Bölüm 1
Bugün sabah erken uyandım, normalden daha erken, güneş henüz doğmamışken. Ardından kendimi temizledim, cilaladım ve okula gittim. Size okuldan bahsetmedim değil mi?
Bugün sabah erken uyandım, normalden daha erken, güneş henüz doğmamışken. Ardından kendimi temizledim, cilaladım ve okula gittim. Size okuldan bahsetmedim değil mi?
Okul, balık tutmayı
öğrendiğimiz yerdir. Nasıl balık tutulur, hangi şartlarda hangi teknikleri
kullanmak gerekir, gölümüzde hangi tür balıklar vardır, hangi tür balığa hangi
teknik uygulanır… Bütün günümüz bunları öğrenmekle geçer. Çoğu bana sıkıcı
gelir, çünkü göldeki her balığı sevmem. Onların tekniklerini öğrenmek de bana
saçma ve zaman kaybı gibi gelir. Ama başka şansımız yok, burada bütün
arkadaşlarımın yaptığı gibi benim de okula gitmem lazım. Yoksa tam bir balıkçı
teknesi olamam.
Okulu sevmememin bir
diğer sebebi de okuldaki kabadayı tekneler. Her gün benimle uğraşırlar neredeyse.
Sırf babalarının balıkçı dükkânları var diye kendilerini çoğu insandan üstün
görürler. Neden benim babam da benimle değil ki? Belki O’nun da bir balıkçı dükkânı
olurdu. O zaman benimle uğraşamazlardı böyle. Kızıyorum Babam’a, öleceğini bile
bile neden o akarsuya girdi?
Okul bittikten sonra
arkadaşlarımla gölde takıldık, her gün yaptığımız gibi. Beraber balık tuttuk,
ben yine çok tutamadım. Tuttuklarım da güzel balıklar değildi. Benim aklım da
balık tutmakta değildi zaten. Akşam olması için heyecanla bekliyordum. Deli ile
konuşacaktım çünkü. Ama bütün gün Deli’yi hiç görmemiştim. Korkunçlu yerde de
yoktu. “Acaba geri mi gitti?” diye düşündüm.
Deli’nin nerede olduğunu
düşünürken yağmur yağmaya başladı. Herkes hemen evlerine geçti. Çünkü kural bu
şekildeydi. Yağmur yağdığı zaman göldeki su seviyesi artardı ve akarsu
hızlanmaya başlardı. Akarsuya sürüklenme tehlikemiz olduğundan dolayı herkes
evine geçerdi.
Eve geçtim ve
yağmurun dinmesini bekledim. Akarsuyu izlerken Babaannem’e seslendim. “Babaanne?”,
“Efendim oğlum?”, “Annemle Babam neden akarsuda yüzmeye kalktı? Tehlikeli
olduğunu bilmiyorlar mıydı?”. Babaannem biraz sessiz kaldı, ona baktığımda
şaşırmış duruyordu. En son Babaannem’e Annemle Babamın neden öldüğünü
sorduğumda akarsuda yüzdükleri için olduğunu söylemişti. Bu soruyu soralı çok
uzun bir zaman olmuştu. Ama nedense tekrar sormak istemiştim. “Annenle Baban
yağmurun altında yüzmeyi çok severlerdi. Yağmur yağdığında şiddetlenene kadar
eve girmezlerdi. O gün çok şiddetli bir yağmur başladı, eve giremediler,
akarsuya doğru akan su onları akarsuya doğru sürükledi. Hiçbir tekne bir şey
yapamadı, biri bir şey yapmaya kalksa o tekne de sürüklenirdi. Sürüklendiler,
sürüklendiler, sonra gözden kayboldular. Ertesi gün hava sakinleştiğinde
Onlardan kalan bir iki tahta parçası gölün üstünde yüzüyordu.”. “Yani yüzmek
zorunda kaldılar, mecburen.”, “Evet yavrum, mecburen.”.
***
Uzun bir süre sessiz
kaldım, Annem ile Babam’ı düşündüm akarsuyu izlerken. Sonra bir anda Deli’nin o
taraftan geldiğini gördüm. Akarsudan mı gelmişti yine? Nasıl başarmıştı bunu?
Yoksa bilmediğimiz başka bir yol mu vardı? Babaannemin de Deli’ye doğru
baktığını gördüm. Gözleri kızarmıştı, üstünde biraz yaş vardı. “Ne oldu Babaanne?”
dedim. “Bir şey yok” deyip arkasını döndü. “Peki, ben dışarı çıkıyorum.” deyip
dışarı çıktım.
Deli hızlıca gözden
kaybolmuştu, gördüğüm en hızlı şeydi sanırım. Balıklar bile bu kadar hızlı yüzemiyordu.
Ama nerede olduğunu biliyordum, korkunçlu yerdeydi. Gerçi dün gittiğimden beri o
kadar korkunç gelmemeye başladı o yer. O kadar da abartılacak bir şey yok,
sadece biraz karanlık, o kadar. Ondan oraya Deli’nin evi diyeyim.
Deli’nin evine doğru
gittim. Onunla konuşacaktım, kararlıydım. Ama yine de korkuyordum, sonuçta
deliydi değil mi? Ama neyden korktuğumdan bile emin olmadığımı anladım. “Ya o
da eskiden “korkunçlu” dediğim yer gibiyse, ya korkacak bir şey yoksa?” diye
düşündüm. Onu birazcık izledim, dün yaptığı şeylerin aynısını yapıyordu. Bütün
cesaretimi topladım ve yanına gittim.
“Merhaba” dedim,
korkumu çok belli etmemeye çalışarak. Ama başarılı olduğumu düşünmüyorum. Bana
döndü, şaşırmış duruyordu. Sanırım kimsenin onunla konuşacağını sanmıyordu.
Sonra yüzündeki şaşkınlık ibaresi yok oldu ve gülümseyerek “Merhaba genç tekne”
dedi. Sesi o kadar yumuşak ve huzur vericiydi ki, bütün korkum bir anda yok
oldu. “Ufuk” dedim, “Bana Ufuk diyebilirsin.”. “Merhaba Ufuk” dedi tekrardan.
Biraz sessiz kaldık, ne diyeceğimi bilmiyordum. Daha doğrusu konuya nasıl
gireceğimi bilmiyordum. “Sen nasıl geldin buraya?” diyemezdim direk değil mi?
Tekrar çarşafa doğru döndü, çarşafta “Daha uzun götürecek yakıt bul.” yazıyordu.
Yakıt da neydi? Nereye götürüyordu? Yakıt buradan çıkış yolu muydu? Nasıl bir
şeydi? Dayanamadım, “Yakıt ney?” diye sordum. “Yanlış soru” dedi. Kendimi
afallamış hissettim. Yanlış bir şey mi söylemiştim? “Anlamadım Efendim?” dedim.
“Efendim mi? Efendin kim?” diye güldü. “Size nasıl hitap edeyim?”, “Buraya
gelmeden önce nasıl hitap ediyorsan öyle hitap et.”, “Deli mi diyeyim?”.
Ağzımdan kaçıvermişti. Utanmıştım, içimden kendime bir sürü hakaret ettim. Kahkaha
attı. Bunu dedikten sonra sinirleneceğini düşünmüştüm ama hiç sinirlenmedi,
şaşırmıştım. “Evet, Deli de.”, “Gerçekten mi?”, “Gerçekten.”. “Peki Deli,
yanlış soru derken ne demek istedin?”. “Önce kendine şunu sormalısın, ‘acaba
soru sormaya hazır mıyım?’”. “Nasıl yani, anlamadım?”. “Ben soru sorduğum
için Deli oldum. Merak ettiğim için ,soru sorduğum için tekneler bana Deli adını koydu. Soru
sorduğum için, merak ettiğim için beni dışladılar. Gerçi dışlamalarının sebebi biraz da benim. Çünkü
tekneler söylediklerime hazır değillerdi. Soru sormamaya o kadar alışmışlardı
ki, onlara ufak bir soru sorduğumda beni yanlış bir şey yaptığıma ikna etmeye
çalıştılar. Ama ben ikna olmadım, tekrar sordum, tekrar sordum… Sonunda bana
Deli dediler, sırf sorduğum soruların cevaplarını bilmiyorlar diye, sırf o
soruları sormaktan kaçtıkları için, sırf o soruları sormaya cesaret
edemedikleri için ve ben cesaret ettiğim için Deli oldum.
Yani asıl soru şu,
Deli olmaya hazır mısın?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder