12 Şubat 2020 Çarşamba

İçsel


Yolum uzun ve karanlık. Tek başıma yürümek istediğim yalnızlığımdan korkuyorum.
Yağmurdan kaçan birkaç köpek ve kedi dışında kalbi atan kimse yok burada. Bir yanıp bir sönen sokak lambası, birkaç su birikintisiyle gayet karanlık bu yol. Ara sıra ortaya çıkan gölgemi fark ediyorum tam da şu an, tedirgin oluyorum. Sonra peş peşe kafamı çeviriyorum ardıma, içimdeki bu tedirginliği gideriyorum, fakat ayaklarıma söz geçiremiyorum. Sanki onların tedirginliği geçmemiş gibi bu yabancı sokağa karşı. Yürümeye devam ediyorum, her adımımda biraz daha yükseliyor duyduğum ses. Yaklaşıyorum. Ben yaklaştıkça canımı acıtan bir huzur kaplıyordu geceyi. Ve varacağım tek yerin geçmişim olacağını biliyordum. Maviliğini teslim etmiş bir deniz duruyor şimdi karşımda, tıpkı benim gibi. Ve canım acıyor, tıpkı kayalara çarpan dalgalar gibi. Tek farkımız, benim acım kimseye çarpmıyordu, kimse de bunu görmüyordu. Ellerim cebimde şimdi, gözlerim kapalı başımı kaldırıyorum göğe doğru. Siyahın her bir tonuyla dans ediyor sanki yağmur damlaları. Ve her bir hatamı yüzüme vuruyor art arda. Tam da şimdi ağlamalıyım diyorum içimden. Gözyaşlarımı seçemeyecek kadar damla vardı yüzümde; bunlardan hangisi benimdi, hangisinden çekinmem gerekiyordu? Bilmiyorum. Boşverip ağlıyorum, hiçkimsesizliğimden  aldığım özgüvenle, hıçkıra hıçkıra eşlik ediyorum dalgaların melodisine.










                                                                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder