25 Şubat 2013 Pazartesi

Medyanın Köpekleri


Radyoyu açıyoruz. Saçma sözlere sahip müzikler. 1 hafta geçiyor açıyoruz, piyasada yeni bir sürü müzik çıktığı halde hala aynı sanatçının aynı müziği. Ne zaman gidiyor o müzik?  Aynı sanatçının farklı bir müziği çıkana kadar.
Facebook 'a Youtube'a bir video yayılıyor. Dünya çapında ün salıyor. Ne zaman gündemden düşüyor?  Sosyal platformlara yeni bir popüler video salınana kadar.
Dünya çapında bir olay oluyor. Herkes duyuyor ve herkes tarafından konuşuluyor. Günlerdir gündem de kalıyor. Ne zamana kadar?  Medya o haberi kaldırana kadar. Sonra kimse konuşmuyor.
Dikkatinizi çekti mi bir şeyler?
Gündemde ne kadar kalınması isteniyorsa o şey, o kadar kalıyor.  O şeyin ünlü olunması yayılması isteniyorsa çok güzel yapılıyor.
Örnek verelim mesela. Ben Rihanna dan girmek istiyorum konuya. Rihanna'nın ne pislik olduğunu nasıl bir örgüte bağlı olduğunu az çok internetle haşır neşir olanlar duymuştur. Onu geçtim şimdi. Rihanna'nın şarkılarına bakıyoruz.
Umbrella adlı şarkısı buyurun linki.
http://m.youtube.com/watch?v=CvBfHwUxHIk
Şu şarkının yarısı 
'You can stand under my umbrella
You can stand under my umbrella
(Ella ella eh eh eh)
Under my umbrella
(Ella ella eh eh eh)
Under my umbrella
(Ella ella eh eh eh)
Under my umbrella
(Ella ella eh eh eh eh eh eh)'
diye geçiyor. Anlamı 'Şemsiyemin altında durabilirsin. Ella eh eh eh Şemsiyemin altında eh Oh ah uh ye Şemsiyemin altında durabilirsin...'. Yarısı bununla geçiyor şarkının. Ve bu şarkı radyolarda 1 ay kalıyor. Youtube'da milyonlar bunu dinliyor. Türkiye'de de bir sürü insan dinliyor. Çoğunun şarkının anlamından haberi yok.
Şimdi Rihanna'nın başka bir şarkısına bakıyoruz. Şarkının adı Man Down. Buyrun linki. http://m.youtube.com/watch?v=sEhy-RXkNo0
Bu şarkının yarısı da 'Rampapapam Rampapapam Rampapapam, Man down' diye geçip gidiyor. 200 milyon insan izliyor. Klibini izleyen  insanların beyni yıkanıyor. 
Şimdi de yine Rihanna'dan Where Have You Been geliyor. Şarkının yarısı 'ver hev yu bin on May layf layf layf' diye geçiyor. Klibinde de bol bol subliminal var maşallah. Youtube'a yaz görürsün.
Şimdi Justin Bieber'a bakıyoruz. Zirve yaptığı şarkısı Baby. Buyrun linki.
http://m.youtube.com/watch?v=kffacxfA7G4
Elemanın şarkısı 800 milyon dinlenmiş. Şarkı genelde
Baby, baby, baby ohhh
Like baby, baby, baby noo
Like baby, baby, baby ohh
İle geçmekte. Şarkı sözlerini araştırın-her şeyi ben mi yapıcam-inanılmaz saçma. Ve bu eleman Amerikanın Yetenek programından bu kadar ünlü oluyor. Bizim Bayhanda 3. olmuştu kimsenin umrunda değil şimdi. Ve bizim ergen kızlarımız, Justinin daha bunların varlığından haberi olmayan kızlarımız, biletlerini alamadık diye kendilerine zarar verip, ailelerine zorla aldırarak, onları zor duruma düşürüyor. Allah akıl fikir versin diyip devam ediyoruz.
Sırada One Direction var. 5 tane eleman toplanmış dünyayı sallıyorlar. Bilmeyenlere söyliyim, bunlar İngiltere X-Factor yarışmasındaki ayrı ayrı yarışmacılar. Juri diyor sizleri bir araya getirelim, albüm çıkaralım, genç kızlar köpeğiniz olsun. Bu elemanların şarkılarıda saçma sapan. YouTube derya deniz bakınız ordan.
Gangnam Style var bir de. Adamlar bir şarkı ile dünya da ünlü oldu. Başka hiç bir şarkısını bilen yok adam akıllı.
Bir sürü farklı alanlarda bir sürü farklı örnekler mevcut. Sen giriyorsun Twitter'a, Facebook'a, bir arkadaşın paylaşmış oluyor bunlardan birini, ya da YouTube da önerilerde görürsün. (YouTube daki bu olayın başını da Vevo çekiyor.) Arabaya binersin radyoda çalar durur. Bir yerde karşına çıkar illaki. Ve bi anda yayılır bunlar.
Bunların amacı, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeleri, gelişmiş ülkelere özendirmek, oradaki bütün zorlukları perde arkasına alarak oraların bütün cazip gelen güzelliklerini ortaya koymaktır. Ve genelde hedef genç kitledir. Biz de çok güzel yiyoruz bunları. Sonra vatanına milletine ecdadına söven bir nesil oluşuyor. Sonrada memleket iyiye gidiyii.
Gözünüzü açın biraz. Elalemin sizi istediği gibi yönlendirmesine izin vermeyin. Gözünüzü açın.

24 Şubat 2013 Pazar

Parazit

Ankara'da yaşayanlar bilir. Bahçeli'ye inince ya da Kızılay'da gezerken görürsünüz 'Parazit' leri. Hatta illa oralara gitmeye gerek yoktur. Heryerdedirler bu Parazitler. Soluduğmuz havayı çalar bu parazitler. Çoğu, zerre yaşamayı hak etmez aslında. Sizin içmeniz gereken suyu içer bu parazitler. Sizin rızkınızı yerler. Parazitlerden bin tane toplasanız sizlerden biri etmez. Bunlar yaşamak için bi çaba sarfetmezler. Annelerinden babalarından geçinirler.
Hayatlarında zerre zorluk yaşamamıştır bu
Parazitler. Yazın bunu bi yere, 'İnsan acı çekerek olgunlaşır.' Bu Parazitler hayatta zerre zorluk çekmedikleri için hayatı toz pembe sanarlar. Yedikleri önünde yemedikleri ardındadır bunların. Caddeler de BMW leri ile Mercedes leri ile gezmenin adamlık olduğunu sanarlar bu parazitler. Kibirleri tavan yapmıştır. Kendilerini beğenmişlerdir.
Halbuki zerre beyin yoktur bunlarda. Amipteki çekirdek kadar beyinleri yoktur. Topraktaki ayrıştırıcının dünyaya olan katkısı bu Parazitlerden daha fazladır. İnek dışkısı daha yararlıdır bu Parazitlerden. Alın teri nedir bilmez bu itler. Evde kendileri yumurta kırmamışlardır daha hiç. Kendilerini bir şey sanan bu Parazitler, aslında analarının babalarının vaktinde verdiği emeği yerler.
Hayat bu itlere güzeldir. Zerre zorluk çekmeyen, toz pembe yaşayan bu zuppelere güzeldir.
Ama acıyorum lan yine de bunlara. Adamların hayal kurma kabiliyeti yok. Hayal güçleri kendi boklu kıçlarını bile hayal etmeye yetmez bunların. Çünkü zorluk çekmemiş ki adam. Adam istemiş ve anında önünde. Adam öğlen yemeklerini yemeyip, öğle yemeği parasının biriktirmeyi bilmez ki. Adam en son sevdiğin yemeği sona bırakmayı bilmez ki. Adam minnacık lolipopu 1 saatte bitirmeyi bilmez ki. Adam küçücük şekeri dakikalarca emmeyi bilmez ki. Adam mahalle maçında patlayan plastik topa dostlarla birlikte üzülmeyi bilmez ki. Adam oyun oynarken pantolonun dizini yirtmayı, sonra ondan dolayı yenilcek azarın verdiği korkuyu bilmez ki. Adam aynı pantolonu dizi yamalı giymeyi bilmez ki. Adam yeni ayakkabı alındığında o ayakkabı ile evin içinde dolaşmayı, ilk haftalar da zırt pırt ayakkabıyi silmeyi bilmez ki. Adam o ilk bisiklet için kurulan hayalleri bilmez. O bisiklet ile ilk karşılaşmanın verdiği mutluluğu bilmez. Sınav stresi bilmez. Gelecek kaygısı bilmez. Açlık nedir bilmez.
Yer, içer, boşaltım yapar.
Toplayacaksın bunları, topluca katlediceksin. Tavuk gribinde yaptıkları gibi. Tavuklara üzüldüğüm kadar üzülmem yemin ederim.
 
İstisnalar var, eyvallah. Ailesi zengindir ama kendisi çabalar. Siz kimlerden bahsettiğimi biliyorsunuz. Halim vaktim iyi şükür. Ama içimden geldi. Yazayım dedim. İyice isyankar 06 ya döndük. .

20 Şubat 2013 Çarşamba

Eğitim(!) Sistemi - (ll)

Eğitim Sistemi hakkında tekrar yazmak istedim çünkü baya geniş çaplı bir konu. Başlamadan önce bir önceki yazı olan 'İğne Yapan Teyze' hakkında bir kaç şey söylemek istiyorum. ' Geçerlik payı büyük ama yazma amacın neydi onu anlamadim.' gibisinden yorumlar aldım. Arkadaşlarım da 'Çok dağılmış konu' gibisinden şeyler söylediler. Benim anlatmak istediğim şey duyguların yaşanması ve paylaşılması gerektiğiydi. Ama bu konu çok geniş kapsamlı bir konu olduğu için ve bence, anlatılması zor bir konu olduğu için bir çok örneklendirme yaptım. Öyle olunca biraz konudan uzaklaşmış gibi oldum. Elimden geldiğince bunu anlatmaya çalıştım.
Dışarı çıktığımızı hayal edelim. Bir lisenin öğle arası vakti. Lisenin bahçesini izliyoruz. Bir köşede 4-5 genç, sırtlarında uzun siyah kaşe montları. Montun kollarından kollarını geçirmemişler. Kabadayı misali geçirmişler montları omuzlarının üzerine. Ellerinde 11 taşlı tesbihler. Etrafa tehditkar bakışlar saçarak geziyorlar bahçede. Bu 'ülkücü' gençler, kendi parti görüşünden olmayanlara fiziksel ve psikolojik baskı uyguluyor. - Yanlış anlaşılmasın. Ülkücüler sadece örnek. Diğer partilerinde böyle gruplaşması var. - Bir başka köşeye bakıyoruz. Uygunsuz durumlardaki kızlı erkekli çiftleri görüyoruz. Aralarında okulu sırf karşı cins ile etkileşim alanı olarak görenler var, maalesef. Evlerinde ders çalıştığı vakitten çok yarın falancaya nasıl görünsem, ne giysem diye düşünenler var. Yaşıtlarına hava atmak için ailelerini zor durumda bırakmak pahasına bazı şeyler aldıranlar var. Bir başka köşeye bakıyoruz. Yanında başka bir arkadaşı olmayan, tek başına takılan gençler var. Başları yerde dertli dertli oturan bu gençlerin kim bilir ne sıkıntıları var, dinleyeni yok. Bir başka köşede, 'teneffüs' yani dinlenme, mola vaktinde bile test çözenler var. Bu gençler, partilileşme, abartılı kız erkek ilişkileri ve daha bir çok sorun yüzünden derslerine odaklanamiyorlar. (ders diyorum çünkü şu an ki sistemin temel taşı dersler.). İstisnalar olabilir. Ama istisnaların olması bu davranışların hoş davranışlar olmadığı gerçeğini değiştirmez. Bu sorunlar, bu gençlerin derslerini etkilediği vakit onların geleceklerini de etkiliyor. Sonra bu pırıl pırıl gençler hayatın karanlık köşelerinde kayboluyor. Pekala, okuldaki eğitmenler, parti taraftarı olan gençlere, kendi derslerinde kendi tuttuğu partiyi belli edip, tartışma ortamına müsaade etmek yerine, oranın bir eğitim öğretim yuvası olduğunu, bu yaşta parti tutmanın bir mantığı olmadığını, siyasete bu yaşta kafa yormanın zaman kaybı olduğunu 'vaktinde' anlatsaydı, böyle olur muydu? Pekala , bu gençlere okulun eğitim öğretim yeri olduğunu, karşı cins ile oynaşma yeri olmadığını 'vaktinde' anlatsalar, böyle olur muydu? Pekala, bu gençlere güzel bir PDR (psikolojik danışmanlık ve rehberlik) hizmeti verilse, psikolojik destek görmenin eziklik olmadığı anlatılsa, insan sağlığı için gerekli ve yararlı bir şey olduğu 'vaktinde' anlatılsa, böyle olur muydu? Pekala, bu gençlere her şeyin '5 şıklı bir sınav' dan ibaret olmadığı anlatılsa, hayatın bu kadar basit olmadığı anlatılsa, daha sosyal olmaları gerektiği, topluma karışmaları gerektiği anlatılsa, okulun bir yandan da insanları hayata hazırlayan - artık ne kadar hazırlıyorsa - bir yer olduğuna 'vaktinde' anlatılsa, böyle olur muydu?
Çerçeve çok geniş aslında. Biz bu Eğitim Sistemi olayını yalnız bir bakanlığı duzelterek halledemeyiz. Bu Eğitim Sistemi yalnız sınavdan ibaret değil. Çerçeve çok daha geniş. Ekonomik, siyasi, kültürel, ailevi, ahlaki, maddi, sosyal birçok konu da sistem çatısı altında önemli alt başlıklardır. Hepsi birbiri ile ilişkili, bağlantılı. Birindeki eksiklik diğerini mahvediyor. Mesela çocuk siyasi olaylara karışıyor. O olaylar ile ilgilenmekten derslerinden geri kalıyor. Derslerinden geri kalınca dersleri ile arası bozuluyor. Çocuğunun derslerinin kötüye gittiğini öğrenen aile, çocuğa kızıyor. Çocuğun ailesi ile arası bozuluyor. Daha sonra gözü açılan çocuk, derslerinin dağ kadar biriktiğini görüyor. Gelecek kaygısı yaşıyor. Psikolojik sıkıntılar yaşamaya başlıyor... Olaylar olaylar yani. Yani olay sanıldığı kadar basit değil. Çok kompleks. Ve bu ülkede her bir devlet birimi kendine düşeni düzgünce yapmadığı için böyle durum. Ne zaman, herkes kendine düşeni menfaat gözetmeksizin, yerine getirir, o zaman bu sistem düzelir. Yoksa böyle devam ederse, babayı alın siz.

19 Şubat 2013 Salı

İğne Yapan Teyze

Küçükken misafirliğe gittiğimizde hep iğne yapan bir teyze vardı. Annemiz şımardığımızda hemen 'Uslu durmazsan abla sana iğne yapacakmış' derdi. Biz de korkardık uslu uslu oturur o ablaya da korku dolu gözlerle bakardık. Sonra 1. sınıfta okula aşıya geldikleri zaman kaçan çocuklar, 3-4 hemşirenin tuttuğu çocuklar, ağlayan çocuklar...
Ne demek istiyorum?
Ben küçükken sabahtan akşama kadar sokakta top oynardım. Her akşam eve döndüğümde vücudum yarar bere içinde olurdu. Ya da çoğunuz yaşamıştır, bisikletin ilk geldiği zamanda, o iki tekerlekle bisikleti sürmek için kaç kere düşüp kalktık. Top oynarken bisiklet sürerken düşmekten korkmadık. İğneden daha fazla acıtmasına rağmen.
Peki neden iğneden korktuk? O iğne yararlı bir şey normalde. Çoğumuz annemize şurup içelim diye yalvardık. Neden iğne olmamakta ısrarcıydık?
Çünkü hep iğneyle korkutulduk. Küçükken her şımarmamızda o iğne yapan teyze yüzünden iğne gözümüzde büyüdü.
Aradan yıllar geçti. Hala iğne olduğum zaman sağlığım için iğne olmam gerektiğini bilsem de içimde bir korku vardır. O korku bir kere yerleşti çünkü içime.
Filmlerde gormuşsünüzdür, eleman Psikoloğa gider. Bir sıkıntısı vardır. Koltuğa uzanır. Orda amca sallar saati ve sonra der ki 'Çocukluğuna inelim'. Neden çocukluk? Çünkü geçmişteki bir sorundan dolayı hâlâ o sorundan kaynaklanan sıkıntılar yaşar hasta.
Aslında bu olayı çocukluk ile kısıtlamamak lazım. Hayatımızın herhangi bir anında yaşadığımız bir sıkıntı, o an halledilmez ise gün geçtikçe o sıkıntı bizimle birlikte büyür. Aslında çok basit, ufak bir sıkıntıdır. Ama dağ gibi olur. En mutlu anımızda bir kramp gibi saplanır. Kısa sürer, ama huzuru kaçırır.
Bu olayı sadece olumsuzluklar ile örneklendirmek doğru olmaz. Herhangi bir mutlu anınız olsun mesela. Düğünlere neden o kadar insan çağrılır yıllardır. O mutlu çift mutluluklarını sevdikleri ile paylaşır. Bir yemek yapıldığında komşular ile paylaşırsın. Ve daha sonra yemeğini yerken içinde ayrı bir mutluluk olur. Neden peki?
Paylaşmak güzeldir çünkü. Bu söz boşuna değildir.
Duygularımız bize o duyguları yaşamak için bahşedilmiştir. Yaratan, bize ağlama özelliğini ağlayalım diye vermiştir. Diğer duygularımızda öyledir.
Mesela sevmek duygusu. Birini sevdiğinde bunu saklamanın bir manası yoktur. Bunu ona soylemenin de bir sakıncası yoktur. Hatta bu bir artıdır. Sevdiğimiz kişiye onu sevdiğimizi söylediğimiz zaman, duyguların karşılıklı olduğu ortaya çıkabilir. Beraber çok güzel anlar yaşanabilir. Ama eger bunu 'paylaşmazsan'  onca güzellik asla yaşanmaz. 'E peki ya sevmiyorsa' dediginiz duyar gibiyim. - çoğunuz bundan korkarsınız- Canim kardeşim. Paylaşmadan önce o kişiyle değildin zaten. Yani olumsuz cevap aldığında kaybettiğin bir şey yok. Hatta kendine ders bile çıkarabilirsin. Yani yine artısı olur.
Bir sıkıntın var diyelim mesela. İçine attın paylaşmadın kimseyle. Hatta sıkıntılı olduğun halde 'cool' luğundan taviz vermedin. Canım kardeşim o sıkıntı hala içinde senin. Temeli çürük bina gibi şekillenecek duyguların. Bizim yamalı yollar gibi olacaksın sen. Sen o sıkıntıyı paylaşsan, belki bir çare bulacaksın. Hadi bir çare bulamadı anlattığın kişi. En azından yükün hafifler biriyle paylaştığın için. İllaki rahatlarsın yani.
Yani sevgili okur, Yaratan bize duygularımızı yaşayalım diye vermiştir. Ağlamak istediğinde ağla anasını satayım, ağlamak nimettir nimet. Ağladığında akan bir kaç miligram göz yaşı ile üzerinden 1 ton yük kalkacak senin.
Kafanızı şişirdim yeter bu kadar. Bi kusur işlediysek affola.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Bütün Olumsuzluklara İnat

Hadi sen de gülümse.
Değerli bir abi demiştiki bana : 'Hayat bir tiyatro aslında... '. Şöyle bir düşününce aslında, ne kadar güzel bir söz. Hayatı çok ciddiye alanlar için, hayatı kolaylaştıran bir söz.
Girinti çıkıntı çok bu hayatta. Mutsuz olmaya bahane arasanız istemeyeceğiniz kadar bulursunuz. Mutlu olmak için de bir o kadar sebep vardır aslında. Ama biz kötüyü görürüz hep. Ve iyi olanı görenler kazanır.
Sen bir çamur birikintisini gördüğün zaman içindeki bir miktar suyu - bir zamanlar temiz olan suyu- hesaba katmazsın. Çamur der geçersin. Ya da muhteşem bir sahil de berrak bir denize girecek iken ayağına batan bir kaç taş parçasından yakınırsın. Onca güzelliği hiç edersin bir anda.
Bende böyleyim. 
Yaratan insana kaldıramayacağı yük vermez sevgili okur. Ve eğer çok sıkıntılı bir hayatınız var ise siz özelsiniz. Buna inanın. Daha dirençlisiniz diğer insanlardan.
Haberler de çevremizde görüyoruz bir sürü intihar eden insanları. İşte onlar pes edenlerdir. Onlar hayatın zorluklarının galibiyetini kabul edenlerdir.
Onlar kolayı seçenlerdir.
Bizim yapmamız gereken yılmayıp zorlukları alt etmeye çalışmaktır. Alt edemezsek de en azından elimizden geleni yaptık deriz.
İnanın zorluklar karşısında çektiğiniz sıkıntıların miktarından daha fazla mutlu olursunuz, zorlukları aştığınız zaman.
Hayat bir tiyatro sevgili okur. Yapımcı Yaratan, baş rol bizleriz. Kimin hayatımızda ne rol oynayacağına biz karar veririz. Sizi mutsuz edenleri oyununuzdan çıkarın. Repliğinizi verin. Sahneyi terk edin.

17 Şubat 2013 Pazar

Eğitim(!) Sistemi

YGS'ye hazırlanan bir genç olarak eğitim sisteminden şikayetçiyim. Her genç gibi. Bizi köpekleştiren bu sistemden. Gittikçe psikolojimi bozan bu sistemden.
Her insan farklıdır. Bunu bilmem kaç sene bir yerlerini yırtıp, o makama gelen Milli Eğitim Bakanı farkedemedi. Ya da o da farkında ama hâlâ mazoşist olduğu için her insanı aynı kabul eden bu sınav sistemini uyguluyor. Ya da Sikko reizin dediği gibi 'Kendisi ile çelişmek istemiyor.'
Psikoloğa ihtiyacım var. Gidip sorunun ne dediğinde bu sistem dicem. Dicem ki :
Doktor. Bana bu sistem saçma geliyor. Hepimiz köpek gibi ders çalışmaya zorlanıyoruz. Aramızda sanatsal zekası ağır basan insanı madde ile elektron proton ile imtahan eden bu sisteme karşıyım. Bu güzelim hayattaki en güzel senelerimizi köpek gibi siyah beyaz görmeye zorlayan bu sisteme karşıyım. Bunun dile getirince ne oluyor biliyor musun doktor. Vazifen bu diyor. Bu vazifeyi kim verdi bize? Bir zamanlar benimle aynı dönemleri yaşayan bir adam verdi. Ve 2 Milyon genç o adamın dediğini yapmak zorunda. Bu hayatta bir yerlere tutunmak, ileride rahat etmek, insanlara ileride lafını geçirmek için. Makam denen pislik şey için. Ama sonun da ne olacak biliyor musun? O makam, para - en iyi ihtimalle- çocuklarına torunlarına miras olcak. Senin elinde kalan kefenin olcak. Bu hayattaki iyi amellerin olcak.
Bizim neslimiz hayal kuramaz oldu doktor. Yılları dersane-okul-ev şeytan üçgenin de geçiyor gencecik insanların. 12 yaşında başladı bu işkence. Kime sorduğun zaman Raftingci olucam diyor?  Kime sorduğun da Müzisyen olcam diyor? 2 milyon gencin 4 de 1'i Doktor, diğer 4 de 1'i mühendis, diğer 4 de 1'i Hukukçu olmak istiyor. Geri kalanların da sulalesi sağlam. İstisnalar var tabii. Yani doktor, insanlar hayal kurup hayallerinin peşinden koşmayı unuttu. Milletin gayesi para oldu.
Çoğumuz evde yalnız kalsak ve dışarıda fast food yerleri restoranlar olmasa açlıktan ölürüz. Fizikte aylarımızı verdik elektrik konusuna. Kaçımız evdeki ahizeyi takabilir?  Pratik de sıfır çoğumuz.'
Ama Doktor bir şey diyemez. Kendine yediremez. O koltuğa oturmak için 12 yıl kitaplarla cebelleşti o. Sonra TUS'u, uzmanlığı bilmemnesi. O da belki böyle düşündü ama bir şey diyemedi.
Peki bunları benim gibi bir insan bile düşünüyor da, yıllarını verip bi yerlerini yırtan Bakan düşünemiyor mu? Beyni yok mu onun?
Hayır.
Gayet zeki.
Aptal olan bizleriz.
Bu sistem Türk gençlerinin asıl kabiliyetlerini kamufle etmeye yöneliktir. Beyinlerimizi törpülemeye yöneliktir. Aramızdan muhteşem sanatkarlar, müzisyenler, yazarlar, şairler çıkabilir. Ya da cok iyi sporcular. Çok başarılı mühendisler.
Aptal olan bizleriz okur. Yıllardır baş eydik.
Ama artık birilerinin dur demesi lazım.
Zor, evet. Ama bir yerden başlamak lazım.
Uyanmak lazım.

Gülü Seven Misali

Dikenine katlananlardanım ben de. Binlercesinden biriyim. Zoru seçtim. Adam gibi sevdim. Adam gibi sevilmek isterim. Hissetmek isterim. Çok mu şey isterim? Bir çift güzel lafı geçtim artık. Her şey kelimelerden ibaret değildir. Sadece hissettir bana içindekileri. Kendinİ bana aç. Güven bana. Kollarıma bırak kendini. Ben senin canını yakmam. İncitmem seni. Babanın çocuğunu ilk kucağına alışı gibi. Korkarım ama sarmak isterim. Sarmam bir şey olur diye.

Anlatabiliyor muyum?

Omzuma başını koyduğun da ki anı istiyorum. Olay ten teması değil be güzelim. Olay bulusmak değil. Olay etrafta sürtmek değil. Seni yanımda hissetmek isterim. O anki gibi her şeyi unutmak. Sadece sen ve ben. Güneş sisteminin merkezindeki güneş gibi olmak isterim seninle. İçindeki Hidrojen ile Helyumun durmak bilmeyen etkileşimi.

Anlatabiliyor muyum?

Ağlamak isterim. Sana sarılıp bütün pisliklerimin gözlerimden akıp gitmesini. Erkeğin en zayıf olduğu anlardan biridir ağlamak. Sana bütün zayıflıklarımı göstermek isterim. Seninle geçen bir ömür. Iyi günde Kötü Günde. Hastalıkta sağlıkta.

Ben seni isterim.

Her zaman isterim.

Anlatabiliyor muyum?

Anlatamiyorum. Hiç anlatamadım.