8 Nisan 2015 Çarşamba

Ve Güldü

Filyos'a düşmüştü yine yolu. Hep tiyatro oyuncusu olmak istemişti ama sahneye ilk ve son kez on iki yaşında çıkmıştı ya da on bir idi galiba.
Filyos'a gidip antik tiyatroya girince ellerini açıp Macbeth'den en sevdiği kısmı söylerdi hep ;“Elime bulaşan kanı Neptün'ün tüm okyanusları temizleyebilir mi? Hayır, tersine, tüm yeşil denizin sayısız dalgalarını kızıl bir okyanusa dönüştüren bu el olacak"
Sahile indi. Kumlara uzandı. Dalgaları dinliyordu, yine. Birden gülüşü aklına geldi. Gülüşü. İşte o an, Karadeniz'e baktı. Beni Ege'ye götür diye yalvardı. Gözlerini kapattı. Zonguldak'ın kıyısından ilerlemeye başladı. Sakarya, Kocaeli ve İstanbul. Sessizdi İstanbul bu gece. Ya da yol veriyordu iki kıta birden bana. Acaba onlar da gülüşünün ne kadar güzel olduğunu biliyor mu? Umarım bilmiyorlardır. Kıskanırım. Çanakkaleyi de geçtikten sonra birden gözlerini açtı. Mordoğan sahilinde buldu kendini. Uzunada'nın deniz feneri gözünü kamaştırdı en başta. Çiçeklerin kokusu başını döndürdü. Kumun arasında sanki bir ses onu çağırıyordu. Rüzgarın kumları sürüklediği yere doğru yavaş yavaş ilerledi. Dolunay tepede tek bir görev edinmişti kendine O'nu aydınlatmak. Ve O tam karşımdaydı. Siyah paketinden birkaç sigara çıkmış, kapağın arasında kırılmaya yüz tutmuş duruyor. Üstünde turuncu, hayır kiremit rengi bir hırka. Kısa saçlarını savuran rüzgar ile burnu tamamen çıkıyordu meydana. Öpmek istedim. Yaklaşamadım.
Korktum.
Uyandı. Yüzündeki kumları narin elleriyle sildi. Saçlarını gözlerinden çekti. Dudakları, bir an alev alev yanıyordu sanki. Gördüm. Gözleri, biraz daha parladı. Omuzlarını yukarı çekti. Dudaklarını büzdü. Gözleri önce kuma, sonra benimkilere gitti.
Ve güldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder