28 Haziran 2020 Pazar

Pluie



       Misafir odalarına saklanmış çocuklar gibiydim hep komşu çocukların evlerinde yaşayan. Burada değildim, burada olmanı dilerken yine ben. Dileklerim hep kavala hep pamuk hem beyaz hem sen'le başlayan her şey pülim.
Üstelik sen bilmezsin uzunlu kısalı iki tahta parçayı birbirine kavuştururken ne denli pembeleşen yüzün olduğunu. Ben bilirim tahtanın ucunda bile bile sızlarken içim, gözlerimle sevdiğimi seni. Salyangozları ezmekten korkan bir adam tanıyorum, karıncaları bir bir izlerken ve gökyüzünde çizgi filmler oynatırken ben. Misafir odasından çıktım da orada olduğun yere geldim. Üstelik Meryemlik bir iş değildi bu. Bir kumar oynadım bu defa kendi üzerimde, sıfıra vurduğunda o küçük top ellerimde ellerin vardı. Gece karanlıktan bozma bir mavi, rüzgar su damlalarını kıtalardan sürükleyip senin saçlarına konduruyor, saçların deyince, ben uzuyorum, bendeki sana dair olan her şey bir masal gibi uzuyor -asla gece yarısı olmadı-. İki göz birbirine değince şiir olur derler, iki göz birbirine gülünce ya ne demeli? Yağmur, Fransızca yağıyordu, sen etimi elleyince parmak uçlarınla kaldırımdan kaldırıma götürüyordun beni. Ben, hazırdım seni yalnız gerçekte sevmeye. Sıcak avuç içlerin bana çocuk bir ruhu getirdi. Oysa ne kadar da yanılmışım çocuk ruhların sevgiye dair sanrılarına. Varsa bir sevgi, çocukça sevmek olmalı, içine biraz da gözlerinin kenarlarından yeşil katmalı. Sepette çiçeklerin olduğu bir apartman boşluğundan geliyorum çocukluğuna. Oyun kartlarına, anılarına, sırlarına. Evinin balkonu gibi, en içeride çiçekli bahçen. Onu görüyorum, onu alıp soldurmaktan korkarken bu endişe göğsünde başlayıp kalbinin sesinde bitiyor. Kalbin yerine bir kuş konmuş olmalı. Sabahları sokakta ilk ben görmüş gibi seviniyorum onu her duyduğumda. Ben olsaydım... 
Ben olsaydım... 
Farklı kıyılarından dünyanın, aynı hisle denizi toplamışız birbirimize. Sana kadar denizden kaçan ben şimdi boynuma asıyorum onu. Boynumdan başlayıp gözlerime doğru bakınca sen görünürsün, senin üzerinde güzelliğinle kavga eden bir gök. Sürekli oyunbozanlık yapıp yağmur yağdırıyor bizi gördüğünden beri. Seni gördüğümden beri dudaklarımın ucunda bir rüya görüyorum. Bu rüyada günaydınlar ve iyi geceler oluyor. Hem sen bilir misin buz pateni nasıl bir şey? Soğuk bir rüya gibi insanın içini ısıtan. Ayak parmaklarının ayak parmaklarımla dans etmesinin yeryüzünde bir dili yoktur. Hangi dilde yalnız ikimizin, yalnız hürlüğün dansının anlamı olabilir? Kirazlar ortadan ikiye bölündü. Her biri bir elma kadardı. Gönlünün kuşunu besledim. Her sabah gördüğüm rüyada sen uyandın. Kadınlığımın kaçtığı mutfak şimdi bana bir özgürlük, şimdi bana bir var oluş sevdası. Mavi havluyla kuruturken bulaşıkları 'ocak'ta fokurdayan su bıldırcın kadar sıcak. Akşam yemeklerinin uzun uzun yenmesini çok severim. Bana yetişmek için yavaşlamanı ayrıca severim. Düşünürken sakallarını okşamanı, sarılırken üzerime kıyafet olmanı, film izlerken ara ara göz altından bana bakmanı, kahve ister misin sorusuna lütfen demeni, sabahın ilk günaydını olmanı, akşamları yarın ne yiyeceğiz diye sormanı, çamaşırda bulaşıkta her şeyde ilk kez görüyor gibi şaşırmanı, saçlarıma dokunmanı- beni orada yaşatmanı, koklamanı ensemden bütün hayatımı, köfte ekmek yemeni, gülmeni -farklı farklı da olsa-, bana koşmanı - yalnız bana-, koşarken merdiven merdiven başını vurmanı, gıdıklanmanı her yerinden, altı aya bakmanı, tatil köyünde yaşamanı, kabak çekirdeği alıp eve dönmeni, dolaptan su içmeni, uyurken sürekli ama sürekli yorganı üzerinden atmanı, saçlarımı taramanı, ağrıyan yerlerime dokunmanı, yeşil koltukta oturmanı, ekmek balığı yemeni, uykularında beni arayıp elimi tutmanı, orada mıyım diye beni gözlerinin içinde yaşatmanı, en olunmaz anlarda fotoğraflarımı çekmeni, gecenin bir vaktinde acıktım ben deyip ayaklarını sürterek mutfağa gitmeni, tahterevalliden korkmanı, araba kullanırken elimi tutmanı, film izlerken sürekli soru sormanı, her gün yoğurt yemeni, düşüncelerimi okumak için her hücreme bakmanı, tüm yollarda önce adımlarını eşitleyip daha sonra ellerimi tutmanı, eskimo öpücüğünü, evin içinde beni aramanı, çalışırken masanda, dönüp orada mıyım diye bakmanı, her uyandığımda yanımda olmanı, her defasında ilk kez görür gibi bana koşmanı, gözlerinle sarılmanı, teninle hayat vermeni, üşenerek uflamanı, yeni bir şiire başlarken ki heyacanını, bana oyunlar öğretirken ki hevesini, gözlerine bir parça gece alarak bana bakmanı, nane yağını çok sevmeni, dudağının bir kızıl goncaya benzemesini, sevmediğin halde benimle tatlı yemeni, baktığım yere bakmanı, tüm anları zihninde tekrar yaşatmanı, gel buraya diye dünyamın koynuna almanı beni, pek severim. Ben olsaydım...
Ben olsaydım...

       Gördün mü suyun yanmasını ateşte? Ben gördüm; görünen bir yüzde, görünmeyen bir yüzde, yaşlı adamın ayakkabısının eskimişliğinde, evlerin güneşi içine hapsetmeye çalıştığı akşam üstlerinde, yıldızlarını saydığım adalarda, masalarda, sandalyelerde, kaldırım taşlarında, pipetli bir soğuk kahvede, bir kupa sıcak çayda, tencere içlerinde, yastık kılıflarında, ağızdan alınan sigaralarda, sonu gelmeyen filmlerde, mavilerde, merdiven boşluklarında, parklarda, uzaklarda ve yakınlarda, bir dolabın içindeki bir kutu dutta, kitabın tam ortasında, aruzda-hecede, seste, nefeste, kirpik diplerinin o anlaşılmaz sıklığında, kelimelerde, her yeni gün yıkanmaktan solmuş çamaşırların okul çocukları gibi sıralanmasında, eskici diye çağıran bir sesin sonundaki delilikte, bir yudum suda, banyo lifinde, diş fırçalarının hazır ol duruşunda, tırnakların kesilmesinde, yastık altına bırakılan küçük notlarda, sürekli izlenmek için aynı yerinden açılan ve asla bitirilemeyen videolarda, Arabistan'da, Kazakistan'da, dişlerin bitip damağın başladığı yerde, nar ağacında, kaldırımdan alınan bir çiçekte, sarhoş kızlarda, aynı kaldırımda birbirine dokunacakken ki ayrılıklarda, yediler ve beşlerin birbirine karıştığı sokaklarda titrek bir parmak ucu öpüşmesinde, ayrılıkta, ağlamakta, günlerin geceye karıştığı ve yalnız 'yalnız' olunan anlarda, suyun duvardan taşmasında, ölmemeye çalışan sardunyalarda, 1815'te, rakı bardaklarında içilen şaraplarda, Hint bülbüllerinde, kırmızı bir yelekte, kahve kavanozunda, musluğun altına dolan suda, kuzey yıldızında, söylenmeyen sözlerde, İngiltere'de, Polin'de, bol gelen pijamalarda, tenhalarda, vedalarda, kiralık evlerde, titrek bedenlerde, hep biraz uzak gelen tabak raflarında, kırmızılarda, kahvelerde, şarkılarda, doğum lekelerinde, sorularda, cevaplarda, kurtuluşta, kurtarmakta, elmalarda, gözlüklerde, satın alınmak için daima ötelenen biletlerde, mozaik pastalarda, mavi damarlarda, üşümüş ayaklarda, kurumuş papatyalarda, sende, sende, sende, sende, sende, sende, 
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende,
sende...
Ben olsaydım... 
Tanrının bizi gördüğü bir an var, bizim de gözlerimize cennetin indiği bir an. Güneş ışıklarının gözlerini bu dünyadan kopardığı bir an var. Bir bıraksan dünyanın merkezine düşecek gibi sendeyim.Sıcacık bir taşta oturuyoruz arabalar karınca kolonileri gibi ilerlerken. Sular altında ve pamuklar... Biz yavaşlıyoruz vagonlar hızlanıyor. Ben buradayım, sen buradasın. Dönmüyorum, dönemiyorum. Seni-    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder