6 Ocak 2015 Salı

Küçük Deli - Bölüm 2

Bölüm 1

Bugün sabah erken uyandım, normalden daha erken, güneş henüz doğmamışken. Ardından kendimi temizledim, cilaladım ve okula gittim. Size okuldan bahsetmedim değil mi?
 Okul, balık tutmayı öğrendiğimiz yerdir. Nasıl balık tutulur, hangi şartlarda hangi teknikleri kullanmak gerekir, gölümüzde hangi tür balıklar vardır, hangi tür balığa hangi teknik uygulanır… Bütün günümüz bunları öğrenmekle geçer. Çoğu bana sıkıcı gelir, çünkü göldeki her balığı sevmem. Onların tekniklerini öğrenmek de bana saçma ve zaman kaybı gibi gelir. Ama başka şansımız yok, burada bütün arkadaşlarımın yaptığı gibi benim de okula gitmem lazım. Yoksa tam bir balıkçı teknesi olamam.
 Okulu sevmememin bir diğer sebebi de okuldaki kabadayı tekneler. Her gün benimle uğraşırlar neredeyse. Sırf babalarının balıkçı dükkânları var diye kendilerini çoğu insandan üstün görürler. Neden benim babam da benimle değil ki? Belki O’nun da bir balıkçı dükkânı olurdu. O zaman benimle uğraşamazlardı böyle. Kızıyorum Babam’a, öleceğini bile bile neden o akarsuya girdi?
 Okul bittikten sonra arkadaşlarımla gölde takıldık, her gün yaptığımız gibi. Beraber balık tuttuk, ben yine çok tutamadım. Tuttuklarım da güzel balıklar değildi. Benim aklım da balık tutmakta değildi zaten. Akşam olması için heyecanla bekliyordum. Deli ile konuşacaktım çünkü. Ama bütün gün Deli’yi hiç görmemiştim. Korkunçlu yerde de yoktu. “Acaba geri mi gitti?” diye düşündüm.
 Deli’nin nerede olduğunu düşünürken yağmur yağmaya başladı. Herkes hemen evlerine geçti. Çünkü kural bu şekildeydi. Yağmur yağdığı zaman göldeki su seviyesi artardı ve akarsu hızlanmaya başlardı. Akarsuya sürüklenme tehlikemiz olduğundan dolayı herkes evine geçerdi.
 Eve geçtim ve yağmurun dinmesini bekledim. Akarsuyu izlerken Babaannem’e seslendim. “Babaanne?”, “Efendim oğlum?”, “Annemle Babam neden akarsuda yüzmeye kalktı? Tehlikeli olduğunu bilmiyorlar mıydı?”. Babaannem biraz sessiz kaldı, ona baktığımda şaşırmış duruyordu. En son Babaannem’e Annemle Babamın neden öldüğünü sorduğumda akarsuda yüzdükleri için olduğunu söylemişti. Bu soruyu soralı çok uzun bir zaman olmuştu. Ama nedense tekrar sormak istemiştim. “Annenle Baban yağmurun altında yüzmeyi çok severlerdi. Yağmur yağdığında şiddetlenene kadar eve girmezlerdi. O gün çok şiddetli bir yağmur başladı, eve giremediler, akarsuya doğru akan su onları akarsuya doğru sürükledi. Hiçbir tekne bir şey yapamadı, biri bir şey yapmaya kalksa o tekne de sürüklenirdi. Sürüklendiler, sürüklendiler, sonra gözden kayboldular. Ertesi gün hava sakinleştiğinde Onlardan kalan bir iki tahta parçası gölün üstünde yüzüyordu.”. “Yani yüzmek zorunda kaldılar, mecburen.”, “Evet yavrum, mecburen.”.

***

 Uzun bir süre sessiz kaldım, Annem ile Babam’ı düşündüm akarsuyu izlerken. Sonra bir anda Deli’nin o taraftan geldiğini gördüm. Akarsudan mı gelmişti yine? Nasıl başarmıştı bunu? Yoksa bilmediğimiz başka bir yol mu vardı? Babaannemin de Deli’ye doğru baktığını gördüm. Gözleri kızarmıştı, üstünde biraz yaş vardı. “Ne oldu Babaanne?” dedim. “Bir şey yok” deyip arkasını döndü. “Peki, ben dışarı çıkıyorum.” deyip dışarı çıktım.
 Deli hızlıca gözden kaybolmuştu, gördüğüm en hızlı şeydi sanırım. Balıklar bile bu kadar hızlı yüzemiyordu. Ama nerede olduğunu biliyordum, korkunçlu yerdeydi. Gerçi dün gittiğimden beri o kadar korkunç gelmemeye başladı o yer. O kadar da abartılacak bir şey yok, sadece biraz karanlık, o kadar. Ondan oraya Deli’nin evi diyeyim.
 Deli’nin evine doğru gittim. Onunla konuşacaktım, kararlıydım. Ama yine de korkuyordum, sonuçta deliydi değil mi? Ama neyden korktuğumdan bile emin olmadığımı anladım. “Ya o da eskiden “korkunçlu” dediğim yer gibiyse, ya korkacak bir şey yoksa?” diye düşündüm. Onu birazcık izledim, dün yaptığı şeylerin aynısını yapıyordu. Bütün cesaretimi topladım ve yanına gittim.
 “Merhaba” dedim, korkumu çok belli etmemeye çalışarak. Ama başarılı olduğumu düşünmüyorum. Bana döndü, şaşırmış duruyordu. Sanırım kimsenin onunla konuşacağını sanmıyordu. Sonra yüzündeki şaşkınlık ibaresi yok oldu ve gülümseyerek “Merhaba genç tekne” dedi. Sesi o kadar yumuşak ve huzur vericiydi ki, bütün korkum bir anda yok oldu. “Ufuk” dedim, “Bana Ufuk diyebilirsin.”. “Merhaba Ufuk” dedi tekrardan. Biraz sessiz kaldık, ne diyeceğimi bilmiyordum. Daha doğrusu konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. “Sen nasıl geldin buraya?” diyemezdim direk değil mi? Tekrar çarşafa doğru döndü, çarşafta “Daha uzun götürecek yakıt bul.” yazıyordu. Yakıt da neydi? Nereye götürüyordu? Yakıt buradan çıkış yolu muydu? Nasıl bir şeydi? Dayanamadım, “Yakıt ney?” diye sordum. “Yanlış soru” dedi. Kendimi afallamış hissettim. Yanlış bir şey mi söylemiştim? “Anlamadım Efendim?” dedim. “Efendim mi? Efendin kim?” diye güldü. “Size nasıl hitap edeyim?”, “Buraya gelmeden önce nasıl hitap ediyorsan öyle hitap et.”, “Deli mi diyeyim?”. Ağzımdan kaçıvermişti. Utanmıştım, içimden kendime bir sürü hakaret ettim. Kahkaha attı. Bunu dedikten sonra sinirleneceğini düşünmüştüm ama hiç sinirlenmedi, şaşırmıştım. “Evet, Deli de.”, “Gerçekten mi?”, “Gerçekten.”. “Peki Deli, yanlış soru derken ne demek istedin?”. “Önce kendine şunu sormalısın, ‘acaba soru sormaya hazır mıyım?’”. “Nasıl yani, anlamadım?”. “Ben soru sorduğum için Deli oldum. Merak ettiğim için ,soru sorduğum için tekneler bana Deli adını koydu. Soru sorduğum için, merak ettiğim için beni dışladılar. Gerçi dışlamalarının sebebi biraz da benim. Çünkü tekneler söylediklerime hazır değillerdi. Soru sormamaya o kadar alışmışlardı ki, onlara ufak bir soru sorduğumda beni yanlış bir şey yaptığıma ikna etmeye çalıştılar. Ama ben ikna olmadım, tekrar sordum, tekrar sordum… Sonunda bana Deli dediler, sırf sorduğum soruların cevaplarını bilmiyorlar diye, sırf o soruları sormaktan kaçtıkları için, sırf o soruları sormaya cesaret edemedikleri için ve ben cesaret ettiğim için Deli oldum.

 Yani asıl soru şu, Deli olmaya hazır mısın?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder