21 Mart 2019 Perşembe

Varolmak

Yıllardır kendime sormam gereken soru buymuş meğer: "Var mıyım, yok muyum?"
Varsam neden yokmuş gibi davranılayım ki bulunduğum her ortamda; ya da yoksam neden sevinsin ailem bu kadar varlığıma, neden konuştuğum insanlar bana cevap vermeye tenezzül etsin? Uzun zaman bu iki sorunun da cevabını bulamadım; daha doğrusu düşünmeye tenezzül etmedim. Ya da edemedim. Korktum. Bu soruyu aklıma getirmekten bile korktum; tıpkı insanlara söylediğim her sözden veya yapabileceğim her yanlış hareketten korktuğum gibi. "Sana ne?" diyecekleri için "Nasılsın?" diyemedim mesela. Ya da ağlarken arkadaşlarım yanlarında olamadım gölge ederim diye, onların acısını dindiremem kazara tuz basarım diye. Sınıfımdaki zorbalardan korktum hep okulda kavga çıkar da disipline verilirim diye; bilmiyordum ki mağdurla maktül arasında bir fark olduğunu. Öğrencisin sen, ne kavgası, ne kendini koruması. Otur derler oturursun, kalk derler kalkarsın; örnek öğrencisin sen çünkü. Diğerlerine örnek olması gereken öğrencisin. Ne haddine senin okuldan kaçmak, ne haddine aileni bu işlerle uğraştırmak? Ne haddine bir gün hayatın arkasına koyup "Ben de hayta olcam lan" demek; ne haddine düşünmek derslerinden başkasını?

      Atılgan olmaktan korktum mesela, büyüklerin (ya da gözüme büyük gelenlerin) işine karışmak ne haddime? Şunu kaldırmaya çalışsan "Yapamazsın", şunu gidip alayım desen "Bulamazsın". Parmak kaldırmaya kalksan "Çözemezsin". İşin komiği yapamadım da ha. "Kaldır" dediler, kaldıramadım. "Bul" dediler bulamadım. "Çöz" dediler mi çözdüm ama. Öyle ya akıllı, çalışkan adamız; örnek öğrenciyiz olum biz örrrneeeeeekkk.

      Muhabbet açmaktan korktum. Şimdi yeni birini görecen, öylesine konuşma isteği hissedecen; de ne diyecen? "Merhaba, adın ne" falan mı? Ne biliyorsun ki insanlar hakkında ne sorasın? Sevdiği şeyleri biliyor musun mesela, ya da vurabileceğin o yumuşak noktayı. Öyle ya, millet çaatt diye başlıyor kanka olmaya, demek ki onlar en azından görebiliyorlar sorduğunda ses çıkaracağı noktayı. Bu benim lanetim de olabilir gerçi, 'insan' gibi arkadaşlık kuramıyorum ben. Acılarından başlamam gerek, derine inmem gerek; anca o zaman tanımaya başlıyorsun bir insanı. "Nasılsın" demek kolay, cevabı belli çünkü: "İyiyim, sen nasılsın?". Zor olan "Canın acıyor mu" diyebilmek insanlara, ya da "Neden" diye sorabilmek. "Merhaba" demek de sığ geliyordu bana, o yüzden diyemedim hiç; nasıl olsa hayatıma girmesi gerekenlerle bir noktada ortak paydada buluşacaktık. Ne haddine insanları hayatına sokmak ya senin, ne haddine?

      Biri sorsaydı, dinleseydi derdimi, anlatabilseydim ya da bunları, değişir miydi her şey? Korkmaz mıydım yeni insanlar tanımaktan, arkadaş olmaktan; yenileri bırak eskileri elimde tutmaktan? Arkadaşlarımdan korktum lan ben. Hep kafama bu sefer hangisi vuracak diye bekledim girdiğim her ortamda. Eziklik mi bu? Hem de dik âlası. Ama farklı olabilirdi be. Hep ben çalışmasaydım birileri için, hep ben bulmaya çalışmasaydım oradaki cevheri; hep ben dinlemeseydim insanları, farklı olabilirdi. Olabilirdim daha doğrusu; dinlemek yerine konuşabilseydim, farklı olabilirdim. Milletin sabah ailesiyle ettiği kavgayı dinlemek yerine ruhu sessiz çığlıklar atan o insanlara kulak verseydim, her şey çok daha farklı olabilirdi.

      Olmadı. Olamadı. Yoktum çünkü, hiç var olmamıştım. O yüzden şimdi bu çocukluğum; o yüzden bu kıskançlığım, o yüzden vurdumduymaz konuşmalarım. Yeni başladım çünkü hayata, yaşamaya. Nefes almaya olmasa da, düşünmeye yeni başladım. O sessiz çığlıkları yeni duymaya başladım mesela; gerçi o belki kendi çığlıklarımın artık sesli olmasıdır, bilemiyorum orayı. Ama o çığlıklara karşı duyarlı olmaya, seslerin susup ruhların konuştuğunu duymaya yeni başladım. Ruhları yeni tanımaya başladım yani; 20 senelik dostumun ruhunun acısını daha yeni duymaya başladım.

      "Var mıyım yok muyum" diye sormak aklımın zerre ucundan geçmedi; yoktum çünkü. Bu kadar basit. Net. Belki bunu sormak aklıma gelmezdi gene, ruhu sessizce çığlık atan ve zamanında duymayı başaramadığım bir arkadaşım olmasaydı; bırakıp gitseydi bizi ya da. Boşluğun yerini mahcubiyet aldı şimdi, ona ve diğer sessiz çığlıklar atan nice savaşçılara veremediğim elin mahcubiyeti. Duyamamanın, kulaklarını korkudan tıkamanın mahcubiyeti. Ama o boşluk yok artık en azından; bir şeyler oluşmaya başladı orada, en başından beri serbest kalmasından korktuğum bir şeyler. Gerçekten korktuğum gibi yıkıcı mı oradaki şey? Yoksa hayatımı bu yaşımdan sonra geri almamı sağlayabilecek kadar yapıcı mı? Bilmiyorum. Göreceğiz. Bildiğim, artık bildiğim, bir şeyler var ama:

      Ben önceden yoktum, gösteremedim kendimi kendime dahil kimseye. Ama artık varım. Ben de varım. Saygılarınıza ve yalnızlığımıza arz ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder