin. "Neden?" diyenlere "Çünkü yıllarca yalan söyledim!" diyin.
 Utanmayın, ağlayın özgürce, göz yaşlarınızı insanların gözüne sokarcasına ağlayın. Bağıra bağıra söyleyin karamsar müziklerinizi, başınızı yastığa gömmeyin, hıçkırıklarınızı suyun sesiyle bastırmayın, herkes duysun, herkes görsün, herkes kabullensin beni.
 Güvenin bana, tutun elimden, beraber inelim karanlığa. Beraber görelim Dünya'nın pisliklerini, beraber farkına varalım gerçeğin neler olduğunu, beraber ayıklayalım Mutsuzluk'u Mutluluk'tan. Karanlık nedir bilmeden Işık'ın anlamını bilemeyeciğinizi kabullenin. Beraber yürüyelim Karanlık'ın içinde, beraber tanımlayalım, beraber öğrenelim Karanlık'ı. Beraber hissedelim Mutluluk' a ulaşma Umut'unu, beraber yürüyelim yolun sonundaki Işık'a.
 Korkmayın, hep tutmayacağım sizi. Işığa ulaştığımızda  hep ulaşmak istediğiniz, hayatınızı verdiğniz, "Neredesin ulan!" diye feryat figan ettiğiniz, uğruna beni tanımazdan, görmezden geldiğiniz, bana nankörlük ettiğiniz Mutluluk'un kollarına bırakacağım sizi.
 Tek bir isteğim var sizden, beni unutmayın, insanlara beni anlatın. Arada ziyaretime gelin, size göz yaşları ısmarlıyayım.
 Neyseniz  o olmanız dileğiyle,
 Mutsuzluk.

22 Aralık 2014 Pazartesi

Hoş Geldin supurgelifeminist!


 Bugün saat gece 12 küsürde anormal bir uyku bastı beni ve ertesi gün öğlen 2 de uyanma hevesiyle yattım. Gel gör ki gecenin 2 sinde bir anda kendimi zank diye ayakta buldum. Uyumak için baya direttim ama yine de başarılı olamadım. Ama her işte bir hayır vardır tabi ki.
 Ardından yakın zamanda keşfettiğim ve adnı vrmq istmdqm .s bir sitede takılırken, geyik muhabbeti esnasında sitede yazar birinin olduğunu keşfettim. Bizim de kapımız, içinde yazma aşkı bulunan herkese açık olduğundan dolayı, bir iki yazı paslaştıktan sonra supurgelifeminist'i blogumuza davet ettim. Kendileri de bizi kırmayarak Var Mıyım Yok Muyum Ailesi'nin bir bireyi oldular. Tekrardan aramıza hoş geldin supurgelifeminist!
 supurgelifeminist şu an "21 Mart" adında bir kitap yazmakta ve bu kitabı https://www.wattpad.com/  adlı site üzerinden "sudeakhan" kullanıcı adıyla bölüm bölüm yayınlamaktadır. Siteye çok hızlı ve kolay bir şekilde üye olabilirsiniz, dilerseniz Google Play Store ve Apple Store'dan sitenin mobil uygulamalasını indirip supurgelifeminist'in kitabını oradan takip edebilirsiniz.
 Dediğimiz gibi kitabın adı "21 Mart". 21 Mart Çoğrafya'da Bahar Mevsimi'nin başlangıcıdır. (Ben bunu çakmamıştım kendileri söylediler ve cahil diyerekten beni ezdiler.ss) Hikayede bir adamı bekleyerek geçirdiği yıllara rağmen asla aşktan ümidini kesmeyen bir kız, Masal, ve Masal'ın hayatında sadece ismi ve silüeti ile var olan, Masal'ın sevdiği adam ve aslında hiç o adam olmayan bir adam, yani Engin'i anlatıyor. Masal, yaşadığı onca şeye rağmen 21 Mart'ta, yani ilkbaharın habercisi olan o günde, hayata ilk günkü gibi umutla bakabilen, hiçbir zaman gelecek baharlardan ümidini kesmeyen bir kız. Kitabın şu ana kadar yazılmış kısmına kadar okudum ve açık konuşmak gerekirse, benim şu ana kadar yayınladığım bütün yazıları döver.
 Siz değerli takipçilerimizden/okuyucularımızdan supurgelifeminist'in kitabını destekleminizi, değerli yorumlarınızla hikayeyi güzelleştirmenizi diliyoruz.
 Bir kişinin atarlı yazıları ile başlayan bu blog, daha değerli insanların katılımıyla gittikçe büyümekte. Dileriz ki daha da büyür. Başka yazılarda, başka hikayelerde, başka şiirlerde, başka atarlarda görüşmek üzere. Saygılar!

21 Aralık 2014 Pazar

.

Şimdi
Satırbaşı değil yaptığım
Yeni defter, yeni kalem
Yeni kelimeler
Her şey değişecek
Yazan aynı
O da zamanla…


Çocukluğumu Özlüyorum (1)

 Amerika hayatımı inziva dönemi olarak yorumluyorum: Kendimle; düşüncelerimle, soru(+n)larımla, cevaplarımla, baş başa kaldığım bir dönem. Geçmiş kitabını elime aldım, ön sözden başladım "Baba adı Fatih Rıdvan, Ana adı Sema...", şu vakte kadar geldim. İşte buradayım, bilgisayar başında; masum uyuşturucumlayım. Beynimdeki dağınıklık kafatası sınırlarından fışkırıp odama dağılmış durumda. Solumda yatağım dağınık bir şekilde duruyor; çarşaf yatağın sonunda, yorgan başında. Yastığım yerde, yastık kılıfım yastığın yarısına kadar sıyrılmış. Baş havlumun üstüne oturuyorum, bornozum yatağın üstünde, masamın üstünde neye ait olduğu belli olmayan ambalajlar. Kulağımda yeni keşfettiğim bir Rap'çinin bütün saflığıyla hayatını sorguladığı bir müzik: "Hopsin- ILL MIND OF HOPSIN 7". Tam şu an diyor ki" I'm fucking done!". Tamamım artık diyor, yeter artık, bıktım.
 Bıktım.
 Kendimi göğe yükselttim, bütün Dünya avucumun içinde. Bir oyun hamuru gibi alıyorum Dünya'yı elime, iki elimin içine. Hücrelerimde kalan son gücümle sıkıyorum Dünya'yı avuçlarımla, bir tepsi haline gelene kadar. Hepinizin karakterleri tablo haline geliyor önüme. Kardeşim diyebileceğim kişinin izlettiği videodaki gibi, hepiniz bir yönde ilerliyorsunuz. Çoğunuzun sırtına bir ip bağlı, sizlerden yükselen ipler tek elde birleşiyor, elin adı da Düzen.
 Çoğunuz Düzen'i tanımazsınız. Düşündüm ki hayatlarınızı yönlendiren bu kişiyi tanımanız gerekiyor.
 "Bu benim kararım! Bu kararı özgürce verdim! Ben bu olmayı seçtim!" derken hepinizi yönlendiren kişi Düzen.
 İsimlerimizin başına içinde "cı/ci/cu/cü" ekleri bulunan sıfatlar getiren kişi Düzen.
 Sosyal Medya hesaplarınızda isminizin sonuna parantez içinde yazdığınız şeyleri size yazdıran şey Düzen.
 Birinin sana bir "Hi!" bile dememesinden dolayı seni ağlatan şey Düzen. Varlığından haberi bile olmayan, daha da üzücüsü, seni siklemeyen bir kişi uğruna seni ağlatıp, şekilden şekile sokturan şey Düzen. Bütün mahremiyetini internette yayınlaman için seni teşvik eden şey Düzen. Ve bunu yaparken karşılığında arkandan konuşacak bir kitle, bir kaç takipçi ve beğeni vaad eden şey Düzen.
 "Bu makamlara gelmezsem beni kimse dinlemez" dedirten şey Düzen. Senin temizlemekten aciz olduğun bokunu arkandan temizleyen Tuvalet Temizlikçisi'ni, her gün evinin önüne bıraktığın çöpü alan ve O'nun sayesinde pislik içinde ölmekten kurtulduğun Çöpçüyü sana küçük gösteren şey Düzen.
 Ayağına aldığın "Craze" ayakkabıdan, bacaklarına geçirdiğin pantolona; başına giydiğin "Obey" şapkadan, götünü örttüğün dona, kulağına taktığın "Beats" kulaklıktan, içinde çalan müziğe, saç şeklinden, konuşma şekline kadar, seni baştan aşağı değiştiren şey Düzen.
 Sana, Baba'nın sabahtan akşama kadar alnının teriyle kazandığı parayı arsız kızlara yedirten, ardından o kızlarla çektiğin profil fotoğraflarını fiyakan olsun diye internete yükleten, açıklamasına da "For" yazıp yanına da başka kızın adını yazdıran şey Düzen. Çünkü bir kaç kız arasında "Baby, baby" diye çığıran bir çocuğu izletirken öğretti sana bunu Düzen; ne kadar kız varsa etrafında, o kadar kuğulsun.
 O kızlarla karşılık olarak ne kadar "orospu" olduğunuza dair yaptığınız şeyleri size yaptıran şey Düzen. Çünkü sizler için namus denen, ar denen şey sadece bacak arasında. Erkek'e, herhangi bir "zar"ı  olmadığından dolayı istediği boku yiyebileceğini, Kız'a da vücudundaki tek "zar"ın bacakları arasında olduğunu ve "namus=zar" eşitliğini söyleyen, bundan dolayı Kız'a bacak arasına Erkek'in "erkekliğini(!)" sokmak harici her şeyi yapabileceğini söyleyen şey Düzen. Namusunuzu belirleyen "zar"ın bacak arasında değil de beyninizde olduğu gerçeğini sizden saklayan ve bunu farketmenizi engelleyen şey Düzen. "Hepinizin beynini sikip namus zarınızı patlatan" şey Düzen.
 "Kuğul" olduğundan dolayı girip çıktığın bok yuvalarını hissedip seni arayan Anne'ne "Ya anne niye arıyorsun dakika başı, çocuk değilim ben artık ya!" diye bağırtan şey Düzen. Bunu dedin çünkü arkadaşlarının  Anneleri arkadaşlarını aramıyordu. Çünkü arkadaşların evdeyken Annelerine aynı cümleyi kurdular, bağırarak. Çünkü belirli bir yaşa geldikten sonra Aile bir yüktü, çünkü belirli bir yaşa geldikten sonra Aile bağları kopmalıydı, çünkü Düzen size böyle gösterdi.
 Hayal kurma özelliğini beyninizden çekip alan şey Düzen. Hayatınıza periyodik olarak soktuğu sınavlarla, o sınavlar yüzünden öğrenmek zorunda kaldığınız binlerce "bok çuvalı" bilgiyle beyninizi meşgul eden şey Düzen. Dershane, okul ve gereksiz bilgileri ezberleme üçgeninden dolayı size hayal kuracak zamanı bırakmayan şey Düzen.
 Bazılarınız sırf Düzen'i tanıdığınız için, sırf  Düzen'in size dayattığı hayatı değil de, kendi hayallerinizin peşinden koşmayı seçtiği için toplum içerisinde "Ezik, asosyal, sıkıcı" sıfatları yediniz. Dışlandınız, farklı gözüyle bakıldınız. Kiminize "tembel", kiminize "serseri", kiminize "boş işlerle uğraşan kişi" dediler.
 Sonra hepiniz büyüdüğünüz, bunların farkına vardığınız, Düzen'le tanıştığınız güne lanet ettiniz. "Keşke hiç büyümeseydik" dediniz. "Keşke dertlerimizin bezimizdeki boktan, götümüzdeki gazdan, ve meme emmekten ibaret olduğu günlere geri dönebilsek." dediniz. "Masum bir çocuk olduğum günlere, Akşam Ezanı'ndan önce eve gelmek zorunda olduğum zamanlara dönebilsem keşke" dediniz.
 Tıpkı benim gibi.

15 Aralık 2014 Pazartesi

Nefes Alsın Yeter

Senden gelen bir "iyi geceler" olmadan, iyi geçer mi geceler? 
Senden gelen bir "Günaydın" olmadan, aydın geçer mi günlerim? 
Bir "Kendine iyi bak" dedin diye, iyi mi bakacağımı sandın kendime?
Senin gündüzün benim gecem, benim gecem senin gündüzün olmuş. 
Gül yüzün yansır diye baktığım ay bile seni göstermez olmuş.
Başka güneşlere kanmış orospu çocuğu.
Anneme seni anlattığımda "Fazla takılma, fazla bağlanma, fazla güvenme. Bir çeker gider, fevrin döner, kızlara güvenin yok olur" demişti. "Biz farklıyız anne demiştim", "evleniceğim ben onunla" demiştim.
Annem yine haklı çıktı.
Arkadaşlarım imrenerek bahsederdi lan. Nazar değmesin derdi. Elini tutmadım lan 4 yılda elini tutmadım o kadar masumduk.
"Olur da" demiştim, "Olur da ölüm ayırır bizi. Bir gün başkasına yar olursun, o yar sana sorar bu eller başkasının ellerine değdi mi diye, yüzün kızarmasın".
Kendimi bloga vurdum sonra. Yazı yazmaya başladım, insan rahatlıyor yazmakla he. 
 Şimdi otobüse metroya bindiğimde ya da dışarıda bir ortama girdiğimde, gözüme bir kız iliştiğinde hep yanında onu görüyorum. Kızın yanında O'nun silüeti beliriyor, her kızı onunla karşılaştırıyorum.
Bir kız merhaba dese, iki muhabbet etsek, kendimi ihanet etmiş gibi hissedip kıza onu anlatıyorum.
Kendi kendime diyorum "geri zekalı daha 18 yaşındasın neyden bahsediyosun sen." Ama şu an geleceğime şöyle bir bakayım diyorum, sanki bir daha sevemeyecekmişim gibi geliyor kimseyi.
Kurulan onca hayaller, yaşanan onca güzel an... Hepsi beynimi kemiriyor genşler.
 Hep bir erkek orospusu olmak istemişimdir ondan dolayı. Çorap değişir gibi kız değişen, her gün başkasıyla yatıp kalkan. Kafaları rahat duruyor uzaktan, sevmek sevilmek umurlarında değil gibi, hiç aşk acısı yaşamıyorlarmış gibi. Sonra bir erkek orospusu tanıdım, meğersem onun da bir terk edeni varmış. Ona olan sinirindenmiş bütün orospulukları. Kalsın dedim, böylesi daha iyi.
 Şu sürecimde hep "Erkek adam ağlar mı lan?! Erkek adam böyle şeyler yazar mı?, Bu ne lan karı gibi duygusal şeyler yazıyorsun" diyen insanlar tanıdım. Her biri kendini kandıran, duygularını bastıran, yalan yanlış "iyiyim yea" diyen insanlar.
Erkek adam ağlar, hem de öyle bir ağlar ki, ağlarsa tam ağlar. Kafasını yastığa gömerek ağlar kimsecikler duymasın diye. Gözleri ağlamaktan şişer, hiç bir şey göremez, kıpkırmızı olur. Duşa girer, suyun altında ağlar, dışarı çıkar gecenin bir saati, götü dona dona ağlar. Ağlarsa erkek adam ağlar, gerisi yalan ağlar
Öyle genşler işte yea. Kafam çok dolmuştu, iki kusayım dedim. Şimdi last seenine baktım buranın saatiyle 11:57, oranın saatiyle gece 3:57. Yani hala nefes alıyor. 
 Ne demişler "Nefes alsın yeter".

12 Aralık 2014 Cuma

"Aynada Bir Ben"

Uyanmıştım fakat gözlerimi açmak gelmiyordu içimden. Gördüklerimin gerçek olması için nelerimi vermezdim ki? Zannımca saat yediye gelmek üzereydi, birazdan çalardı telefonun alarmı. Doğruldum, hala gözlerim kapalı. Yatağımın yanındaki şifonyeri elimle yoklayıp telefonu buldum. Gözlerimi hafifçe araladım, güneşin engin ışıkları perdenin arasından sızarak günaydın demeye çalışırken benim onlara aldırış etmemem ayıp olurdu. Alarmı kapadıktan sonra camı açtım. Ah o toprak kokusu yok mu? Yine bir yağmur sabahında yine o koku bürümüştü her tarafı. Zayıf olduğumdan olsa gerek çabucak üşüdüm daha keyfini çıkaramadan yağmur sabahının. Kapadım camı gördüğüm rüyayı düşünmeye başladım. Ben hatırlamaya çalıştıkça daha çok unutuyordum sanki. Düşünmemeliydim daha fazla unutmamak için. Seri hareketlerle hazırlandım yine en güzel kıyafetlerimi giyip en güzel şapkamı taktım. Sık sık saate bakıyordum. Geç kalmamalıydım, hiç geç kalmamıştım.
Saat sekizi on beş geçiyordu, yine tam vaktinde oturmuştum yerime. Bir elimde yıllardır değişmeyen gazetem öbür elimdeyse her zaman aynı büfeden aldığım dumanları üstünde tüten, demini almamış, çiğ kokusuyla çayım... Yıllar bana mı ayak uyduruyor bunca insanı değiştirirken yoksa onlar da mı unuttu beni, bilmiyordum. Düşüncelerimi kilim altı edip gazetemi açtım. Sonra ceketimin iç cebinden yılların eskitemediği siyah, yuvarlak çerçeveli gözlüğümü çıkardım. Gözlük deyip geçmeyin gözlerimle birlikte ne çok ana şahit oldu onlar, o sebepten olacak bende ayrı bir yeri var. Satırları birer birer devirmeye başladım gözlerimle. Bir yandan okuyor bir yandan etrafı izliyorum. Gazeteyi eskittikten sonra yanında verdiği hediye çarptı gözüme. Hayret dedim içimden hiç görmemiştim bu gazetenin yanında hediye verdiğini.

11 Aralık 2014 Perşembe

Ğ

 Derbeder derbeder takılırken, aklıma derbeder bir soru geldi yine. "Her bir harfe bir karakter ya da sıfat yüklemek istesek..." dedim, "En derbeder harf hangisi olur?".
 A'yı en kibirli seçtim mesela. Alfabenin ilk harfi çünkü, birinci harf. O'yu en şişkosu seçtim. I yı sıska ve aptal, İ yi sıska ama kafası basan seçtim. "." da kafası oldu yani anlayacağınız. "D" yi bira göbekli biri gibi hayal ettim, "S"de tripli bir kız olsun dedim. En yakışıklısını da "M" seçtim, neden bilmiyorum. Böyle saçmaladım saçmaladım, sonra dedim ki en derbeder kim olsun? Sonra en derbederi de "Ğ" seçtim.
 En derbederi Ğ olmasın da kim olsun ki zaten. Hiç "Ğ" ile başlayan kelime gördünüz mü hayatınızda? Görmediniz tabi, çünkü "Ğ"yi hor görmüşler hep. Dışlamışlar, "Senden bir kelimeye baş  harf olmaz" demişler. Bir çok kelimeye, bir çok eke gelmiş "Ğ", kelimelerinizin telaffuzunu güzelleştirmiş, içinde bulunduğu eklerle ona anlam katmış, ama birimiz de onu bir kelimenin başı olma şerefini nail görmemişiz... Ayıp lan bize.
 Sonra ne yapsam beğenirsiniz? Benzetme yaptım. Dedim ki "Her insanın hayatı bir kelime olsa, o kelimedeki her bir harf de bir insan olsa...". 
 Ğ, insanların hayatına girip, onları mutlu eden, gülümseten, yoluna ışık olan, dertlerine derman olan, yüzündeki gülücük olan, gözündeki yaş olan, iyi günde kötü günde hayatına girdiği insanların hep yanında olmaya çalışan, ama eninde sonunda yine yalnızlığa terk edilen insan olarak hayal ettim. Kişilerin hayatlarına anlam katsa da, kolaylık sağlasa da, hiç bir kimse tarafından hayatının "baş tacı" yapılmayan bir insan olarak hayal ettim. 
 En son da kendime bağladım, "Ben senin hayatında bir "Ğ" idim. Mastar halinde bir kelimeyken, senin sonuna gelip hayatını değiştirdim; kolaylaştırdım, okunası yaptım, anlaşılası yaptım, cümleye eklenesi yaptım. Seni başka kelimelerle bir araya getirdim, başka hayatlarla tanıştırdım. Elimden geldiğince sana yardım etmeye, derdine derman olmaya, iyi günde, kötü günde yanında olmaya çalıştım. Ama ne olursa olsun "baş tacın", "ilk harfin" olamadım.
 Çünkü ben bir Ğ idim".

Nen Var Elinde?


"Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım."  Archimedes


Hakikat hangi yolla karşına çıksaydı ona hakettiği muameleyi yapardın? O devamlı arayıp durduğun muamma kimin eliyle gelseydi yeteri ciddiyetle kucaklardın onu?

Bir sarhoşun sayıklamalarında gelse, kabul edebilir miydin onu ?

Kutsal bir metin olarak gelse?

Ya da babanın bir ikazı olarak?

Biri çıksa karşına ve dese: "İşte hakikat bu!" Ve söyleyiverse, gösteriverse sana... Hangisi mümkün 
ise... Kabul edebilir miydin? Ne kadar ciddiye alabilirdin onu?

Bilimsel bir argüman olarak gelse ne derdin ya da?

Bir ömür kovalayıp yakalamadıkça ona hakikat demez miydin yoksa?

Herkese saklanan o hakikat incisinin midyesi de sen olsan, göremez miydin yani hakikati? Hep yakınsan, onunla büyümüş, onu sen büyütmüşsen ya? Hissedemez miydin yani?

Hakikati bulmak seni de korkutmuyor mu ey talib?

Düco gibi seslenicem sana ben de "Ey Talib"! Talebinden başka elinde hiçbir şeyi olmayan kişi!

Endişelenmiyor musun sen de ben gibi?

Varmaktan... Bitmesinden yolun...




  

9 Aralık 2014 Salı

Mağlup

Gözlerindeydi gözlerim
Eskiden
Daha ayrılık
Yenik düşmüş kalbine
Yeni düşmüş
Aciz bir ceninken

Gözlerindeydi gözlerim
Gözlerin aynalı yollarda
Ölüm gibi zamansız
Hakikat gibi amansız
Bir çocuk olup arsız
Arsızca giderken


Gözlerindeydi gözlerim
Gözlerindeydim
Eskiden
Biz ki defin bekleyen
Birer ölümsüz
Cesetken

Ali'

7 Aralık 2014 Pazar

Masum Mahkum

Evvelinde masumduk,
Mahkûmiyet masumiyetten sonra…
Ana sütünden mahrum
Kımızla serpilen bir çocuk
Çocuk kadar suçsuz
Onun kadar asi
Asaletimiz haşin 
O kadar da mütebessim
Tebessüme pencere
Dudaklarımız 
Dudaklarımız kan beyaz
Laflara gebe dudaklarımız.
Laflarımız boz bir kısrak 
Kirli yağız tayına hasret
Yolunu izden edinmiş
Bahtı da yolu da
Rengi kadar ak
Laflarımız boz bir kısrak
Onun kadar asi
Çocuk kadar suçsuz
Evvelinde masumduk,
Mahkûmiyet masumiyetten sonra…


Ali'

ilk emir (son söz)

susmak bir insana ancak bu kadar yakışır
susarak bir insan ancak bu kadar anlatır

6 Aralık 2014 Cumartesi

Beni Sevmek İstediğine Emin Misin?

Beni sevmek istediğine emin misin?
 Üzerim seni, 
 Ağlatırım.
 En mutlu anında mutsuzluğa gömülür benliğin,
 Sebepsizce.
 Öyle anlar olur ki, ağzından bir lokma dahi geçmez
 Anlamsızca çatalını karıştırırsın yemek tabağında
 Bir elin yanağında, 
 Aklın bende, 
 Fiziken sofrada, 
 Ruhen kayıplarda olursun.
 Seni istemeden o kadar üzerim ki,
 Kimsenin üzmediği kadar,
 Kimsenin üzemeyeceği kadar,
 Kaldıramazsın.
 Senden sıçrar üzgünlük dalgalarım,
 Başkaları da üzülür senin yüzünden.
 Arkadaşların "neyin var" diye sormaktan,
 Annen "Bir iki lokma bir şey ye" demekten,
 Yorulur.
 Kaldıramazsın geçmişimi,
 Geçmişimdekileri,
 Geçip gider dediklerimi,
 Geçiştirdiklerimi.
 Anılarım sana yük olur,
 Hayallerim altında ezilirsin.
 Uyuyamazsın sabahlara kadar,
 Dönüp durursun,
 Bir sağa,
 Bir sola. 
 Tam dalarken uykuna,
 Yüzüm gelir aklına,
 Gözlerin dolar.
 Akmasın göz yaşları diye kaparsın gözlerini, 
 Gözlerinden taşar göz yaşları,
 Durduramazsın.
 Akar gider gözyaşların,
 Hıçkırmaya başlarsın
 Korkarsın birileri duyar diye hıçkırıklarını,
 Yastığına boğarsın kendini.
 Ağlarsın,
 Sabahlara kadar ağlarsın.
 Gecen gündüzüne karışır,
 Gün kavramın yalan olur.
 Gündüzünde ben olurum,
 Gecen de.
 Unuttum,
 Bitti,
 O benim için öldü,
 Gömdüm onu dersin.
 Hortlarım akıl mezarlığından,
 Gelirim benimle gülümsediğin anılarla,
 Güzel gözlerindeki göz yaşı,
 Ağlarken duymasınlar diye ısırdığın dudağından akan kan,
 "Yeter, git artık" derken sesindeki isyan duygusu,
 Olurum.
 Benliğine yapışır hüznüm,
 Nasılsın derler,
 İyiyim dersin,
 Sahte gülücükler saçarsın etrafına,
 İçin kan ağlarken.
 Çığlıklarla ağlarsın,
 Göz yaşlarını insanların gözüne sokarcasına,
 Kimsecikler anlamaz seni,
 Kimsecikler duyamaz.
 Bir ben anlarım,
 Bir ben duyarım seni,
 Ben de olmam yanında.
 Şimdi son kez soruyorum,
 Emin misin,
 Beni sevmek istediğine emin misin?





4 Aralık 2014 Perşembe

Kustum la, bi türk gibi kustum

Kustum

Kahverengi, turuncu

Karnıbahar ve yoğurt..

Evrime inanmalı mı

Bilmeli mi yoksa

Kustum

Soğanlar..

Yüzebilen soğanlar..

Termodinamik dağınıklığıma teselli bulur mu

Yoksa bi yalan mı entropi

Kustum

Boğazımdaki acı,

Gözümdeki yaşlar..

Lotus çiçeği mi

Alak suresi mi...

Hangisi daha iyi açıklar singularity'i...



Her Bir Hayalim Ayrı Bir Göz Yaşı Oldu

 Bugün aklıma ne geldi biliyor musun? 11.sınıfta sana sunduğum bir hayalim.
 Hatırlar mısın bilmiyorum, demiştim ki, "Bilkent'te bir sistem varmış. Eğer evli bir çiftin ikisi de Bilkent'te öğrenciyse, Bilkent bu çifte burs ve ev sağlıyormuş". Bunu bana kimin söylediğini hatırlamıyorum bile, kafamda bir kaç isim var tabi ama emin değilim. Doğru mu onu bile bilmiyorum. Şu an istesem öğrenebilirim, ama istemiyorum. Kafamda doğru olarak kalsın, yalanlanmasını istemiyorum.
 Sana bunu söylediğim zaman gülmüştün.  Ve demiştin ki "Kocaya mı bakayım, okula mı gideyim Burak?". Güldüğün zaman o kadar büyük bir hayal kırıklığı hissetmiştim ki... O gün okulda bütün gün bunun hayalini kurmuştum. Heyecanlı heyecanlı Ebrar ile Faruk'a anlatmıştım. Kafamdaki hayaller ne ders dinlememe izin vermişti ne de başka bir şeye. Sadece "Düşünsene oğlum ya!" diye sayıklamıştım bütün gün. "Okul bitse de O'na anlatsam" diye düşünmekten gün geçmemişti.
 En çok özlediğim şey beraber hayal kurmamız. Malum, beraber hayal kurabileceğin insanlar bulmak zor bu devirde. Çünkü insanların hayallere saygısı yok. O gün akşam sana bunu anlatmadan önce, benim temellerini kurduğum bu hayali beraber şekillendiririz diye düşünmüştüm. Genelde bu şekilde olurdu; ikimizden biri bir hayalini söylerdi, sonra da o hayali beraber şekillendirir, o hayale vücut verir, o hayale ruh üflerdik. Üniversitede evlenme hayalime eşlik etmeni umarak sana bu hayalimi sundum. Ve bana güldün, hayalimi geçiştirdin, konuyu kapattırdın. O an anlam veremediğim bir korku hissettim. Bir şeylerden korkuyordun, sebeplendiremediğim, merak ettiğim bir şeyden.
  Belki de olacakları sezdin. Hayal kutumuza bir hayal daha katmak istemedin, çünkü biliyordun ki o kutudaki her bir hayal şu an daha fazla acı çekmemize sebep olacak. Belki o yaşta böyle bir sorumluluk almaktan korkuyordun. Saygı duyarım. Ama düşünebiliyor musun, ben her şeyi göze aldım ve o hayali kucaklayıp senin karşına getirdim. Mümkün olduğunca en kısa sürede sana olan sevgimi herkes duysun, görsün istedim. İstediğim zaman elini tutmak, sana sarılıp saatlerce ağlamak istedim. "Bir hayaldi, gerçek oldu" demek istedim.
 Ama "Her bir hayalim ayrı bir göz yaşı oldu".