17 Temmuz 2015 Cuma

Küçük Kaçış Günlükleri | Gün 3-4


...

Tüzünle beraber baya yüzdük, Mustafa pek iyi yüzemediği ve denizi sevmediği için daha çok kumsalda takıldı. Ardından voleybol turnuvası yaptık.
Videoda her ne kadar Tüzün'ün sayıları olsa da, turnuvayı Mustafa kazandı. Ben de sonuncu oldum. (Şike vardı) Akşam 4'e 5'e kadar oyalandıktan sonra İstanbul'a doğru yola çıktık. Önce baya bir yürüdük, İstanbul'a giden yola kadar. Orada bir abi bizi alıp arabasıyla yokuşu çıkarttı sağolsun. Ardından yürüyerek İstanbul yoluna geldik. Geldikten birkaç dakika sonra Tütün experti tırcı abimiz bizi aldı.
Abimiz bayadır tır şöförfüğü yapan, daha öncesinde de diplomasız, tamamen usta-çırak mantığıyla tütün expertliğini öğrenmiş ve tütün expertliği yapmış bir abi. Bu abimizle tanışana kadar böyle bir mesleğin varlığından haberimiz yoktu. Abiden öğrendik ki bunun 2 yıllık okulu varmış. Bu abimiz o kadar bilgiliymiş ki bu konuda, bu bölümden mezun olan kişiler onun yanına staja gelirmiş. Kendisi de diplomalı olmayı çok istiyormuş ama işinin en yoğun olduğu zamanda patronu ona, diplomalı tütün experti olmak için düzenlenen sınavdan haberdar etmemiş. Bunu söylediğinde hepimiz abi adına oldukça üzüldük. Çünkü o dönemlerde hem maddi olarak hem de genel anlamda kafası oldukça rahatmış. Bize tütün ağacı hakkında bir kaç bilgi daha verdi. Mesela, ağacın, yanlış olmasın ya ağaç ya da bitki, en tepesindeki yaprak sigara yapımında kullanılmazmış çünkü o ağır olurmuş ve kafa yaparmış. Ortadaki yapraklar Malbora, Parlement vb. kaliteli sigara yapan firmalara verilirmiş. Çünkü oralar daha kaliteli olurmuş. En alttaki de en kalitesiz olurmuş ve onlar da kalitesiz sigaralar için ayrılırmış.
İlk defa tıra binmiş olduk bu arada. Ve diyebilirim ki, en konforlu otostop aracı tır. Ayrıca güvenli. En fazla 100-120 km hız yapabiliyorsun, yükün varsa, ve içi geniş. Görmüşsünüzdür, sürücü kabininin arkasında perde gibi bir şey olur. Orası yatak. Oraya eşyaları bırakabiliyorsun. Oraya ayakkabıyla da basılmıyor bu arada, o alana. Binerken ayakkabılarını çıkartıyorsun. Şöför koltuğunun yanındaki yerde iki kişilik bir koltuk var. Ondan yata yata gidiyorsun baya.
Abimiz bizi Düzce'ye kadar bıraktı çünkü orada yollarımız ayrılıyordu. Abimize bol bol teşekkür ettik ve indiğimiz yerdeki bir dükkandan aldığımız sıcak suyla hazır çorbamızı yapıp, daha öncesinden aldığımız pidemizle birlikte akşam yemeğimizi yedik. Oldukça güzel bir akşam yemeğiydi. Ardından Tırcı Abimiz'in bizi indirdiği yerden, ışıklarda, İstanbul'a gitmek için otostop çekmeye başladık. Bu sefer yürümedik çünkü ışıklarda birinin alma olasılığı daha yüksek. Bi 15 dakika kadar bekledikten sonra İhsan abimiz durdu ve Dilovasına kadar götürebileceğini söyledi. (İstanbula 20 km uzaklıkta bir yer) Biz de tabi ki diyerekten bindik.
Abimiz bir aile babasıydı ve bütün yolculuk boyunca yaptığımız şeye karşı olan şaşkınlığını gizlemeyerekten "akıl karı iş değil, niye böyle bir şey yapıyorsunuz ya, ananız babanız merak eder oğlum" gibi laflar etti. Kendisiyle fazla muhabbet edemedik çünkü hepimiz oldukça yorulmuştuk. Ondan dolayı inene kadar kendimizi uykunun kollarına bıraktık.
Abimiz bizi söylediği yerde indirdi. Hava kararmıştı ve indiğimiz yerde de arabalar durabilecek gibi değildi. Biz de kafamıza kafa lambalarını geçirdik ve yürümeye başladık. Bir kaç dakika yürüdükten sonra bir araç durdu ve bizi Kartal Minibüslerinin kalktığı yere kadar bırakabileceklerini söyledi. Arabaya bindikten sonra abiler bize "Biz aslında sizi görüp geçmiştik, sizi kadın turistler sandık ondan geri döndük" dediler. Dertleri ot çekmeye kız götürmekmiş. Evet bu arada ot çekmeye gidiyorlarmış bir yere. Ehehe. Esasında iyi adamlardı ama anlattıkları hikayeler beni biraz tedirgin etti.
Bu abilerin 3'ü de tır şöförlüğü yapıyormuş ve 3'ü de tır sürerken bizim gibi otostopçuları hep alırlarmış. Bir tanesi küçüklüğünde bizim gibi otostop çekerek gezermiş. 10 yaşından beri de otostop çekiyormuş. Birgün yine otostop çekerken, 11-12 yaşlarında, bu abiyi ve 2 arkadaşını(arabadaki değil başka) bir kamyoncu almış. Abi aynen şu şekilde anlatıyor "Biraz gittik mına koyim, adam elini aldı s.kinin üstüne koydu. Ben elimi çekiyorum o koyuyor, ben çekiyorum o koyuyor. Ben başladım yalvarmaya abi yapma etme eyleme diye, adam diyor yok ben illa üçünüzden birini s.kecem. Benim göt tabi yusuf yusuf. Durdu bir yerde. Bana dedi gel şu arka tekerlere bakalım bi. Ben dedim bizimkilere "oğlum koşun yoksa bu adam bizi s.kecek" Biz bir yandan gülüyoruz ama ben bir yandan da tırsıyorum. Çünkü adamların kafası güzel ve bize bunu niye anlatıyorsun di mi yani :D Bir küçük baltamız var normalde ona güvenirdik ama balta çantalarla birlikta bagajda. Neysem, endişeli endişeli bir yandan da güle konuşa gittikten sonra abiler bizi kartal minibüslerinin kalktığı yere attı. Ferahlamış ve rahatlamış şekilde indik, kartal minibüslerine bindik, oradan kartal metrosuyla ismini şu an hatırlamadığım yerde indik, sarı dolmuşlara, taksimsi bir şey, bindik ve taksime, kalacağımız yere gittik. Kalacağımız yer de Vakıflar Genel Müdürlüğünün misafirhanesi, Mustafa'nın amcası sağolsun. Biraz oturup dışardan aldığımız abur cuburları yedikten sonra kendimizi yatağa attık ve günün yorgunluğunu atmaya çalıştık.

Gün 4

Öğlen gibi uyandık ve kaldığımız yeri terk ettik. Taksim Meydanı'ndaki heykelde Sezen(yeşilimtrak) ile buluştuk. Sezen Tüzün'ü bizden aldı.(Acıklı müzik) Mustafa ile baş başa kaldık.(Fantezi Müziği) Mustafa ile Taksim'den Yeni Kapıya kadar geze geze gittik  ve öldük. Yeni Kapı vapur iskelesinde oturduk, ben orada uyudum o da telefonda takıldı. Birkaç saat sonra Tüzün geldi ve Sezen ile hüzünlü bir şekilde vedalaştı. Ardından vapurla güzel bir yolculuk yaptık. İnmeye yakın bir abi bize "Çınarcık'a gidin orada kamp yapabilirsiniz" dedi ve onun önerisi üzerine indikten sonra Çınarcık'a doğru yol aldık.
Yarım saat kadar yürüdükten sonra, civardaki bir abinin bize "Burada kimse almaz sizi, elinizi öyle yapmayın" demesine rağmen "elimizi öyle yaparak" otostop çekmeye devam ettik. En sonunda orta yaşlardaki bir çift bizi aldı. Kendileri de Çınarcık'a gidiyorlarmış. Dedik "Çınarcık'ta kamp yapabilirsiniz dediler bize, doğru mudur" "Doğrudur ama şöyle şöyle bir yer var, orada yapabilirsiniz" dediler ve bir yer söylediler. Şansına tanıyorlarmış orayı, üzerine de "Selamımı söyleyin" dediler. Selamımı söyleyin dedikten birkaç dakika sonra ablamız bize kıyamadı ve "oraya kadar bırakalım oradan döneriz biz geri" dedi, abimiz de "Yengeniz kıyamadı bak size" dedi ve bizi mahcup etti.
Kamp yerine vardık, abi kamp yerinin sahibi abiyle konuştu, bize orayı beleş olaraktan ayarladı, sonra "Kendinize dikkat edin gençler" diyerek orayı terk etti. Biz de çantalarımızı attık çime, çıkardık çadırımızı ve çadırımızı kur(amadık)duk. Biraz cebelleştik birkaç şeyi algılayabilmek için ama sonunda başardık. Ardından açlık oyunları başladı
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder