9 Ocak 2015 Cuma

Küçük Deli - Bölüm 4

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3


Gece adam akıllı uyuyamadım. Sabaha kadar bir oraya bir buraya dönüp durdum. Aklıma gölün nasıl oluştuğu sorusu vardı. Soruyu cevaplamıştım, evet. Ama sorun bu değildi. Yağmur sadece bizim gölün üstüne yağmazdı, yüksek taşların ardına da yağardı. Bu oralarda da göl olabilir mi demekti? Başka göller, başka tekneler de mi vardı?
 Güneş doğduğunda kendimi cilalayıp evden çıktım. Saat oldukça erkendi, okula daha çok vardı. Gölde bir o yana bir bu yana yüzdüm. Vakit geçmek bilmiyordu. Cevabımı hemen söylemeli, diğer sorumu Deli’ye açmalıydım. Ama akşamüstü buluşmaya karar vermiştik, şimdi gitsem kızar mıydı?
 Dayanamadım ve Deli’nin evine gitmeye karar verdim. Dolanarak gitmem lazımdı, çünkü kimsenin beni görmemesi gerekiyordu. Birileri Deli’yle görüştüğümü anlarsa hiç güzel şeyler olmazdı. Zaten çok arkadaşım yoktu, olanları da kaybedemezdim.
 Deli’nin evine vardım, orada yoktu. “Acaba nerede?” diye düşündüm. Acaba başka göllere mi gitmişti? Sorsam beni de götürür müydü? Götürürse Babaannem meraklanırdı, ona ne derdim? Sorular, sorular, sorular… Sorular tahtalarımı kemiriyor gibiydi.
 Vakit ilerliyordu ve okula gitmem gerekiyordu. Ama canım hiç okula gitmek istemiyordu, bütün günümü Deli ile geçirmek istiyordum. Ama okula gitmekten başka şansım yoktu. Okula doğru ilerlemeye başladım. Yolda giderken okulun kabadayı teknelerinden ikisi bana doğru yüzmeye başladı. Hızlı bir şekilde yanıma vardılar, beni aralarına alıp bir sağa bir sola ittirdiler. “Yapmayın, cilamı mahvediyorsunuz!” dedim, ama dinlemediler. “Cila da cila olsa, tükürüğüm cilandan daha değerli!” dedi bir tanesi, sonra karşılıklı kahkaha attılar. Benimle uğraşırlarken bir anda beni bıraktılar. Şaşırmıştım, normalden daha kısa sürmüştü uğraşmaları. Sonra arkamı döndüğümde Deli’yi orada gördüm. Kendimi “Deli!” diye bağırmamak için zor tuttum. Bir an kendimi çok mutlu hissetmiştim. Sessizce yanımdan geçti ve ilerlemeye devam etti. Dönüp onu izlemek istiyordum ama teknelerin şüphelenmemesi gerekiyordu. Bu yüzden istifimi bozmayarak okula doğru ilerlemeye devam ettim.

***
 Okul her zamanki gibi sıkıcı geçmişti. Okuldan sonra hızlıca eve gittim ve eşyalarımı bıraktım. Ardından arkadaşlarımla gölde oyalandım. Oyalandım diyorum çünkü arkadaşlarımla gölde oynamak benim için oyalanmak gibiydi, akşamüzeri olmasını kolaylaştıran bir etmendi benim için. Arkadaşlarımla oynarken bir arkadaşım “Acaba Deli ne zaman gidecek? Geldiğinden beri huzurumuz kalmadı. Buraya gelip oynamak için bile zar zor izin alıyorum annemden. Gitse de rahat rahat dolansak gölde.” dedi. Ben de “Evet ya, gitse de rahat rahat dolansak.” dedim. Onun gitmesini hiç istemiyordum. Hep burada kalmasını, bana onun gibi nasıl olunur öğretmesini istiyordum.
 Hava kararmaya başlamıştı. Arkadaşlarıma “İyi akşamlar, ben eve gidiyorum, yarın görüşürüz.” diyerek vedalaştım. “Daha erken Ufuk, nereye gidiyorsun, balık tutacaktık hem?”. “Kendimi yorulmuş hissediyorum, eve gidip dinleyelim.”. Eve gitmiyordum tabi ki. Eve gider gibi yapıp bizim evin oradan dolanarak Deli’nin evine doğru gitmeye başladım. Çok heyecanlıydım. Acaba cevabım doğru muydu? Doğru değilse doğru cevap neydi?
 Deli’nin evine vardığımda Deli, her zamanki gibi bir şeyleri bir araya getirmekle meşguldü. Çarşaf ve üzerindeki “Daha uzun götürecek yakıt bul.” yazısı hala duruyordu. “Selam Deli” diye seslendim. Arkasına dönmeden “Hoş geldin.” diye cevap verdi. “Ne yapıyorsun?”, “Soruma cevap arıyorum. Sen soruna cevap aradın mı?”. “Aradım, hatta bir tane buldum.”. Bana doğru döndü. Gülümsüyordu. “Seni dinliyorum” dedi. “Bulunduğumuz yer bir kase gibi. Yağmur yağdıkça da kase doluyor. Aşırı dolduğu zaman göl hırçınlaşıyor ve fazla su akarsudan giderek yok oluyor. Böylece göl sakinleşerek eski haline dönüyor.”. “Güzel, ama bir yerde sıkıntı var.” “Nerede?”. “Akan suyun yok olduğunu nerden biliyorsun?” “Çünkü…” “Çünkü?” “Aslına bakarsan, bilmiyorum. Bize bu gölden ve akarsudan başka su birikintisinin olmadığı öğretildi. Ben de ondan dolayı yok oluyor dedim.”. “Madem su yok olacak, o zaman akarsuya ne gerek var? Akarsu olmadan yok olurdu?”. “Yani su yok olmuyor. Peki nereye gidiyor? Başka bir göle mi akıyor? Başka göller mi var yani?”. “Sadece başka göller yok, göller, denizler, okyanuslar var.”. “Denizler ve okyanuslar mı? Onlar da ne demek?”. “Gölden çok daha büyük su birikintisi hayal et. Onun adını Deniz koy. Denizden de büyük bir su birikintisi hayal et, onun adına da Okyanus yok. Ama bunları hayal etmek zordur. Çünkü bir tekne ancak aşina olduğu şeylerin hayalini kurabilir.”. “Bana biraz Deniz ile Okyanusu anlatır mısın?”. “Bence ben anlatmayayım, oraları kendin gör, kendin öğren.”, “İyi ama nasıl?” “Kendini büyüterek.”. “Senin gibi mi  büyük mü olmalıyım yani görmek için?”, “Ben büyük değilim ki Küçük Deli.”. “Büyük değil misin? Şu haline bir bak, benim 10 katımsın.”
 “Bu göle göre kıyasladığımız zaman biraz büyük olabilirim, evet. Ama o akarsuyu geçtiğim andan itibaren, karşılaştığım her zorlukta ve aştığım her engelden sonra denk geldiğim daha büyük su birikintilerini gördüğüm zaman, anladım ki aslında ben bir hiçim. Akarsu benim ilk engelim oldu, kendime bir şeyler takarak, kuvvetlendirerek o engeli aştım. Sonra daha büyük bir göle vardım. Orada akarsudan daha zor bir engelle karşılaştım, yine kendimi kuvvetlendirerek o engeli de aştım. Zamanla daha büyük engellerin, daha büyük su birikintilerinin içinde buldum kendimi.  O su birikintilerinin, o denizlerin, okyanusların içinde yüzerken ne kadar da küçük olduğumu anladım aslında. Büyüdükçe küçüldüm yani.”. Bir süre ikimiz de sessiz kaldık, bana söylediklerini algılayabilmem için vakit tanımış gibiydi. Söyledikleri gerçekten inanılmaz, akıl almaz şeylerdi. Bir o kadar da büyüleyiciydi. Ben de engelleri aşmak istiyordum, ben de akarsuyu geçmek istiyordum, ben de büyümek istiyordum, ben de büyük su birikintilerinde yüzmek istiyordum. “Öğret bana.” dedim ve ekledim, “Bana akarsuyu nasıl aşacağımı öğret.”. “Oku.” dedi. “Nasıl yani? Akarsuyu nasıl okuyayım?” dedim. Şaşırmıştım. “Akarsuyu oku, onu incele, analiz et, anla. İçindeki her bir tehlikeyi, her bir engeli tespit et. Sonra araştır, o engelleri nasıl aşabileceğini, o engellerin üstesinden nasıl gelebileceğini bul. Son aşama, cesaret et. Kendini ikna et ve kendini akarsuyun kollarına bırak.”. “Peki ya paramparça olursam, Babaannemin söylediği gibi?”. “Babaannen hem haklı, hem haksız. Her tekne o akarsuyun kollarına kendisini bırakamaz. Çünkü her tekne o akarsuyun üstesinden gelmeye hazır değildir. Olay akışına bırakmak değil, akışına bırakmaya hazır olup olmamaktır. Buradaki diğer tekneler şu an bulunduğu durumlarda kendilerini akarsuyun akışına bırakırlarsa paramparça olurlar. Ama sen kendini kuvvetlendirmiş, büyütmüş ve hazır olmuş olacaksın.”
 Söyledikleri karşısında büyülenmemek elde değildi. Kendimi hiç böyle hissetmemiştim. İnanılmaz bir duygu karmaşasındaydım; korku, merak, mutluluk, heyecan… Düşünmem gerekiyordu, düşünmem ve karar vermem. “Bana zaman ver, düşünmek için.” dedim. “Zaman senin zamanın, istediğin kadar düşünebilirsin.” dedi. Biraz daha sessizce oturduktan sonra havanın karardığını ve eve gitme vaktinin geldiğini fark ettim. Zaman ne kadar da hızlı geçmişti. “Artık gitsem iyi olacak, Babaannem merak etmesin.” Babaannem… Buralardan çekip gitsem, Babaannem’e arkadaşlarıma ne diyecektim? Hepsinin tepkisi bana ne olurdu? Benden nefret ederler miydi? Babaannem kahrolmaz mıydı? “Tamam, Küçük Deli, kendine iyi bak.” “Sen de Deli.”
 Kafam çok dolu. Ne yapmalıyım? Yeni yerler, yeni su birikintileri, Okyanusları, Denizleri mi keşfetmeliyim; yoksa buradaki balıkçı teknesi hayatıma devam mı etmeliyim? Hem gittim diyelim, Babaannem perişan olmaz mı? Onu gitmeye ikna edebilir miyim? Annem ile Babam’a olanlardan sonra ikna edebileceğimi sanmıyorum. Belki de ikna etmeme gerek yoktur? Bilmiyorum günlük, bilmiyorum.

 Gerçekten bilmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder