31 Mayıs 2014 Cumartesi

Kendisi Küçük Ruhu Büyüklere(2)

 Hepimiz anne karnından çıktığımızda kendisi küçük ruhu büyük insanlardık. Hepimiz tertemizdik, Dünya'nın bütün pisliklerinden arınmş, günahsızdık. Dışarıdan baktığımızda ufak hayallerimiz vardı, ama yaşımızdan çok büyüktü. Bu da bizi büyük ruhlu yapan şeydi aslında.
 Dünyaya geldiğimizde, o ilk ağlayışımızda, göbek bağının kesilmesinde bir işaret vardı aslında: Yaradılıştan gelen bir işaret, bir vaad. O göbek bağı kesildi çünkü bizim özgür olmamız gerekiyordu. Kendi yolumuzu çizmemiz, kendi dünyamızı kurmamız gerekiyordu. Ama öyle olmadı.
 Sonra ağlamaya başladık. Ağlamak bizim hayata isyanımızdı. Gidişattan memnun değildik, olanlardan hoşnut değildik. Göbek bağımız kesilirken Yaradan'ın bize vadettiği bu değildi. Yırtınırcasına ağladık. Ama insanlar  anlamadılar; "Yorgundur, uykusu vardır, karnı acıkmıştır, gazı vardır" dediler. Sonra uyuşturucu misali bize meme verdi Annemiz, meme ile bizi uyuşturup uyuttular, bizi sallaya sallaya uyuttular.
 Bazen masanın üstündeki kumandayı istedik, bazen yerdeki minik oyuncağı ağzımıza almak istedik, bazen havadaki uçağı istedik. Ama hepsi elimizden sırayla alındı. Hayallerimiz sırayla elimizden alındı.
 Havada uçan uçağı gördüğümüzde "Baba bana uçak alsana" dedik. O bize bir oyuncak uçak aldı. Ama aslında biz oyuncak uçak istemiyorduk, biz o büyük uçağı istiyorduk. O neden bizim olmasındı ki? O uçağın sahibinin de bir babası vardı. Bizim babamız niye alamasındı ki?
 Biz etrafımızdaki dünyaları keşfetmek istedik. Farklı farklı şeyleri keşfetmek istedik. Ama bize hep "cız", "e-eh", "kaka" dendi. Başka ufuklara, başka dünyalara kapatıldı kapılarımız birer birer. Soyutlandık Dünya'nın nimetlerinden.
 Sonra ağlamaktan korkar olduk, isyan etmekten korkar olduk. Birer koyun haline geldik. Çünkü eğer ağlarsak yine istemediğimiz halde uyutulacaktık, meme emecektik. "Gazı vardır" diyip anlamsız anlamsız popomuza vuracaklardı. Korktuk. Düşüncelerimizi ifade etmekten korktuk, baş kaldırmaktan korktuk. Sessizleştik, boyun eğdik, mememizi emdik, uyuduk.
 Başta hepimizin ruhu büyüktü, kendimizden büyük hayallerimiz vardı. Sonradan hırsızlar ile tanıştık. Hayallerimizi çaldılar. Dalları kesilen ağaç gibi, odundan bir farkımız olmayan insanlar haline geldik. 

25 Mayıs 2014 Pazar

Kendisi Küçük Ruhu Büyüklere

 Yine bir cumartesi akşamı, yine bir dersane çıkışı, yine bir eve giden yol... Eve gitmek için Ankaray'ı bekliyorum. Kulağımda kulaklığım, "kendim gibi iç karartıcı" müziklerimi dinliyorum. İnsanları inceliyorum, en sevdiğim şey bu aralar. Tipik insan modelleri: 14-17 yaş arası, apış arası avına çıkmış çocuklar, 18-22 yaş arası "üniversiteliyim ben olom ayıqs" modunda gençler, 22-40 yaş arası "Dünyanın en dertli ve en çok ağır yüklü insanıyım" modunda yetişkinler, geri kalan amcalar teyzeler de "ölücem ben artık ya, gençken ben de senin gibiydim" der gibi bakıyorlar. Sıradan bir gün yani. Derken kalabalığın arasından iki tane ufak mini dünya çıka geldi.
 Birisi 6-7 yaşlarında gibiydi. Sarışındı aslında, ama bunu anlamak zaman aldı biraz. Çünkü saçları ve yüzü kir içindeydi. Üzerinde yeşil bir eşofman vardı, ama yeşilliğini gittikçe kaybetmiş, yeşillerin yerini siyahlar almıştı. İncelemeye devam ettim, gözleri yepyeşildi. Çok güzel bir yeşildi. Sanki üzerindeki eşofmanın yeşilliğini kendi elleriyle seçmiş gibiydi gözleriyle uyumlu olsun diye. Burnunun ucu kızarmıştı. Bu onu daha da tatlı gösteriyordu. Gözlerim yere gittikçe içim de parçalanmaya başladı iyice, ayakkabıları yoktu.
 Diğeri ise okuyor olsa 3. ya da 4. sınıfa falan giderdi sanırım. Esmerdi. Saçları kıvırcık gözleri elaydı. "Büyünce çok kızın canını yakacaktı." Ufak olanın abisi miydi bilmiyorum, ama birbirlerinden uzak oturuyorlardı. Aralarında konuşmaya başladılar, yabancı bir dildi, tahminen Suriyelilerdi. Allah bilir anaları babaları nerdeydi, hangi toprağın altındaydı?
 Ben bu düşüncelere dalmışken büyük olanın bana baktığını fark ettim. Ben gözlerine bakınca gözlerini benden kaçırdı. Sonra önüme döndüm, 2-3 saniye sonra geri baktım. Gözlerini tekrar kaçırdı, yüzünde ufak bir tebessüm vardı bu sefer. Anlamıştım ki aramızda ufak bir oyundu bu. Bunu bir kaç kez tekrarladık, tebessümler gülücüklere, sonra ufak ufak kahkahalara döndü. İkimiz de oldukça eğleniyorduk. Bize tip tip bakan insanlara inat, onları kirli üstü başından dolayı yargılayan gözlerle bakan insanlara inat biz gülüyorduk.
Sonra ufak olan büyük olanın karşısına oturdu. Çekimser tavırları vardı. Elini yüzüyle kapatıp parmak arasından bizi izliyordu. Sonra bir anda bakışlarımı ona çevirip gözlerimi kıstım. Sonra sırıtıp gözünü kaçırdı. Aynı oyuna onunla giriştik. O da gülerken dişlerini görme şerefine beni ulaştırdı. İnanılmazdı, yüzündeki siyahlıklara  renkte dişleri adeta etrafı aydınlattı: Bembayaz dişler ordaydı, "Bütün Olumsuzluklara İnat"(http://varmiyimyokmuyum.blogspot.com.tr/2013/02/butun-olumsuzluklara-inat.html) der gibi. İneceğim durağa 1 durak kalmıştı. Çantamı omzuma taktım. Bir yandan gözüm onlardaydı. Dikkatimi bir şey çekti, oyunumuz yeni bir boyut kazanmıştı: Beni taklit etmece! Büyük olan da çantasını alıp omzuna takar gibi yaptı. Sonra ayağa kalktım, o da ayağa kalktı. Ufak olanın tatlı kahkahaları oyunumuza arka plan gibiydi. Sonra ellerimle çeşitli hareketler yapmaya başladım: Hava kaldırdım, indirdim, kaldırıp gibi yapıp hemen indirdim, kollarımla dalga yaptım, sol elimle sağ kulağımı tuttum, sağ elimle sol kulağımı tuttum. Bu sırada bize bakıp gülen insanları gördüm. Mutlu oldum, çünkü onların dünyanın pisliğinden arınmış kirli birer çocuk olduğunu gösterdim. İneceğim yere geldim, merdivenlere yöneldim. Merdivenin başında iki minik dostuma el salladım.  İçimden "Dünyanın bütün temiz yanları sizinle olsun." diyip kendi karamsar dünyama geri döndüm.
 24 Mayıs 2014 günü akşam üzeri saat 7-8 civarı hayatımda bir şeyi daha öğrendim. İnsanı asıl büyüten şeyler çektiği sıkıntılardır. İnsanın iki türlü yaşı vardır: 1.si biyolojik yaşı, 2.si ruhsal yaşı. Kimisi vardır hayatında en ufak bir sıkıntı bile yaşamamıştır, eli sıcak sudan soğuk suya girmemiştir. Önüne gelen bütün zorlukları bir damla ter akıtmadan atlatmıştır. Bu insan 50 yaşında olsa bile ruhu 13 yaşındadır. Kimisi vardır annesini babasını küçükken kaybetmiş, ayağında giyecek ayakkabısı olmayan, cebinde sakız alacak parası dahi olmayan, daha o yaşta geçim sıkıntısının içinde kendini bulmuştur. Bu insan 13 yaşında olsa bile ruhu 50 yaşındadır. Kimisi vardır borsadaki hissesinin fiyatı 50 milyon dolardan 40 milyon dolara düştü diye dertlenir. Bu insan 50 yaşındadır, ama ruhu 13 yaşındadır. Kimisi vardır karnı açlıktan guruldar, cebinde parası yoktur, ama bütün olumsuzluklara inat gülümsemeye devam eder. Bu insan 13 yaşındadır, ama ruhu 50 yaşındadır.
 Selam olsun sizlere, selam olsun Kendisi Küçük, Ruhu Büyüklere.

...

Ver elini benim özgür karanlığım
Ellerimle kovaladığım sonsuz baharım

Aslını istersen neden yazmadığım bunca zaman
Lanet büyüsünü neden bozduğum aşık mısraların
Eskisi gibi neden gülmediğim gözlerim gülüşümle raks ettirik
Yarını neden beklemediğim eski zamanlardaki gibi giderken
Ki yarınlar da bugünkü kadar senle dolacak en azından
Ümit dolu en az bugünkü kadar
Merak edersen neden tercih ettiğim sükutun yalnızlığını

Söylemeliyim öyleyse söz vermenden korktuğum
En nihayetinde sen de sözveriptutmayangillerdensin
Lütfen umursama beni, sadece sözlere alerjim var
Aslında yazmadım işte, say ki bunu da yazmadım
Masum bir bahar gelir de söz verirsin diye korktum

22 Mayıs 2014 Perşembe

Selam

Selam
Selam size pisliklerin içindekinden
Hor görülenden, "boklu" diye
Hayvanların en aşağılananından,
sevilmeyeninden,
yalnız bırakılanından, farklı diye.

ve

Selam size
Eski mısırlıların tanrılaştırdığından
Dünya'yı, Ay'ı, Güneş'i deveran ettirenden
Bilgeliğin zirvesinden,
ya da hiçliğin,
ya da varlığın...
Selam size Scarabaeus Sacer'den.
Selam size bir küçük "bok böceğinden".

Lise Notları (Son)

 Hayatımda beni değiştiren 5 olay oldu. 1. si Babam'ı kaybetmem, 2.si ortaokulda tam bir erkek orospusu iken Teyzem'in bana benim kendime gelmemi sağlayan konuşmayı yapması, 3.sü Annem'in evlenmesi, 4.sü O'nu sevmem, 5.si O'nunla ayrılmam.
 Şu an bana sorsanız, lisedeki en büyük pişmanlığın ne diye, içimdeki sevginin büyümesine izin vermek derim. Ama en azından elde sıfır yok. En azından kızları tanıdım, en azından sevmeyi öğrendim, en azından bir ilişki nasıl olmalı onu öğrendim.
 Çevrenizde yaşıtınız bir kızın yanına gidin. Deyin ki, "Siz kızlar aşırı naz yapıyorsunuz, boş boş tripler atıyorsunuz, kıskançlığın dozajını bilmiyorsunuz, mantıklı düşünmeniz gereken zamanlarda aşırı duygusal düşünüyorsunuz." Alacağınız cevap %90 "Evet ya biraz öyleyiz sanki" gibisinden bir şey olacaktır.-İstisnalara saygılar.- Ama onlardan birisiyle bir ilişiye girseniz bu söyledikleri cevabı unutup yine aynı haltı yiyecekler.
 Bir diğer mesele,(en can alıcı olan) siz bir olumsuz olaydan sonra O'ndan söz alacaksınız, "Boş boş trip yok, boş boş küsmek yok." Ve hemen ardından o da nesi? Whatsapp'tan gelen boş trip rüzgarları. Sözler unutulacak, sonra yine sözler verilecek, sonra yine sözler unutulacak... Güven duygularınızın bujileri meme yapacak.Harrry Potter'da Harry'nin ruhunu emen ruh emiciler gibi emecek sevginizi, güveninizi yıkılan her bir söz. Bir insan yüzünden zihninizde bütün insanlığa karşı önyargılar oluşacak. İleride o önyargıları yıkmak için boş yere efor sarf ediceksiniz.
 Eğer siz de gerçek sevginin peşindeyseniz ve lisedeyseniz bunun peşini bırakın. Hüsrana uğrarsınız.Lisede 2 türlü ilişki göreceksiniz -istisnalara can kurban-. 1.si akılları genital bölgelerinde olan çiftlerin oluşturduğu ilişki; 2.si gerçek sevgiyi arayan, sonucunda da hüsrana boğulan ilişki. Ve hüsrana boğulan genelde erkeklerdir. Kızlar lise çağında olgun düşünemez.-istisnaları Allah sahibine bağışlasın.- Bunu size ispatlamak için uğraşmayacağım. Denendi, onaylandı, tecrübe edildi, hakkında 20'ye yakın yazı yayınlandı. İnanmayana denemesi, tecrübe edilmesi, kazık yemesi, hüsrana uğraması, triplere girip kafayı yemesi, ömründen ömür çalınması bedava.
 Benim lise hayatım bu kadar. Klişe şeyleri atladım zaten. Bu seri de burda biter.
Gökten 3 integral sorusu düşmüş, 3'ünün de Allah belasını versin.

18 Mayıs 2014 Pazar

Ateş Böceği ile Kelebek 6

Çok özlerdim seni ateş böceği
Yokluğunda çok ağlardım...
Çok dalardım uzaklara,
Uzaklar gözlerin olmuşçasına
Aşkla, hasretle uzaklara bakardım.
Bana gözlerini hatırlatacak
Bir deniz bile yoktu Konya'da.
Ama yüreğim havalanırdı yine,
Sanırdım yerinden çıkacak.

Masumdum o zamanlar ateş böceği,
Özleminden ağlayacak kadar masum...
Ne zaman ki anladım gelmeyeceğini,
Ben o gün ebediyyen sustum.
Mısralarıma ödettim diyetini;
Kinimi, kederimi onlara kustum.
Sonra bana şair dediler, sana seci...
Ben kozadan çıktım, yetiş ateş böceği!

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Ateş Böceği ile Kelebek 5

Işılda ateş böceği!
Meydan oku seni hor gören yıldızlara
Işığın aşkın ile besleniyorsa
Işılda sen, aldırış etme sonbahara.

Işılda ateş böceği, derdimle dertlen.
Sana kurban olmayı şeref bilirim ben.
Sen ışılda, ben şahadet içeyim ellerinden.
Işılda, henüz masumiyetimizi yitirmemişken.
Bilirim, çok seversin;
Öyle ki dillere destandır sevdan
O sevdaya bin canlar kurban.

Bilirim; gözyaşlarını bilirim.
Dualarına karışır şafağı beklerken.
Sen ışılda, ben gözyaşlarını silerken.
Sen ışılda, gerekirse solarım ben.
Çok lazımsa hasret, ben çekerim. 
Sen ışılda, ben gözyaşlarını bilirim.
Gerekirse hiç çıkmam kozadan,
Söz, açmam kanatlarımı beriye aşktan.
Yeter ki sen ışılda, sen o aşk ile yan.
Ben hamım daha, bari sen kanatlan.

Uç ateş böceği,
Aldırma, yıldızlar imrenerek bakacak ardından.
Kanatlarım aşka gelecek ışığından.
Yıldızlar diz çökecek ardından.
Ama sen dönüp bakmayacaksın, uçuyor olacaksın.
Işılda ateş böceği!
Aydınlat bu karanlık geceyi.

Gel, İstersen

Amelini sağdan alıp cennete koşar gibi,
Diplomanı alır almaz gel.
Sonra ilk maaşınla bir çift yüzük
Ve bir takım elbise belki.
İçine beyaz gömlek yakışır kirli sakalına.
Karşıma öyle çıkmak istemezsen 
-Bil ki umrumda olmayacak-
Sabah erkenden tıraş ol, öyle gel.
Bir de renkli, desenli papyonları severim
Beni bozar, demezsen onu da tak.
Tarama saçlarını, doğal olsun dersen.
Gözlük de hiç fena fikir değil.
Ayağına ne ayakkabı seversen onu giyin.
Dost başa, düşman ayağa derler
Ondan ayağına bakmam zaten
Ama klasik sevmem haberin olsun
Hatta mümkünse spor, bürokrat dahi olsan.
Koşarak gel, beraber büyüdüğün ahbabını özlemiş gibi
Ve karşılık bekleme lütfen, söz de verme
Bilmezsin, sözlere alerjim var hanidir.
Bu şiirler sana yazılmamış gibi
Tanışıklığımız bu hayattan evvelkiyle kalsın.
Belki sonrasına da gider bu hayatın, ne dersin?
Sanki beni çok sevmiş gibi
Bir papatyayla gel elinde.
Gül çok sıradan, sana yakışmaz.
Yalnızlıklarını koy bir beyaz papatyaya
Bensizliğini de ona yaz
Ben kendime benzetirim papatyaları
Onlar da benim gibi sarı, benim gibi beyaz...
Benim kadar masum, hatta benden de fazla biraz
Umursama,
Gel. 
Geçmişinle, geleceğinle
Elinde bir çift yüzükle
Hakkımda bildiklerinle, bilmediklerinle
Sana yazdığımı sandığın şiirlerimle
Gel.
Çünkü ben hiç utanmadım,
Bu şiiri sana yazdım.

15 Mayıs 2014 Perşembe

Lise Notları (7)

 Bir tabloyu duvara asmak için elinize bir çivi ve bir de çekiç aldınız. Çiviyi çaktınız. Çok fazla derine girmesine gerek yok çivinin. Yüzeysel olması yeterli. Çivi yerine oturdu, tabloyu tutar hale geldi. Güzel. Tabloyu astınız. Sonra arkanızı döndüğünüz zaman bir ses geldi. Tekrar geriye baktınız, tablo düşmüş. Geri dönüp yere düşen çiviyi alıyorsunuz ve tekrar çiviyi çakıyorsunuz. Ama bu sefer daha derin. Sonra tabloyu çivinin üzerine koyuyorsunuz. Güzel. Daha sağlam gibi. Bu sefer düşmez duruyor. Tabloya şöyle bir bakıyorsunuz; mutluluk temalı bir tablo. İyi ki almışım diyorsunuz. Tam başka işlerime girişeyim diye arkanızı dönüyorsunuz ki tekrar bir düşme sesi kulağınıza geliyor. Tablo yine düşmüş. Sinirleniyorsunuz, tabloyu bir kenara koyayım sonra hallederim diyorsunuz. Ama çok büyük bir hevesle aldığınız için bir an önce evinizin en güzel köşesine asmak istiyorsunuz. Çiviyi yerden alıyorsunuz, daha derin çakayım diye düşünürken o da nesi: Açtığınız delik çivinin boyunu çoktan geçmiş.
 İlişkide düzenli ve can sıkıcı hale gelmeye başlayan küsme, üzerine üç, beş, yedi, hatta 1 ay süren konuşmama periyotları can sıkıcı hale gelmeye başlamıştı. Her seferinde verilen sözler, ardından tekrar aynı haltın yenmesi, sonra tekrar verilen sözler, sonra tekrar aynı haltın yenmesi... Kalbinize saplanan bir kazık düşünün, sonra saplayan kişinin bir daha saplamayacağım diyip sonra tekrar sapladığını, aynı olayı bir kaç kere yaptığını düşünün. İnsanda kalp kalmaz değil mi ? 
 İrili ufaklı bir çok olaydan, verilen bir çok sözün ardından her şey çok güzel giderken bir anda değişen hava, soğuk tavırlar, saçma sapan tripler ardından yine bir uzun soluklu konuşmama seansına hoş geldik. Sebebi açıklanırken seçilen inanılmaz saçma kelimeler sonucu oluşan kalp ve kafa travması da 2 hafta boyunca sürdü. O zaman kullandığı kelimeler yüzünden her şey bitti sanmıştım. Yıkılmıştım. Mahvolmuştum vb...
 Bir buçuk ay konuşmadık. O bir buçuk ay geçirdiğim duygu nöbetleri (anlık çok mutlu olup ardından inanılmaz bir hüzne kapılıp dengesiz tavırlar sergilemek) hat safhadaydı. Yavaştan onsuzluğa alışmaya başlamıştım. Bu gerçeği kabullenmiştim. Düşünsenize bir uzvunuzu kaybetmek gibi bir şeydi sanki. Yıllar süren birliktelik sonuçta. 
 Yavaştan alışma evresine girdiğim anda ansızın karşıma çıkıverdi. Dershane çıkışımda gördüm onu. Ardından aramalar, telefon görüşmeleri... "Bir daha asla seni üzmeyeceğim elimden geleni yapacağım söz veriyorum." O an dedim ki tamam artık bir daha yapmaz. Bütün güven duvarlarımı yeniden inşa ettim, içine de ikimizi koydum. Tamam dedim bir daha olmayacak. Tamam dedim artık çok mutlu olacağız.
 Her şey yolunda gibi gidiyordu. Aramız güzeldi, iltifatlar canımlar cicimler, geyik havada uçuşuyordu. Her şey güzel gidiyordu. Umarım nazar değmezdi, değil mi ?
 Ayrıldığımız zaman en çok canımı sıkan şeylerden biri şuydu: Biz çevremizdeki insanlara, arkadaşlarıma örnek bir çifttik. Birbirlerine yıllarca sadık olan 2 insandan söz ediyoruz, günümüzde az rastlanır bir şey sonuçta. İlişkimiz mutluluğumuz insanları imrendiriyor, maşallah dedirtiyordu. Arkadaşlarım "Evlenceksiniz oğlum siz, düğün ne zaman, yenge nasıl" geyikler yapıyordu. Canımı en çok sıkan şey de insanların bizim konuşmama anlarımızda O'nu sorduğunda "Konuşmuyoruz, saçma bir sebepten" demekti. Güya örnek olan bir çiftin saçma sapan sebeplerden konuşmayı kesmesi, araya küslük girmesi... Ne kadar komik ve gülünçtü.
 Ve en beklemediğim bir anda, en ummadığım bir zamanda, dünyanın belki de en ergen tartışması çıka geldi. "Facebook şifresini değiştirmem."
 İnanın kendimi savunmayacağım bile. Gereksinim duymuyorum artık. Çünkü bitti artık benim için her şey, bütün hayaller yıkıldı kapının önüne kondu, bütün güven yok oldu, bütün inanç tükendi...


Ateş Böceği ile Kelebek 4

İnandığım masallar vardı ateş böceğim,
Sana yazdığım mısralarım.
Dillenirken mürekkebimde kafiyelerim,
Beni izlediğini varsayardım.
O yüzden susardım, bir şey söylemezdim;
Gözlerim kulaklarımda yazardım.
Gözlerim gözlerinde, sustum sayardım.
Hayaller kurar, bir şiir yazardım.
Sen ister şiir de ister bir kelebeğin secili çığlıkları;
Ama ben kafiyeyi gerçekten umursamazdım.

Ateş Böceği ile Kelebek 3


Büyü artık ateş böceği;
Kendi kararlarını kendin ver.
Çok sev bir kelebeği;
O ben olayım, ona ömrünü ser.
Daha kelebek olmadan sev onu.
Ne kanatlarını ne desenlerini gör.
Şimdilik sadece gönlünü ortaya koy.
Tırtıl kelebek olmadan;
Kelebek kozadan çıkmadan;
Kanatlarını semaya açmadan;
Ümit ver, ümitlen.
Zira kelebekler de gökyüzünü sever
Senin gibi
Hiç görmeden.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir Küçük Akrostiş Meselesi

Aşinadır bana, senin o masum bakışların. Leyla'n olmak isterdim, eğer Mecnûn olsaydın. Pek farklı olmazdı o zaman sebebi gözyaşlarımın. Elimden tutardın sen sımsıkı, gözlerime bakardın. Radyomuzu açıp sonra, belki bir şarkı tutardın.
En büyük hüzünlerinde gelip omzumda ağlardın; Nerede o aşklar, nerede şimdi, diye sorardın.
Namlunun ucuna ben, şüphesiz, kalbimi koyardım.
En güzel hayallerimi elbet seninle kurardım. Rüyalarımdan bir gün nihayet ben de uyandım; Daima aklımda olacağının farkına vardım. Eğer sen Mecnûn olsaydın, aşkı bende bulsaydın Söz verip sana seni kalbime koyardım İmtihan dünyası diye boşuna dememişler ya Ne ben deliyim şimdi ne de sen sevdalısın bana.

Ateş Böceği ile Kelebek 2

Biriktir içinde doğum günlerimi Belki bir gün bir yıldız kayar Bir dilek tutarım gerçek olur Yanımda olursun, senin olurum
Biriktir içinde ayrı geçen bayramları Belki bir gün telefonum çalar Arayan sildiğim numaran olur Ben yeniden cananımı bulurum
Biriktir içinde bu sonbaharları Bil ki bir gün kış gelip çatar Atkın, eldivenin bir başkası olur Belki o kış ben de unutulurum
Biriktir içinde sevdiğin filmleri Belki bir gün sinemalar dolar Senin de bir çift biletin olur Hiç çekinmem yanına otururum
Biriktir içinde bensiz sabahları Belki bir gün güneş geç doğar O gün, belki, bizim günümüz olur Belki bir sabah yanında uyanırım
Biriktir içinde duymadığın sesimi Belki bir gün bize yazılır şarkılar Radyodaki şarkı bizim şarkımız olur Ben gözlerine bakar, yine utanırım
Ben içimde biriktiriyorum sensizliğimi Bir gün derdime derman olmazsa mısralar Belki özleminle son nefesimi solur Bembeyaz kefenimle yanına uzanırım

Ateş Böceği ile Kelebek

Biraz sabret ateş böceği! Sabret ki mevsim sonbahardır; Ellerim soğuk, gözlerim hardır.
Tut gözlerimden Zira en çok onları seversin Sen benim hayalimken Ben senin gerçeğin de olurum istersen Yeter ki tut gözlerimden
Gerçekliğinin bu uzak soyunda Bana hayallerim kadar kardeşsin. Sen, hayallerime sığmayan gerçek, Umutlarıma fedai, Değerlilerime miğfersin. Ey kılıcın kuşanmadan gelen süvari, Az bekle hele, zamanın gelsin.
Sen körpecik tırtıl, Ben kozadan çıkmayı bekleyen kelebek; Kanatlarım olmadan gelme, incitirsin.
Sen gecelerimi ışıtan ateş böceği, Ben sana uzaktan meftun bir yaprak; Ben yeşermeden gelme, incinirsin. Işığın açma hemen gönlüme, göze gelirsin.

11 Mayıs 2014 Pazar

Lise Notları (6)

 Amerika'ya vardığım zaman o anki yorgunluğumdan dolayı hiç bir şeyi düşünemez haldeydim bi nevi. Ama düşünebildiğim tek bir şey varsa o da O'nun videoya karşı tepkisinin ne olduğu idi. Teyzemler beni aldı, eve gittik. Arada 8 saat kadar gibi bir fark olduğundan dolayı O'nun mantıken uyuyor olması gerekirdi. Aileme vardığımı söyledim. Yatma hazırlıklarına başladım. Ertesi gün benim için zorlu olacaktı.
 Skype'ı açtım ve  O online idi. Direk mesaj attım. "Selam". Klasik nasılsın napıyorsun hayat nasıl gidiyor faslından sonra "Hayatımda aldığım en güzel hediyeydi." dedi. O an Dünyalar benim olmuştu tabi. Çok mutlu olmuştum. Midemdeki kelebekler ani bir mitoz bölünme yaşayarak birbirleriyle iç içe girercesine uçuşuyorlardı. Çok heyecanlandığım zaman titreme başlarım, felaket bir titreme tuttu beni. Her şey güzel olacaktı. Değil mi ?
 Saatlerce konuşma devri tekrar döndü. Hatta o kadar konuşmaya kaptırmıştım ki kendimi dışarıya gezmeye çıkmak istemiyordum. Teyzemle bundan dolayı kavga ediyorduk. "O kadar Amerikalara geldin bilgisayar başında oturuyorsun." Haklıydı kadın. Ama insanın o an kulağı sağır gözü kör oluyor işte. Değer verdiğin insanla iki kelam konuşmak için her şeye resti çekiyorsun. Bir çok kalp kırıyorsun. Arkama dönüp bakıyorum şimdi. Arkadaşlarımla beraber vakit harcarken kafamı telefona gömmek, annemle telefon yüzünden kavga etmek, yurt müdürümle kavga edip aramı bozmak, Teyzemle kavga etmek... Değer miydi diyor insan bazen onca olanlardan sonra. Değer miydi ?
 Mutluyduk, iyiydik, hoştuk. Saatlerce konuşmalar, imalı imalı gülücükler... Hayat bize güzeldi. Toz pembe her şey. Aradaki saat farkına rağmen benim için gece geç saatlere kadar ayakta kalıyordu. O an her şey durmuş gibiydi. Sanki sadece biz varmışız gibi.
 "Günler, haftalar, aylar geçti. Belki bir çok şey yaşadık belki bir çok şey değişti. Ama tek bir şey değişmedi." Gün geçtikçe ona daha çok bağlandım. Gün geçtikçe onu daha çok sevdim. Ona olan sevgim içimdeki bir kötü huylu tümörcesine yayılıyordu. Bütün uzuvlarıma nüfus etmişti. Kendime beni bırakıp gitse herhalde ölürüm falan gibisinden laflar ediyordum. Hatta o kadar seviyordum ki gözüm o kadar kördü ki bazen kendime diyordum ki "Ulan bu kız bana nasıl bakıyor ?!. Bir bana bak bir ona."
 Annem der ki "İnsan belirli bir yaşı geçtikten sonra naz makamını da geçiyor. O yaşlardan sonra boş yere atılan her trip, olan her küslük, kırılan her bir kalp, saplanan her bir kazık, yıkılan her bir güven duvarı insanda diğer insanlara karşı güvensizlik oluşturuyor. İnsanı diğerlerine güvenemez yapıyor, insanlara olan sevgisi azalıyor." Ben de buna ekliyorum, birine çok bağlanırsanız ve o kişi size kazık atarsa, Annemin söyledikleri on katına çıkıyor. Sizin en değer verdiğiniz insan, sizin her şeyinizi açtığınız, sırtınızı yasladığınız insan sizi sırtından vuruyor. Ve unutmayın, en değer verdiğiniz insan sizi en çok üzen insan oluyor. Sizi mutlu etmesini de, perişan etmesini de çok iyi biliyor.
 Her şey toz pempe gittiği vakitlerde, tabiri caizse, gereksiz, durduk yere, ani küsmeler, dargınlıklar, trip atmalar olmaya başladı. Bunlar ayda bir düzenli olarak olmaya başladı. İnanır mısınız, kendime dedim acaba bayanların özel adet günleri oluyor ondan dolayı mı ki ? Ona göre kendimi ayarlıyım ona göre davranıyım o zamanlar dedim. Bana trip attığı zamanları telefonuma kaydedip acaba düzenli mi o haftaları kestirmeye çalıştım. Ondan da bir sonuç çıkaramadım.
 Sevgim, güvenim, mutluluğum törpülenmeye başlıyordu...

8 Mayıs 2014 Perşembe

Lise Notları (5)

 Cumartesi gününe gözlerimizi açtık, en yakın yakın arkadaşımla. Bugün büyük gündü. Sevgilim olacak kişi için hazırlayacağım doğum günü hediyesi olan videonun önemli bir kısmını bugün tamamlayacaktık. Daha öncesinden bir kaç tanıdık, akraba, arkadaşlarımdan bir kaç kısım tamamlanmıştı zaten. Geriye kalan kişileri ise sokakta tanımadığımız insanlardan rica ederek halledecektik. Zordu. Özellikle benim gibi özgüveni yerlerde olan biri için oldukça zordu.
 Günün erken saatleri olduğu için Ankara'nın meşhur alışveriş merkezlerinden biri olan Ankamall'e gittik. Yapmamız gereken şey oranın esnaflarından video için ricada bulunmaktı. Sırayla dükkanlara girdik. Beklediğimizden çok ilgi gördük. Açıkcası ilgi beklemiyorduk. Kozmetik dükkanındaki bir çalışan bayanın "Bitirdikten sonra internete yükle de odunlar feyzalsın." demesi beni iyice yüreklendirdi. Öğlene kadar bir  kaç cümleyi  hallettik. Sonra Kızılay'a doğru yol aldık. Yolda giderken içimi bir korku kapladı. Ya beğenmezse, ya hiç takmazsa beni, ya hiç dönüp cevap verme tenezzülünde bile bulunmazsa?... Sorular kafamın içinde bir o yana bir bu yana giderken Kızılay'a vardık. Tanımadığımız insanlara önce ne yaptığımızı, sonra neden yaptığımızı açıkladık. Tepkilerin geneli "Ayy çok tatlı ama ben yapamam yaaaaa" oldu. Arada bana kısa süreliğine aşık olan insanlar vardı: "Oha gerçekten böyle mi yapıyorsuuuuuun, ne kadar şanslı kııııız."
 Arkadaşımdan aldığım telefonla çekiyorduk videoları. Teknik olarak yetersizdik ama yine de bütün metni tamamladık. Yakın bir arkadaşıma montaj için yolladık. Her şey çok güzel gözüküyordu. Her şey neredeyse hazır gibiydi. Tek iş bu videoyu O'na haber vermekti artık.
 O'nun doğum gününde ben uçakta olacaktım. Amerika'ya gidiyordum. Bundan dolayı O'na haber  vericek birini bulmam lazımdı. Bu da çok zor olmadı. En yakın arkadaşlarından biriyle konuştum. İş tamamdı. Videoyu Youtube'a yükledik, linkini attık. Uçağa bindim. Ben uçaktayken izliyor olacaktı. Heyecanlıydım, düşünceliydim. Olumsuz bir sonuç alırsam bir daha çabalamayacaktım. Ben elimden geleni yapmıştım. İçim rahattı.
 Peki ya olumlu bir sonuç alırsam ne olacaktı?

2 Mayıs 2014 Cuma

Lise Notları(4)

 Bu yazıyı yazmadan önce kafamda "Lise hayatınız boyunca ciddi bir ilişkiye girmeyin." diye giriş yapmak vardı. Sonra kendi kendime kızdım. Çünkü, ilişki denen şeyi bilinçaltımızda "ciddi-ciddi değil" diye gruplandırmışız. İzlediğimiz diziler, filmler, okuduğumuz kitaplar vs. bu düşüncede büyük payı olan etkenlerdir. Ondan dolayı yazıya girmeden önce bu konuya değinmek istiyorum.
 İlk insan çoğu inanışta Adem'dir. Ardından da Havva gelmiştir. Yani insan bir çift olarak yer yüzüne inmiştir. Yaradılıştan gelen bir "çift" oluşumu vardır. Erkek, kadın için bir ihtiyaç; kadın da erkek için bir ihtiyaçtır. Cinsel etmenleri bir kenara bırakırsak  insan; güveneceği, hayatını paylaşabileceği, sıkıntılarını, dertlerini, sevinçlerini, sırlarını paylaşabileceği bir yoldaş, dertdaş, sırtdaş, hayat arkadaşı ister. Bunun sonucunda yaradılıştan gelme bir "Çift" kavramı oluşur. Günümüzde öyle bir algı ile besleniyoruz ki, böylesine kutsal bir şeyi "Ciddi- Ciddi değil" diye ayırıyoruz. Çocuk oyuncağı yapıyoruz bir nevi. Şimdi yazımıza dönelim. Lise hayatınız boyunca arkadaşlık dışında bir kız erkek ilişkisine girmenizi önermiyorum.
 10. sınıfa girmeden önceki yaz tatilinde, kurban bayramının ilk günü, bana bir mesaj geldi facebook denen illetten."Merhaba kazandibi, rüyamda seni gördüm, kötü durumdaydın, arıyıp hem bayramını kutlamak hem de halini hatrını sormak istedim ama telefonun olmadığı için arayamadım. Ben de burdan yazayım dedim" tarzı bir şeydi.17 yıllık hayatımın 2 buçuk yılını feda edeceğim biriyle konuşmaya başladığım ilk gündü. Ortaokuldan tanıdığım bir arkadaşımdı. Ben de cevap verdim "İyiyim, senin de kurban bayramın kutlu olsun..." falan filan. Net hatırlamıyorum çoğunu. Ben de numaramın olmadığına dahil sarf ettiği cümlelere ithafen numaramı verdim. Konuşma telefona kaydı.
 İlişkimizin ilk bir buçuk yılında şunu hep demşizdir birbirimize: "Biz nasıl bu hale geldik. Nasıl bu kadar yakın olduk birbirimize." Bunu hala sorarım kendime. İnanır mısınız, cevabı yok. Biz bir anda birbirimize yakınlaştık. Birbirimizin en iyi dostu olduk, birbirimizin sırdaşı olduk. Sabahdan akşama kadar konuşur olduk. Sonra midemizdeki tırtılların koza örmesini hisseder olduk. Ardından tırtılların kozada bekleyişi, sonra kozadan çıkan güzel kelebeklerin kanatlanıp midemizde uçuşması... Her şey bir anda oldu gibi geldi bana, ama aslında birbirimize açılmak için 2 ay bekledik. Sonra, adettendir, ben açıldım. Sonra çıkışı olmayan bir yola girdik.
 Açıldıktan sonra bir durgunluk olur. Çekinme dönemi falan, şu an onları yaşadık mı yaşamadık mı hatırlamıyorum. 10. sınıf hayatımda bir siyah nokta gibi zaten, çoğu ayrıntıyı hatırlamıyorum. Her şey toz pembe giderken, bi anda çeşitli bahaneler çerçevesinde ayrılıverdik. Sömestrdı.
 O zaman benim düşüncelerimin çocuk olduğu bir evreydi. Tamamen yıkıldım desen yeridir. Derslerde boyuna uyumaya başladım, insan ilişkileri taban yaptı, kimseyle konuşmaz oldum. Üst baş dağınık, tip kayık, gülmeyi unutan, saçma sapan bir tipleme. Hayatım kaydı yani özetle. O halde bir dönemi geçirdim. Ardından aklıma bir fikir geldi. Doğum gününe bir video hazırlayacaktım.
 Bir metin oluşturdum kendim. Kafamda metindeki her cümleyi bir insan söyleyecek şekilde oluşturulacak bir video vardı. Yapması, montajlaması, sonra bu videodan O'nun haberdar edilmesi...
 Zordu. Ama imkansız değildi.