17 Eylül 2020 Perşembe

Kadın

     Kadın, ortasından ikiye ayrıksınan yatağın karşısında. Varmamak üzere yürüyor yatağa doğru. Yatak mavi, yatak tek yastıklı. Yalnızlık böyle büyür mavilerde. Kırılan, inleyen yerine oturdu kadın, yatağın. Her yerlerinde hissetti, acıtan-kanatan-batan ölümleri. Ben böylesi gebe kalınan bir yalnızlık görmedim. Kahkahaların arasında el yordamıyla arar durur şimdi: SENİ, SİZİ ve ONLARI. Bütün bunlara rağmen yalnız değildir kadın. Bir öleni bir de öldürdüğü vardır odasında.Uyutmaz anlar yaşatırlar kadına. Aslında burada yaşam yok. Kadın itiraz eder, daha bugün gördüğü kitapçının harika hayatından bahseder. Bir köy masalını anlatır, öldürdüğüne. Anneler, babalar kadar ötekidir. Buydu yaşadığı kadının. Bir cehennemdi içinde olduğu çile. Hangi odaya girse kendinden çıkamaz bir kuyu olur bütün değişimler. Ama en çok burada acır canı. Çünkü maviler, yalnızlık getirir. öyle çoğala çoğala yeni bir rüyadan uyandırılmış gibi ağzı uyku kokan bir yalnızlık, büyür durur denize doğru. Artık denizlere öldürsen gitmez. Öldürdü zaten denizlerini. Uzaklarda sığınacağı bir feneri, maviyi son giydiğinde ve bağladığında onu ruhuna son buldu. Yeryüzünde nereye gitse prangaları da gelir ardından. 
     Kadın, her gün aynı sabaha uyanır. Artık aynalarda gördüğü ikircik bir yüzdür. Karanlığın elleri vardır. Ayakucuna tam gelmiş yorganın en beklenmedik yerinden tutar çeker kadını. Ceplerinde hiç oksijen kalmamış gibi sayıklar nefeslerini. Çekmeye çalıştıkça gider o nefes ki, konuşur çok sonra. Aslında burada yaşam yok. -Anne, gelsene. Bir daha şiir doyuramaz kadın. Her gün alışmaya çalışmakla geçirir ömrünü. Bir tabuta kaç kişi gerek? Sevdiklerimin sevdadan yana bıkkınlıkları olmasaydı pek ala taşınabilirdim, yanınıza. Karanlığın gövdesi var. Şimdi ben ölümünden önceki durduğun yerdeyim. Aynı kaldırım kenarı, aynı hava, aynı güneş. Bu yüzden daha da yakınsın nefesimi çekip hayata geri dönüyordun" diye düşündü kadın yazarın içinden çıkarak. İçinden çıkarak... Bugün hiç gülmedi kadın. Dün de gülmemişti adam. Önceki gün çarşamba'dır, ayırır insanlığı odun olmak üzere ormanından koparılan bir ağaç gibi. Taç yapraklarından bakıyorum oval bitkilerin yaşadığı mavilere. Çoktan üzülmüş olmalısın. Çoktan koparılmış olmalısın midemden, ellerimden, ciğerlerimden, beynimden. dedi yazar kadının içine girerek. Yeni bir kelime bulmalı, kadını anlatan bir kelime inşa etmeli, gözle görülür gibi, atlar gibi bir binanın çatısından ya da bir yolun ortasından. 

     Kadın, ortasından ikiye ayrıksınan yatağın mavisinden kalktı. Güneşin tüm ışıkları odasından dışarıda kalmış, duvarları siyah/beyaz bir gölge kovalıyordu. Saat tersinden ilerliyordu. Gün görmek için vardı bu defa hayata. Gün kadını gördükçe kaçtı. Kadın güneşe koştukça karardı. Yağmurlu havalarda giysilerinin üzerine yapışarak yürüdüğün yollar var mı?  Rüzgar sana da, sana özel yaprak getirir mi?  Ayakkabılarını kaldırımın üzerinden kaldırıp kaldırımın üzerine tekrar koyduğun mesafe gibi yanımda ol isterdim dedi kadın. Ayakkabı...  Siz hiç bir şehrin orta yerinde tabanından kopuk bir ayakkabının özgürlüğüne şahit olduğunuz mu? Yazar olan ben, gördüğümden beri bu özgürlüğü, herkes benim gördüğümü görsün istedim. Ama şimdi, kimseleri bile göremez gözüm. Beni iki şehrin sisli şiiri avutur, kadını çantasından çıkardığı hayaletleri. Kadın gitmek ister yaşam yok diye, ben yaşasın isterim maviler için.  Mavi en katlanılmaz renktir. Kadın gülümser. Karanlık oldu yine maviler ölüyü ve öldürdüğünü getirecek. Aslında...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder