Malum olayın üzerinden iki gün geçmişti. İki günde
dünya ne çok değişmişti! Hazırladığım harcı güzelce sürmüş, sıvamıştım. Sonra,
önceden bilendırdan geçirdiğim şeker kırıntılarını serpmiştim. Şimdi çok daha
tatlı bir dünyaydı bu elimde tuttuğum. Görenin ağzı sulanır, “ay yerim ben onu,
bıcı gıcı” falan derdi. Neyse ki ben tatlı sevmezdim. Kahveyi sözgelimi
şekersiz, sütsüz içerdim. O gün de yine balkonumda oturmuş kahvemi içiyor,
pembeli sarılı şekerleriyle masanın üzerindeki dünyaya bakıyordum.
Dalmıştım. Onu sokakta gördüğümden beri ara ara
düşünür olmuştum. Belki de bilerek tanımazlıktan gelmişti beni. Kendini bi bok
sanıyordu; beni beğenmemişti, beğenmeyeceğini düşünmüştü. O da biliyordu benim
ben olduğumu. Oysa yine de bir şansı hak etmez miydim? Dünya bunca değişmişken,
ben aynı kalmış olabilir miydim?
Kafamı çevirip sokağı süzdüm yine onu görmek umuduyla.
Çocuklar çift kale maç yapıyorlar. Bir kale diğerinden küçük olmuş. –İnip taşı
düzeltsem mi? Düzeltsem ne yazar! Kaleci çocuk kesin hile yapıyordur, yine
küçültür kaleyi.- Gol oldu. Ayağa kalkıp alkış tutuyorum. Çocuk garipsiyor.
Ağır adımlarla defansa yürüyor. Gol değilmiş. Kale orası değilmiş ki bir kere.
-Boşuna kalecinin günahını aldım.- Yerime oturuyorum. Herkesi kendi dünyasıyla
baş başa bırakmalı.
Paltomu giyip çıktım biraz sonra. Oyun alanına
girmemeye dikkat ederek geçtim çocukların yanından. –Tamam, bilerek taç
çizgisine bastım birkaç kez. Ama onlar da yalandan sevinemezler miydi benimle
beraber? Hiç!- Bizim sokağın sonuna gelince çamların olduğu sokağa girdim. İki
yanı çam ağaçlarıyla çevrili bu sokak kozalaklarla dolu. Her seferinde bir
kozalağı tekmeleye tekmeleye sokağın sonuna kadar götürürüm, yine öyle yaptım.
Sonra kozalakla vedalaşıp, söğüt ağacının oradan, diğer bir sokağa saptım. Küçük
kirazı geçtikten sonra muhtarlığın önünden yürüdüm. Yüce devletimizin en
yakınımdaki temsilcisini hacerül esvedi selamlar gibi selamladım. Ve işte, hırdavatçının
önündeyim.
-Selamu aleyküm.
-Aleyküm selam.
Spatula, alçı, arap sabunu ve silikon kalıp. Aldım
çıktım. Yine kapının önündeyim. –Acaba bıraktığım kozalak aynı yerde midir
hala?- Elimde poşet, yeni malzemelerle yapacağım yeni dünyayı düşleyerek kiraza
doğru yürümeye koyuldum tekrar. Tam birkaç adım atmıştım ki karşımda onu
gördüm! Muhtarla konuşuyor. Olsa olsa birkaç metre var aramızda. Varlığımı
hissedip bana baktılar. Muhtar gülümsedi.
-Hayırlı günler!
-Eyi günler Abi.
O da bakmıştı bana ama buradan bakınca –evet, buradan-
ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı. Yüzünde zerre duygu emaresi yoktu. Çekindim.
Deli sanılmaktan korkup, konuşmaya yeltenemedim. Yürümeye devam edip kirazı
geçtim. Söğüdün yanında bıraktığım kozalağı elime aldım ve çam ağaçlı sokaktan
hızlı hızlı yürüdüm. Çocukların maçı bitmiş, kaldırımda meybuz yiyorlardı. Oyun
alanının ortasından geçip eve attım kendimi. Yatıyorum.
Dünyama sarılıp gözlerimi kapadım.
Çok beğendim, belki ilk kez metni olduğu gibi hayal edebildim. Çok açıktı, çok doğaldı. Emeğinize sağlık!
YanıtlaSilteşekkür ederim
SilMükemmel.
YanıtlaSil8 ay sonra sayende tekrar okudum. harbi mükemmel.
Sil