27 Ağustos 2015 Perşembe

Ben giderim sabah olmadan

İki hafta konuştuğum birini tek bir kelimesinde sildiğim zaman bana söylediği şeyi hatırlıyorum sürekli: 'Bence sorun bende falan değil. Senin insanlara tahammülün kalmamış artık.' Sonuna kadar haklıydı, bir şey diyememiştim.

Yanımdaki insanı taşımaktan, kusur kapatmaktan, çoğu şeyi görmezden gelip kendimden ödün vermekten bitkin düştüm. Bugün aşkından ölüp tutuşan cinslerin yarına sönmelerini izledik hep.
Birinden daha güzelini ya da daha yakışıklısını aramakla mı geçecek ömrümüz? 'Gençlik değil mi? Bir kişiyle mi çürüyelim?' mantığıyla mı dolaşacağız buralarda? İnsanların kaşına gözüne tutulma evresini geçmiş gibi hissediyorum artık. Gözüne bakınca rengini değil de yüreğini görmek istiyorum karşımdakinin. Elini tutunca taktığı saatin gözüme çarpmasını değil, o sıcaklığı hissetmek istiyorum.
Birinden daha sevenini ya da daha çabalayanını aramakla mı geçecek ömrümüz? 'En çok o sevdi ya. Bilmiyorum cidden belki mutlu olurduk.' muhabbetlerini mi anlatacağız buralarda? Sevmenin çoku nasıl olurdu, neler göz önüne alınarak bu can alıcı değerlendirme yapılırdı acaba? Düşünüp durmaktan, üzerine felsefik konuşmalar yapıp doğru insanı gözümüzde büyüte büyüte bir hale getirmekten hatalarımızı çuvallara tıkmaya çalışsak sığmayacak hale geldi.
Kaç senedir hayatımda olan, 'Sen şunu tut ben bir gidip geleceğim.' diyip canımı emanet edebileceğim biri gelip geçti. Ben hala gelişlerini öperken bir baktım geçmiş. Daha öncesinde ilk defa ciddi bir şeyler hissettiğime emin olduğum kişi tarafından aldatıldım. Onu da yaşayıp acısını sürdüm geçmişin duvarlarına. Ve daha bir sürü yaralar bereler içindeyim. Karşıdan görünmeyecek kadar fazla yıpranık içim. Güven duygusu beni pek sevmiyor.
Pişman mıyım diye soruyorum kendimle yalnız kaldığımda. Bütün bunları yaşayacağımı önceden kestirebiliyor olsam aynı şeyleri yapıp bu kadar kötü yaşanmışlık biriktirir miydim diye. Pişman değilim zerre kadar. Şu an su içmek benim tercihim, içerken boğazımda kaldıysa ne olmuş? İçmesem asıl o zaman boğazımda içmeyişlerim kalacaktı. Olmayan bir şeyin can yakmasını açıklayamazdım yüreğime.
Kimi zaman mutsuzluklarımı kılıflarından çıkartıp önüme koydum. Ne yaşattım da bunları yaşıyorum dedim, kime böylesine bir şey çektirdim diye düşündüm kara kara. Cevaplar buldum, mantıklı açıklamalar yaptım kendimi bir süreliğine tatmin etmek için. Ama çok geçmeden cevaplar yetersiz gelmeye başladı, karşı taraftan nefret etme dönemiydi o zamanlar. Akabinde intikamlar kurdum kafamda. Yaşadığımdan belki on katını çektirdiğim oldu yeri geldi. Sonra dönüp baktığımda ne kazandığımı bulamadım. Ellerim mutsuzluğa boyanmıştı. Başkalarının mutsuzluk sebebi haline gelmiştim. Üzülmekten daha büyük bir acıydı bana göre üzmek. İlki için elimden bir şey gelmezdi ama ikincisi benim yaptığımdı.
Her şey, herkes bir şeyler alıp götürdü. Götürülenler bana büyümekler getirdi. Hüzünlerle baş etmeyi öğrendikçe büyüdüm. En önemlisi sevmelerim büyüdü. Sevilmelere yüklediğim anlamlar büyüdü. Sahi ne çok şey büyüdü, benden bir şeyler götürenler küçülürken.
Anlatmak istediğim: En beklemediğim insanlar en beklemediklerimle geldiler kapıma. Ben de zamanla 'Sen kal aşk ben giderim buralardan sabah olmadan' noktasına geldim. Sen kal aşk, çektireceksen kal.Aşk sanmalara tahammülüm yok buralarda.
Kapıma çiçeklerle gelmeyin rica ediyorum. Yüreğinizi koyun şu köşeye, almazsam benim ayıbım olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder