10 Ekim 2015 Cumartesi

DejaVu

Yazı ilk cemre'ye aittir. Kendisi blogda yazar olmadığı için benden bu yazıyı paylaşmamı rica etmiştir. İyi okumalar.





Gönlümün gurbetindeyim. Kendimden uzakta. Seni içimden atalı da uzun zaman olmuş zaten. Ne zaman silgi kullanır oldum, onu da bilmiyorum. Uzun zamandır yoktun hayatımda. Şimdi ise içimden geldi, seni oturttum karşıma. Soracağım. Hanidir gönlüme bıçaklar saplar gibi, zihnimin kuytularını kazar gibi kendime sorduğum soruları bu kez sana soracağım. Yalnız kaldığım bunca zamanda anladım ki gerçek muhatabı sensin o soruların ilk cemre. Uzun zaman olmuş kaleme-kağıda değmeyeli ellerim. Yine de bu cesareti görüyorum kendimde. Soruyorum. Seni, bunca aranın ardından karşıma koyuyorum. Nerede başladık bu serüvene, diye soruyorum. O güne gidiyorum. Panjuru kapatıp kapıyı kilitliyorum. Uzun zamandır kullanılmamaktan tozlanmış masa lambamı fişe takıyorum. Yazılarım şimdi daha net. O güne gidiyorum. Göksel'i duyuyorum. Ankara'dayım. Beyazdı benim masa lambamın ışığı. Nereden geldik buraya?
+ "Olmayacak bir rüyaya inandım/ Hırçınlığım imkansızlığına, suskunluğuna, uzaklığına." Onu gördüğün ilk günler, neydi onu böyle uzak, böyle imkansız kılan? Tanımadığın bir adama şiirler yazmak ne cesaret! Ben de bu kadar cesur olduğumu bilmezdim. Ne cüret bu, "sevmek, karın tokluğuna", tanımadığın bir adamı, sesini bile sevmediğin!
- Bunu o zaman da biliyordun, o zaman neden izin verdin? O adamı, o aşkı, o şiirleri alıp sen olmama neden izin verdin?
+ "Nerden bilebilirdim ki alacağım sonraki her nefesin içinde senin olacağını?"
- "Zira biliyor(d)un; vuslatı yoktu bu aşkın, bize yalnız hasret yazmışlar."?
+ "Daha ne kadar zamandır tanıyorum ki seni? Ne zamandır farkındayım? O kadar kişinin arasından sıra ne zaman sana geldi?"
- "Sadece neden yanında olmak istediğimi anlamaya çalışıyorum. Neden her şeyi sana yoruyorum?"..."Sen benim başıma gelen en güzel şey."
+ Buraya kadar esaret yok. En azından gönüllü bir esaret. Sadece gözüm takılmış, gönlüm değil. Nasıl oldu da bu adamı bende böylesine özel kıldın! Bana ne yaptın!
- Mesele şiirler değildi. Bunu neden anlamak istemiyorsun?
+ Sezen dinlemeye başladığımda başladı esaret. "Sezen ve Ben", anımsıyorum. "Ben hissettiklerimi yazamıyor(d)um artık."
- "...Ne de isyankâr kalbin, aklından alır emir."
Gözyaşlarım utana sıkıla kaçıyordu gözlerimden. Başımı eğdim, omuzlarım düştü. "Can özüm bahar geldi/ Dalları kiraz bastı/ Yedi kat eller yakınım oldu/ Gel kavuşalım artık" O günlere gitmiştim adeta. Farkımda olmasının, umrumda olmadığı günler... Onun o hâli...
+ Ah Sezen, bana ne yaptın sen!
- Düşün! Yalnız Sezen mi yaptı bunu? Düşün, Sezen dinledikçe mi sevdin onu; yoksa onu sevdikçe mi Sezen dinliyordun! Hatırla.
+"İlk cemre ve toprak" ilk ümit. İlk kez ben çaba harcamaksızın kaderin, onu ayağıma getirişi. O yazıyı neden kaldırdım, kimden kaçtım bilmiyorum. Hayallerimin, gerçeğe çalışı; ilk kez böylesine. Aşık olduğum sesle irkilişim. Ve ilk kez, kimsenin bilmeyişi. İlk saklayışım onu içimde. İlk kez böyle bir işe kalkışışım. İlkim! Toprağım! "Kendimden başkasını sevemezdim ben."
- "Dalından düşen yaprağın rüzgara karıştığı gibi, gökten düşen ilk cemre de toprağa karışırdı. Ve ondan bir parça olurdu. Evet, kendinden başkasını sevemezdin sen, ama kendin diye bir şey kalmamış meğer, sen ondan bir parça olmuşsun farkında olmadan." Einaudi dinlemişsin hiç bilmeden.
Parçalar birleşiyordu. Zihnimin bana oynadığı oyunda ilk kez ben hamle yapmıştım. Bulmuştum, Einaudi'yi neden bu kadar sevdiğimi!
+ Ama ilk cemre sensin/sendin! Toprağa karışan da sen olmalısın.
- Az önce "toprağım" diye bahsettin ondan. Toprak o ise ilk cemre de sensin.
Hayır, hayır, hayır, hayır. Aklım almıyor. Kime karşı bu yenilgim! Sakin durmaya çalışıyordum. İçimdeki firtınalara gözlerimi siper ediyordum. Yavaşça sordum, cevabından korkarak:
+ Öyleyse sen kimsin?
- "Sen bize inanmiyorsun ki!"..."Ben senin aşkınla doydum ilk cemre. Karşılık görmek gibi bir amacım olmadı hiç. Beni doyurmakla yapacağını yapıyordu aşkın içimde. Bana yetiyordu içimdeki sen. Yanımda olman ihtiyacım değildi hiçbir zaman."
Deme.
+ "Başka söz tarif etmez bunu/ 'Kandım'/ Kuşların bahara kandığı gibi/ Çok uzaklardan gelip sana kondum"
- "Beni şiirlerine alet edecek ne vardı sanki?"
Hatırlıyordum. O geceyi. Balkondaki masanın başında. Beni sana getiren şarkıda: "Can you be my nightingale? Sing to me, I know you're there."
Gülümseyip gözlerinin taa içine baktım. O günü de hatırlıyordum. Hâlâ yaşıyormuşcasına. Ben ona şiir yazarken, kafamı kaldırmamla, onu yanıbaşımda buluşum. Hayallerin, artık hayal olmayışı. Onun ve benim, artık "biz" oluşumuz. Bu, mucize değildi de neydi? Bütün dünyayı karşımıza alabileceğimizi düşünmüştüm. O âna gidince içim huzurla doldu. Anlamış olacak ki:
- " Sevmek, bize neler etti, görüyor musun?"
Yüzüm asıldı bir anda. Kaçırdım gözlerimi. Ne olmuştu? Hatırlamıyorum. Şarkıyı açıyorum, şiirleri okuyorum. Hayır, hatırlamıyorum. Neyin beni böyle incittiğini.. hayal kırıklığım.. zirveden düşüşüm..
Hatırladım. "Yoruldu bu şair sonlardan" Hayaller kurup yıkılmasını izlemekten yorulmuştum. Bu, onun suçu değildi ama... İncinmiştim. Belki o da yaşamıştı aynı iniş çıkışları; o da incinmişti, yaralanmıştı, yorulmuştu. "Onu gördüğün ilk günler, neydi onu böyle uzak, böyle imkansız kılan? Tanımadığın bir adama şiirler yazmak ne cesaret! Ben de bu kadar cesur olduğumu bilmezdim." "Aynı cama vuruyor şimdi gözyaşlarım ve yağmur" Ve anımsıyorum. O âna gidiyorum. Yeniden o yükü omuzlarımda hissediyorum. "Güzel bir aşk hikâyesiydi bu sâhi, öyle anlatırlardı/ Neticesi sonbahardı"
- "Bekleyin, aşk hikayeleri böyle bitemezdi"
Chopin geliyor kulağıma. "Sen yine de çağır beni" O yağmur yağıyor yanaklarıma. Kendimi o akşamüstünde buluyorum. Kendime her daim misafir oluşum. Chopin beni esir ediyor. Söyleyecek sözüm çok; mecal bulamıyorum toparlamaya. "Benimle yaşa ümit, gerekirse benimle öl. Ama toprağa fazla bu kadarın..." İşte film şeridi! Hâlâ düşünüyordum. Kimi zaman seviyordum, kiminde nefret ediyordum. Zihnimin garip bir oyunuydu bu, oynuyordum. "Ancak bu kez başka.../ Anlatamadığım şeyler var." Bırakmışım o gün düşünmeyi. Unutmuşum seni. Eski şiirleri yayınlar olmuşum. Sezen son parçalarını çalar olmuş. Yüreğime yüreğime! "Suçlu ne sensin ne de benim. Şimdi sensizim, sen de bensiz."
"Başımı cama yasladım. Yarım saatim vardı onu doya doya izlemek için." Hiçbir şey söylemedi her zamanki gibi. Beni o çağırmıştı. Söyleyecekleri bu kadar değildi, biliyordum. Ama o yine söylememeyi seçmişti. "Hayaliyle geldiğim bu yerden kırıklarıyla ayrılıyordum şimdi." Alışmıştık artık. Dejavu! Yüreğimi sömürdü, ah, bu baştan yaşanan hikâyeler. Kendime kızdım yine. Geçer, diyor Sezen. Neler neler geçmedi ki!
Kalktım yavaşça. Bir yanım gitmek istiyordu, bir yanım kalıp yüzleşmek:
+ "Unutalım gitsin. Tüm yaşananları ve yaşanması muhtemel vakaları..." Hoşçakal.
Ağlamakla gülmek arasındaydı. Eliyle işaret etti, her zamanki gibi:
- Bu arada, oturmaz mısın?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder