27 Ocak 2021 Çarşamba

Ses

Gökyüzü, utanmış bir çocuğa benziyordu.

Gün yerini geceye bırakırken içinden bağırmak gelmişti.

Günün ölümüne bir ağıt, gecenin gelişine bir kavuşma niyetine. Avazı çıktığı kadar bağırmak istemişti, kimsenin onu duymayacağını bilerek, sonu gelmez bir şekilde. Ama susmuştu, içinin en derinlerine kadar susmuştu ve artık bir daha konuşamayacaktı. Özgürlüğünü yitirmiş bir bülbülün içinde bulunduğu kafese alışana kadar solan sesi gibi değil aniden varlığı sona bulmuş bir şey  gibi gitmişti sesi en derinlerine.

Zifiri karanlığın içerisinde rahat hissediyor, yankıları duyuyordu. Mağarada Echo’nun sevdiğine ulaşmaya çalışması gibi gelen yankılar, hüzünlü, çaresiz ve ulaşamayacağı kesin çağrılar. Gün geceye bırakınca kendini o son utanç anıyla kaybolurdu tüm renkler, bulutların renk cümbüşü içinde kendilerinden geçişlerine hayran kalırdı hep.  Hepsi ışık yüzündendi, güneşten gelen, mükemmel ışıktan. Atmosferde kırılarak, parçalanarak bir renk harmonisi yaratır, rüzgârın çaldığı ezgilerle birlikte insanlara görsel bir şölen yaşatırdı. Ne zaman gitmişti bu renkler, bu müzik, tabiatın bu eşsiz olayı hatırlamıyordu. Tek bildiği sesinin çıkmadığı bu pencere önünde dururken konuşamadığıydı.

Bakmıştı o gün, hayran olarak. Sevdiği bir ressamın gözlerinin önünde bir resme hayat verdiğini izler gibi. Utangaç gökyüzü çağırmıştı kuşları, uçmayı öğrenecek ya  da hiç uçamayacak kuşları. Bir oyun havasında başlamıştı günün o eşsiz ölümü. Kuş cıvıltılarıyla gittikçe pembeleşen gökyüzüne bakıyordu. Uzaklarda kuzey yıldızı yerini almıştı.

Ve şimdi yine bakıyordu, kuşların uçmadığı,  göğün aceleci bir şekilde karanlığa gömüldüğü o anlara. Yavaşça kalkan elleriyle bir umuda sarılmayı istiyordu ya da kuş gibi uçmayı. Tüm bu karanlığa, yılgınlığa rağmen sesini duyurmayı, özgürlüğü istiyordu. Üzerine düşen ay ışığında bile bunu arıyordu.

2 yorum: