15 Eylül 2023 Cuma

Hangi dündeyiz? - II

        Ne kadar karanlık ve dumanlı olsa da çok geniş bir dehliz bu. Günlerce dolaşsam da bitiremem sanırım burayı. Hem boş da değil, neresine baksam birtakım görüntülerle, bulanık imgelerle karşılaşıyorum… Bir akrabamız var anne tarafında: Kadun Teyze. Geçen gün eski fotoğraflara bakarken, “yaa, hiç yaşanmamış gibi oluyor işte böyle”, deyiverdi ağzının kenarıyla. Ay göğsüm bir doldu, bir kötü oldum, anlatamam. Bakışlarım bulanıklaştı birden. Dakikalar sonra dönüp, “ama Kadun Teyze öyle olur mu, hiç yaşanmamış gibi olmaz, elbet izi kalır”, diyebildim… O çok üzerinde durmadı bunun ama ben altından kalkamadım. Söylediğime ben bile tam inanamadım. Belki bu yüzden, yıllar sonra bu dehlize inmeye karar verdim. İnip bir bakmak, hiç yaşadılar mı/yaşadık mı/yaşandı mı ya da en azından bir iz olsun kaldı mı anlamak istedim. Şimdi nargile dumanı mı ciğer yangını mı yoksa kanalizasyon buharı mı anlayamadığım bu sisin örttüğü karanlık yolu adımlamaya devam ediyorum. Gözlerim faltaşı gibi açık, en küçük bir ışık hüzmesine en büyük bir dikkatle bakıyorum. Birinden seken ışığı bir diğerini aydınlatmak için kullanıyor, ellerim boşlukta debelenirken bir oraya bir buraya sendeleye sendeleye yürüyorum.

   Karanfik Sokak. Simitçi Sarayı olmalı burası. Fötr şapkalı Tışık’la karşılıklı oturuyoruz. Çocuk gibiyiz ikimiz de baksana, çocuğuz. Ben pek bir dertli duruyorum, Tışık pek bir kalendermeşrep. İki çocuk bu kılıklara ne kadar girebilirse o kadar girmişiz işte. Göğüs cebinden bir dal sigara çıkarıyor o. Şöyle elinde oynuyor önce. Çok havalı bir şey yapacak belli. İnce dudaklarının arasına yerleştiriyor hafif eğik bir şekilde. Sonra çakmağı yaklaştırıyor sigaraya ve rüzgârsız havada elini siper ediyor ateşe. İlk dumanı içine çekmiyor. Gerçi dur, sonrakileri de çok çekiyor gibi değil. Bu salak sigarayı gerçekten içiyor mu? Yüzüne bakılırsa içiyor, hem de nasıl bir zevkle! “Bana da versene bir dal”, diyorum. “Napçan?”, diyor. “Sen ver”, diyorum. Elemanın birinden otlandığı dalların sonuncusunu çekip veriyor bana. Bir an beklemeden, tek bir soruya ya da tepkiye mahal vermeden, çat yakıveriyorum. Gerçi burası biraz bulanık, belki de yanlış görüyorum. Belki de önce, “nasıl içecez şunu, bi anlatsana” diyorum, anlatıyor ve tutup öyle yakıyorum. Emin değilim, dedim ya, bulanık. Öksürmüyorum. Sonuna kadar, ciğerime çeke çeke içiyorum. “Sen bekle hemen geliyorum”, deyip kalkıveriyorum. Köşedeki büfeye gidip geliyorum. Elimde KOCA BİR PAKET SİGARA var. Tışık’ın gözleri büyüyor. “Olm daha ben paket almıyorum otlanıyorum, sana noluyor”, diyor. “Beraber içeriz”, diyorum. “Olm bak ilerde sigaraya bu başlattı deme bak, allahım bunun günahını bana yazma nolur ya” diyor. Ben ne diyorum bilmiyorum. İki ince duman dudaklarımızın arasından yükseliyor.

Aa, Mustafa’nın olduğu en bulanık görüntülerden biri şu olmalı. Sakarya Caddesi’nde Tattaze’nin üst katındayız. Balyan, Mustafa ve ben önümüze poğaçalarımızı çayımızı almış oturuyoruz. Biz Mustafa’yla yeni tanışıyor olmalıyız. Yine çok yabancı değil gibiyiz hani birbirimize, sanki adlarımızı duymuşuz önceden, belki Balyan bahsetmiş bize birbirimizden ama, ilk defa karşılaşıyoruz sanırım. Çok sessiz Mustafa. Neredeyse hiç konuşmuyor. Devamlı hafifçe gülümsüyor, kısa cevaplar veriyor. Balyan bizi konuşturmaya, tanıştırmaya çalışıyor. Yeni çıkan bir oyundan bahsediyor olmalı ya da kim bilir belki de Eminem’in yeni albümünden. Ama dediğim gibi, çok bulanık, belki de en bulanık yerlerden birisi burası. Sonra bulvara doğru yürürken, Mustafa’ya eve dönüş için yeterli parası olup olmadığını soruyor Balyan. “Var” diyor Mustafa. Vedalaşıp dağılıyor, şehrin egzoz dumanına karışıyoruz.

  Okuldayım. Öğle arası zili çalıyor. Bütün sınıflardan yığınla bebe koşmaya başlıyor. Serbest kalmış bir koyun sürüsü gibi koridorda birbirinin üzerinden atlaya atlaya koşan yüzlerce öğrenci, bir an önce inip yemek sırasında önleri kapmak istiyor. En önde koşan benim. Ama iki merdiven arasına gelince bir anda duruveriyorum. Yanımdan bebeler koşmaya devam ediyor süratle. Ben yerde gördüğüm bir şeye bakıyorum. Kimisi beni görünce bir an duraksıyor, “niye koşmuyor bu” diye düşünüyor ama hemen kendine gelip basamakları ikişer ikişer aşmaya devam ediyor. Yerde bir böcek var, bir sivrisinek… Ama çok büyük, bu kadar büyüğünü hiç görmemiş olmalıyım. Çömelip başımı yaklaştırıyorum. Çocukça bir hayretle, hayranlıkla bakıyorum. Gürültülü koyun sürüsü artık bitmiş gibi. Tek tük çocuk, yemek sırasındaki nasiplerini kabullenmiş bir şekilde, yanımdan geçip konuşa konuşa iniyorlar basamakları… Ben hala sineği inceliyorum. Uzun ince ayaklarını, mini mini gövdesini ve upuzun iğnesini. Bir anda bir ayakkabı, şaaak, manzaramın üstüne iniveriyor! Kafamı kaldırıp bakıyorum, Balyan. Başka çocuklar var yanında. Henüz beni çok tanımıyor olmalı. Kahkahayla gülüyor çizgifilmden fırlama bir kötü adam gibi. Ayağıyla o muhteşem varlığın bedeni üzerinde şöyle güzel bir sekiz çiziyor. İyice sıyırıyor kanını zemine. Ben öfkeyle kalkıp bağırıyorum yüzüne. Ne diye bağırıyorum tam anlaşılmıyor. “Napıyon lan!”, gibi bir şey olmalı ama çok bulanık. Benim suratımı görünce biraz afallıyor o da. Ne diyeceğini bilemiyor, bir şeyler geveliyor hala gülümseyerek, yaptığını hafifletmeye çalışıyor. Benim hüznüm dinmiyor. Dönüp sinirle sınıfa gidiyorum. Yemeğe inecek miyim acaba, bilmiyorum. Gözlerimde bir bulanıklık var.

Sanırım alışıyorum artık tüm bu bulanıklığa. Hem bir şeyleri net görmeyince de oluyormuş, yürünebiliyormuş bir yolda. Herkes hayatındaki her şeyi çok net mi görüyor sanki? Herkes, dehlizlerine girmediği zamanlarda bile, dumanlar arasında yaşamıyor mu zaten? Bunu övüp durmuyorlar mı buranın bilgeleri? Hatta çoğu zaman net görenler yadırganmıyor mu? Bir şeye doğrudan bakmak, gözlerinin içine içine bakmak, nüfuz edercesine bakmak, gözleriyle kavramak, tutmak, tutularak değil tutarak, seçerek alıp anlamak ayıp kabul edilmiyor mu? Rast gelmek, tutulmak, çevrelenmek, sarıp sarmalanmak ama yine de gözlerini kaçırmak, gördüğünde değil olduğunda boğulmak, bir bütünde yok rüzgarda toz olup, bir kerecik olsun o biricik şeye bir başka biricik şey olarak dönüp de bakmamak… ancak büyük bir bulutun küçük ama büyük parçaları olarak yan yana bulunmak. Böyle olsun istemiyor mu bilgeleri bu toprakların? Alın işte, öyle oluyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder