19 Nisan 2020 Pazar

Çürümenin Günlüğü 3


21 Eylül 2020


Bugün bütün günümü senin kitabını aramaya harcadım İlhami.

Evin her bir köşesine teker teker baktım. Yüzleşmek istemediğim her şey sırayla gün yüzüne çıktı. Rafların kenarlarında, dolapların en ücra kısımlarına sakladığım, ya da benden saklanmış her şey teker teker gün yüzüne çıktı.

Bir albüm buldum. Fotoğraf albümü. Yıllar öncesine ait. Semiha’nındı bu albüm. Ben böyle şeyleri hiçbir zaman bir araya getirmedim. Anıların öldürülüp çerçeveletildiği bu resimleri.

Bir şeyleri albümleştirmeyi doldurulmuş hayvan koleksiyonlarına benzettim hep. Fotoğraf çekilmeyi de hiç sevmedim zaten. Semiha severdi ama.

Genelde benim fotoğraflarım vardı, fotoğrafçı o olduğu için. Arada da onunkiler vardı. Benimkiler oldukça başarısız, kadrajı kötü fotoğraflar, onun çektikleri ile benim çektiklerimi çok rahat ayırt edebiliyorsun göz ile.

Balayımızdan bir fotoğraf vardı. Daha doğrusu balayına giderken.

Arabadayız. Ben dikkatli bir şekilde yolu izliyorum. Bodrum yolu. Saçlarım daha dökülmemiş. Göz altı torbalarım daha dolmamış. Ten rengim yerinde. 

Balayımızdansa hiç yoktu fotoğraf. Rüya gibi geçtiğinden olsa gerek. Sadece sen ve ben.

Makinenin varlığını unutman hoş. Hayır, onu kıskanmıyorum.

Başka bir fotoğrafta yine ben, evin balkonundayım. Sigara içiyorum. Kim bilir nereye bakıp neyi düşünüyorum, hatırlamıyorum.

Bir başkasında Semiha vardı, koltukta oturmuş kitap okuyor. Kitabın adı seçilmiyor pek. Bütün varlığını kitaba yüklemiş gibi, oldukça dikkatli, keskin bakışlar. Bulunduğu mekandan soyutlamış gibi kendini.

Düğünden fotoğraflar vardı. Bir tanesinde sen de vardın. Seni takım elbise giymeye bir türlü ikna edememiştik. Saçma sapan bir gömlek ve pantolonla sağdıçlığımı üstlenmiştin. Neymiş, masrafmış. Ben alayım dedim, mesele para değil dedin. Mesele neyse artık. Semiha kızmıştı sana bayağı.

Sonra daraldım. Kapattım albümü, yine bir dolabın arkasında şimdi. Büyük ihtimal bir daha açıp yüzüne bakmayacağım, ya da bakmak istesem bile nerede olduğunu hatırlamayacağım.

Aramaya da gücüm olmayacak. Ya da ben olmayacağım. Anılarım.

Yatak odamıza girdim sonra. Uzun süreden beri ilk defa. Orada uyuyamadığımı fark ettiğimde çalışma odama taşınmıştım. Hoş, pek işe yaramamıştı. Sonra uyku ilacı kullanmaya başladım.

Uyku ilacı kullanmaya başladığımdan beri rüyalarıma da veda ettim. Uyumak sadece gözümü kapatıp açmaktan ibaret artık benim için. Eskiden çok güzel rüyalar görürdüm. İlginç, aksiyonlu.

Rüyalarıma önem verirdim, uyandığımda hatırlamaya çalışırdım. Senden sonra kayboldu bu alışkanlığım. 

Sonra fark ettim ki, insanın gerçek hayatta çok ilginç bir hayatı yoksa, uyandığında yaşayacakları ilgisini pek çekmiyorsa, o zaman daha da bağlanıyor rüya alemine. Seninle tanıştıktan sonra, gerçek hayatım daha ilginç, daha güzel geldi. Ben de rüyalarıma olan ilgimi kaybettim. Senden sonra da rüyalarımı kaybettim.

Odana girdim, odamıza. Dolapları açtım. Yıllar geçmiş olmasına rağmen, kokun çalındı yine burnuma. Kıyafetlerine sinen o kokun. Yatağa uzandım sonra, yastığına sarıldım. Yine ağlayamadım.

Bütün sıkıntılarımın çözümü bir damla göz yaşının arkasında gizlenmiş gibi.

Başımı kaldırdım, yatağın karşısındaki aynaya baktım. Yatmadan saçlarını tararken o aynadan bana bakıp konuşmanı hatırladım. Bir an seni gördüm sandım aynada. O sanrı yok oldu, kendimle kalakaldım. Buruşmuş, çökmüş suratıma, birbirine geçmiş sakalıma, kafa derime zar zor tutunan saçlarıma.

Odadan çıktım, aramaya devam ettim. Bulamadım kitabını İlhami. Pes ettim ve odama girdim. Gözüm kitaplığa takıldı. Sonra gördüm seni, kitabını.

Meğersem, şu vakte kadar orada duruyormuşsun. Beni izliyormuşsun. Yavaş yavaş yok olmama, aklımı yitirmeme, çürümeme şahitmişsin her an.

Aldım kitabını, saatlerce okudum. Bütün ödüllere layık bu kitap İlhami. Bu kitabı herkes okumalı. Kuran değil başucu kitabı, bu kitap olmalı. İnsanlar bu kitaba göre hayatlarını şekillendirmeli.
Kendisini dahi unutan bir Tanrı’ya göre değil.





21 Eylül 2020

Doktorun tavsiyesi üzerine, bir sosyal sorumluluk projesine katıldım. Proje kapsamında, üniversite kampüslerinin girişinde öğrencilere, sabahın köründe, çorba dağıttık.

Benimle beraber birkaç yaşlı daha vardı. İki tane kadın, benim haricimde de bir erkek. Bir de dernekten birkaç genç.

Bu uygulamanın ilk günüydü. Öğrenciler, biraz şaşırmış gibi, sıraya girmeden önce yanımıza gelip ne yaptığımızı sordular, aynı şeyi söylemekten dilimde tüy bitti. “Çorba dağıtıyoruz öğrencilere”, “Ücretsiz mi?”, “Evet ücretsiz”. Ama uygulamadan memnun gibilerdi.

Diğerleri yaptıkları işten çok memnun durdukları için, ben de öyle durmak zorunda kaldım. Zorunlu bir gülücük taktım suratıma. Saatlerce aynı hareketi yapmak bende kabir azabı çekiyormuşum gibi bir his yarattı.

Bardağı al, kepçeyi bandır, kepçeyi kaldır, bardağa koy, öğrenciye ver. “Dilerseniz arkada ekmek de var” de ve iyi dersler dile. Altyazı okumak gibi otomatik hale geldi bir yerden sonra.

Hepsi çorbasıyla beraber sevgi de saçtı etrafa. Allah zihin açıklığı versinler, sizler bizim geleceğimizsinler gibi anlamsız, manasız laflar eşliğinde derse uğurladık gençleri.

Bazıları uzatıp hangi bölümde olduğunu falan da sordu başta. Sonra yüzlerce kişiyle aynı muhabbeti etmesi durumunda bunun koca bir günü kaplayacağını anlamış olacaklar ki, bu manasız muhabbetlerden vazgeçtiler. Çok şükür ki.

İş bitince moruklar birbirlerine feysbuk hesaplarını sordular. Değişime ayak uyduran iki tanesi hemen oracıkta “ekleştiler”. Ne demekse bu.

Bana sorduklarında da kullanmadığımı söyledim. Bana feysbuk reklamı yapmamaları için de hemen terk ettim orayı. Zira eve gitmek istiyordum.

Eve gelince düşündüm. Doktor bunu iyi hissedeceğimi düşündüğü, ve diğer yaşlılardan aldığı geri dönüşlere göre bildiğini iddia ettiği, için tavsiye etti ve bu işlerle uğraşan bir tanıdığına yönlendirdi. 

Ama ben iyi hissetmedim. O kalabalıktan ve curcunadan eve tekrar döndüğümde, kendimi daha yalnız hissettim.

Uyuşturucu vermişler gibi bir şey oldu sanki. Bir daha katılmak istediğimi fark ettim. Sonra düşündüm. Neden bunun bana iyi gelmesi gerekiyordu diye.

Birileri için kendini ortaya koymak. O birileri genelde muhtaç kişiler. Bir grup insanın, bir avuç insana kendi ihtiyaçları için bağımlı olması. O bir avuç insanın bu yoksunluğu gidermeleri ve bu yüzden kendilerini iyi hissetmeleri.

Adamak, der onlar bu olan bitene. Kendini başkalarına adamak. Başkalarının iyiliği için kendini ortaya koymak. Koca bir yalandan ibaret bu. Başkalarının değil, yine kendi iyiliğimiz için yaptık bunu. Kendimizi iyi hissetmek için.

İnsanı iyi hissettiren temel şeylerden birinin aslında ilgi göstermek değil de, ilgi görmek olduğuna kanaat getirdim sonra. Birilerinin sana ilgi göstermesi, birilerinin sana ihtiyaç duyması. Sensiz yapamayacak olduğu gerçeği, egoyu okşayan ve vahşice besleyen o his.

Bu yüzden mi çocuk yapmak istedin Semiha? 

Benim sana olan ihtiyacım sana yetmedi mi? Sana hem fiziken hem manen ihtiyaç duyacak bir başka varlık daha mı istedin? Bu yüzden mi defalarca kavga ettik, travmalarımı ve korkularımı defalarca uyandırdın?

O kadar istedin ve siktirolup gittin. Haklıymışım işte bütün korkularımda.

Sırf sen kendini iyi hissedeceksin diye, anneliğini doyuracaksın diye, birisi sana bağımlı olduğu için sen ilgi arsızlığını tatmin edeceksin diye bu bokun içindeyiz şu an. Ve bütün yük benim omuzlarımda. 

Omuzlarımdaydı.

Bir daha gitmeyeceğim bu saçmalığa. Benden başka bir ilgi arsızını rahatça bulurlar zaten.




22 Eylül 2020

Derdin neydi İlhami? 

Acın neydi de nasıl böylesine bir karamsarlık abidesini doğurabildin? Nasıl bir sıkıntı ve karanlık içinde yoğruldu da düşüncelerin, parmaklarından bu isyan çığlıkları, bu yok oluş arzusu, bu yitip gitme özlemi dökülebildi?

Öyle bir insan gibi durmadın hiç dışarıya karşı. Hayat doluydun. Sevgi doluydun. Neşe sıçardın etrafa. Senin yanında ben, muşmula suratımla, adeta bir zıtlık yaratırdım. Bunun da ekmeğini çok yedim sayende.

Karamsar duruşum ilgisini çekerdi zira kadınların. Ama o karamsarlığa adım attıktan sonra, kendilerini bataklıkta boğuluyor gibi hissettikleri anda, kaçıverirlerdi benden.

Dışarıdan bu hal ilgi çekici gelir, ama gerçek hayata geçmeye çalıştıklarında hep kaçarlar benim gibi insanlardan. Benim gibilerin olduğu diziler, filmler, kitaplar hep çok satar, izlenir. Kendi hayatlarını durmadan yıkıma götüren zavallı insanlar ilginç gelir.

Ama mesele ev geçindirmek olunca, akşam eve ekmek getirmek olunca, çocuk bakmak olunca, sorumluluk sahibi olanlara giderler. O yüzden Semiha’nın beni kabul etmesine şaşırmışımdır hep.

Ailenle aran iyiydi. Mutlu, birbirlerine sadık bir anne ve babanın tek evladı olarak büyüdün. İyi okullardan mezunsun. Maddi hiçbir sıkıntı çekmedin. Araban bile vardı. Ciğerlerin patlak vermeden önce sağlık durumun da fena değildi.

Bu iyi profile rağmen, nasıl oldu da böylesine berbat bir adamın portresini çizebildin. Beni mi röntgenledin yoksa İlhami?

Okuduğum bu adam, yazdığın bu enkaz, ben miyim? Babasıyla olan savaşı, kendisiyle olan savaşı, kendisi olamayışıyla olan savaşı ve sonundaki kaçınılmaz yenilgi. Bütün bunlar ben miyim?

Senin bir sıkıntın yoktu zira. Sen hep rol çaldın. Başkalarının dertleriyle dertlendin. Başkalarının sancılarına ortak oldun. Bu yüzden çevreciymiş gibi davrandın, bu yüzden savaş karşıtı eylemlere katıldın. Afrikalara gidip su kuyusu falan açtırdın.

Bense bunların hiçbirine kafamı dahi kaldırmadım. Beni teşvik ettin, bense benim derdim bana yeter dedim ve seni geçiştirdim.

Biliyordum ki senin bir diğer amacın da bütün bunlara katılırken, dünyanın gebe kaldığı dertlerin sancılarını bastırmak değildi, kadın avlamaktı. İyi de ekmeğini yedin.

Hatırlıyorum, bir gün, “Anlatmaya değer bir acısı olmayan kimse, tarihte yerini alamamaya mahkumdur, ne kadar devinirse devinsin” dedin. Van Gogh’u, İsa’yı örnek verdin.

İyi de İlhami, sen ne Van Gogh gibi takdir görmedin, ne de İsa gibi çarmıha terk edildin.

Yine de yalnız hissettiğinden bahsederdin hep. Senin o yalnızlık hissin, her daim yavşakça gelirdi bana. Yalnızlığı etrafında kimsenin olmamasıyla eş değer görürdün. Utanmadan ben yanındayken, “kimsesizim Ali, kimsesiz” derdin.

Halbuki yalnızlık böyle bir şey değil. Yalnızlık, birilerinin yanında olmasını istemene rağmen kimseyi bulamamaktır. 

Benimki gibi işte, ya da kitaptaki Nedim gibi. 

Sen, ben hariç herkesi ittin. Bazen beni bile ittin ya işte, ben hep dönüp dolaşıp geri geldim.

Son dönüşüm çok uzun sürdü. Seni tersledim benle iletişim kurmak istediğinde. “Ölüyorum oğlum ben” dedin, nasıl yani dedim, “Ölüyorum işte, Samsun öldürdü beni” dedin de, öyle geldim.

Evet, senin gibiler, uzaktan bizim gibilere baktığında, bizlerin acısını gördüğünde, bu acının çok değerli ve kutsal bir şey olduğunu, bunu yaratıcı bir şeylere çevirmenin gerekli olduğunu, ve ancak böyle kişilerin tarih tarafından hala anılmakta olduğunu düşünüyor olabilir.

Uzaktan diyorum bak, altını çizerim.

Ama şunun farkında değilsiniz. Bir çoğumuz, içimizdeki bu katranımsı karanlığı, bu bitmek bilmeyen boğulma halini, yok olmak için yanıp tutuşan ruhumuzu zaptetmeye çalışırken; bunu yaratıcı birkaç ögeye çevirme gücüne sahip değiliz.

Hayatta kalmaya çalışmak tek başına üstesinden gelmekte zaten zorlandığımız bir külfet. Kalkıp bunun yanında bir şeyler üretmek ise, bir mucize.

Bazılarımız, tıpkı bir peygamber gibi, bu kerameti gösterebilmişler.

Ama unutma ki, İsa çarmıhta tek başınaydı, Van Gogh’un eserlerini satın alan tek kişi ise abisiydi. Öldükten sonra kıymete bindiler.

Ve İsa biliyordu, adının ancak çarmıhta gerilmesi sonucunda dillerden düşmeyeceğini biliyordu. Yalnızlığının çaresizliği içinde, babasını sayıklarken gözlerini yumdu. Çünkü o, ancak böyle anılacaktı, ama yine de anlaşılmayacaktı. 

Utanmaz herif, nasıl böylesine bir adamı anabildin, rakı sofrana meze ettin?

Emin ol, bunun gibi birçoklarının ismi ise sadece mezar taşlarında yazılı. Üretme kerameti göstermiş birçokları bile unutulup gitti, bir takdir kelimesi dahi duymadan.

Şimdi anlıyorum neden bu kitabın öldükten sonra basılmasını istediğini. Bunu dile getirmedin elbette, çünkü çaldığın karakterden çıkmak istemedin.

Kendini, utanmadan, Kafka yerine koyup, beni de Kafka’nın dostu belledin. Utanmadan İsa yerine koyup beni havarin belledin.

Acısız, keyif pezevengi yaşamına en azından böyle bir efkar sosu serpiştirmek istedin. “Öldükten sonra anıldı”lardan ya da “Öldükten sonra takdir gördü”lerden biri olmak istedin.

Ama sen o durmadan atıf yaptığın İsa ya da Van Gogh’un müridi olamazsın İlhami. Bu şekilde tanıtılmamalısın.

Sen, hayattan zevk alabilmiş bir insan olarak böylesine bir eser yazabilmekle anılmalısın. 

Böylelikle senin gibi rol çalanlar, acı arsızları, hırsızlar, ağlamayı bir gösteriye dönüştürenlerin sayısı azalabilir.




28 Eylül 2020

Hareket edemiyorum İlhami. Temel ihtiyaçlarımı karşılayasım yok. Vücudumdaki her bir boku sıçasım var yatağıma. Onların içinde boğulasım ve yok olasım.

Son günlerde seni düşünüyorum hep. Aklımdan çıkmıyorsun. Kitabının da etkisi vardır elbet. Varlığına şahit olmadığım o birkaç yılı düşünüyorum. Beni de sonunda hayatından çıkarmayı başardığın o birkaç yıl.

Neden böyle olduk diye düşündüm. Neden koptuk birbirimizden. Yıllar öncesini düşünüyorum, hiç kopmayacak gibiydik sanki. Ne olursa olsun beraber kalacakmışız gibi. Yarattığımız aile sanrısının içinde eriyip gidecekmişiz gibi.

Net bir sebep yok aslında. Anlıyorum şimdi. Son rakı içişimizdeki serzenişindi ama bardağı son taşıran damla. Kendine yetememezliğini bana savuruşun. Kendine karşı memnuniyetsizliğini, tekrardan, dışarıya kusuşun.

Bunu hep yapardın. Hep başkalarını suçlardın. Gençken ben de böyleydim. Seninle beraber bütün sorumsuzluklarımızı görmezden gelip toplumu suçlardık. Aynanın karşısına oturmaya tenezzül etmezdik bile. Ama ben bundan vazgeçtim. Sen ise buna devam ettin.

Ben nasıl vazgeçtim diye düşündüm sonra. Mızmızlanmaktan yoruldum sanırım. Mızmızlanmaların, yersiz kramplarımızın sonucundaki manasız yakarışlarımızın hiçbir şeyi değiştirmediğini fark ettim sanırım. Kendime değer vermeyi bıraktım sanırım.

O kadar değersiziz ki. Kapı çaldı. Dışarıdan yemek söyledim. Sanırım ilk defa böyle bir şey yapıyorum.

Normalde dün kadın gelecekti, gelmemesini söyledim. Neden diye sormadı. Hoş, hiç soru sormaz, sadece işini yapar. O yüzden severim o kadını. Elektrik süpürgesinden farksız benim için. Ona hiç teşekkür etmedim. Sen bana hiç teşekkür ettin mi İlhami?

Kapıya broşür bırakmışlar. Bugün hiç acıkmadım. Ama bir şeyler yemem lazım diye düşünerek aradım. Ama aç değilim. Yemek istemiyorum.

Midem kendi kendini sindirse keşke.




29 Eylül 1986


Sarhoşum. En son ne zaman bu kadar içtim bilmiyorum. İlhami dölsüzünün faydaları. Tek faydası.

Sabahın köründe kapıma geldi. Alacaklı gibi vurdu kapıya. Semiha korktu epeyce. Açtım kapıyı, karşımda İlhami. Saçı sakalı salmış, derisi kavrulmuş. Sokağa atılmış ıslak bir it gibi.

Elinde bir valiz, buyur etmeden içeri girdi. “Gidiyoruz” dedi. Nereye dedim? Anamura dedi. Anamur mu? dedim, evet özledim dedi.

Beni özlese şaşırırdım. Beni özlediğini söylese. Ama şimdi anlıyorum, o özlemekten aciz. O sadece geçen iyi vakti özler. 

İnsanlar alakasızdır, kim olursa. Ha benimle gitmiş, ha o kandırdığı üniversiteli kızların biriyle. Gözü açılmış olsa gerek sonuncunun, yine kapımda bitti.

Semiha geldi sonra, şaşkın ve korkmuş bir şekilde. İlhami’yi görünce hoş geldin dedi ve sarıldı. Sarılırken gözünün kenarıyla bana baktı, ben de bilmiyorum der gibi dudağımı büzdüm.

“Kocanı çalmaya geldim” dedi sonra. Hayırdır nereye diye karşılık verdi Semiha. Anamur dedim ben. “Akşam Semiha’nın annesigile” diye girdim lafa, Semiha lafımı kesti. “Sorun değil ben söylerim, siz keyfinize bakın” dedi.

Keşke karşı çıksaydın Semiha. Bu kadar anlayışlı olmak zorunda mısın? Beni anlamaya çalışman yeter, bir de bu ite mi harcıyorsun bu lütfunu?

Ama harcadın, ben de zaten istiyordum gitmek. Hazırlandım, yola çıktık.

Geleneksel bilmemkaçıncı Anamur yolculuğumuz. Anneme anneannemden kalan, ondan da bana kalan yazlığa gidip, gerçek dünyayı düzenli olarak unutuşumuz. Filmlerde yerini alabilecek birçok ana, pornoları kıskandıracak çeşitli orgazmlara şahit o ev. Sayende. Kadınlarla aran hep iyiydi.

Her zamanki gibi sertavuldaki etçimize uğradık. Bir güzel kuzu kavurma yedik. Neco dayı birkaç dekoratif değişikliğe gitmiş. Küçük kuzu bibloları koymuş dükkana. Kuzuları yerken o biblolarla göz göze gelmek pek iyi bir tecrübe değildi, ama bir şey demedim.

Ve tabi ki rakı sofralarımızın vazgeçilmezi koyun yoğurdumuzu da aldık. Rakının yanında ilk yiyişimizi hatırlıyorum bu meredi. O kafayla oturup koyun yoğurduna methiyeler dizmiştik. Onu Mesih ilan etmiştik.

Yol boyunca hiç susmadın. Hep çok konuşursun zaten. Görüşmeyeli neler yaptığını sıraladın. Yanında yatıp kalktığın kızları saydın, kızların orasını burasını övdün. Benim artık bu muhabbetlerden hoşlanmadığımı fark etmedin. Ayıp olmasın diye Semiha’yı, nasıl gittiğini sordun. Gayet güzel dedim. Gayet güzel zaten.

Sonra Anamur’a vardık. Valizleri eve bıraktık, mayoları giydik. Adettendir, birer bardak viskiye tek atıp, denize girdik.

Adayı sordun. Ne kadar uzakta bu ada diye. Sen sorunca fark ettim o adanın varlığını. Bilmiyorum dedim. Yüzelim oraya dedin, uğraştırma şimdi bizi dedim. Surat büzdün.

Denizden çıkınca Seher teyzeyi sordun. Yazlığın alamancılarından. Üç ay önce vefat haberini aldığımı söyledim. Üzülmüş gibi yaptın. Asıl umrunda olan onun torunuydu tabi. Şaşırtmadın, torununu sordun. Bilmiyorum dedim.

Halbuki cenazede gördüm, sohbet ettik. Okulu bitirmiş, atanma bekliyormuş. Çok bekler.

Ama o seni sormadı İlhami, ben hariç kimsenin umrunda değilsin çünkü. Hoş, artık benim de umrumda değilsin.

Sonra sofrayı hazırladık beraber. Mezeleri dizdik. Rakıları koyduk. Bir süre sonra sen, her zamanki gibi, “Kimsesizim Ali, kimsesiz. Ne olacak bu halimiz?” dedin. Ne varmış halimizde, gayet iyiyiz dedim.
Sonra ağız ishalin başladı. Maruz kalacağım son ishalin.

“Sen iyisin tabi” diye başladın.

karnın tok sırtın pek semiha var uyandığında yüzüne bakabileceğin güzel bir yüz yatağa tek başına girmiyorsun paran var meşhur baba paran gençliğinde fütursuzca yediğin hala da yemeye devam ettiğin o baba paran hayırdır bu sefer babana sövmeyecek misin sana attığı o ilk tokatı anlatmayacak mısın bütün sorumsuzluklarını ve mutsuzluklarını babana yükleyip sonra da ağlamayacak mısın ne değişti ha doğru artık semiha var semiha babanı tanıyor mu ali semiha babana yakarışlarını dinliyor mu semiha babanın cenazesine gelmiş miydi ali senin gelmeyi reddettiğin o cenazeye gelmiş miydi ali semiha mıydı senin koluna girip seni oraya götüren babanın mezarına toprak atan dinlememiştir çünkü korkmuşsundur ali kaçacağından korkmuşsundur seni sevmeyeceğinden korkmuşsundur kendini unutmak istediğinde bardağına rakıyı semiha mı koydu ali hayır ali ben koydum kendime de koydum ali semiha başka neyi bilmiyor ali en yakın arkadaşlarından birinin sevgilisi ile yattığını biliyor mu ali sonra utanmadan yanıma gelip af dilediğini dizime kapandığını biliyor mu ali herkesin seni yaptığın bu şerefsizlikten dolayı yalnız bıraktığını ama benim seni yalnız bırakmadığımı biliyor mu ali yaptığın ilk hırsızlığını biliyor mu pes edip bileklerini kestiğini benim seni hastaneye götürdüğümü yoldayken ölmek için bana yalvardığını biliyor mu ali beraber ektiğimiz ilk teravihi tepeye çıkıp yaktığımız ilk sigarayı biliyor mu ali sonrasında annenin bizi yakalayışını ama benim yalan söyleyip o sigara içmiyor saliha teyze ben içiyorum diyişimi biliyor mu ali annene yaptıklarını biliyor mu peki ortalıktan kaybolup yıllarca o kadıncağızı aramadığını biliyor mu bunların hiç birini semiha bilmez ali çünkü sen korkak sorumsuz bir insanın tekisin ali semiha seni seviyor mu hali semiha seni tanımıyor ali insan tanımadığı birini nasıl sevebilir ali ben seni tanıyorum ali ben seni seviyorum ali seni sadece ben ama ben sevebilirim çünkü sevilmeye layık değilsin ali ama bunu hiç kabul etmedin çünkü yanında ben vardım ali uyuşturucun ilhami vardı ali seni hep uyuşturdum ali kendimi de hep uyuşturdum ali çünkü hayatta kalmanın tek yolu buydu ali seni uyuşturmadığım ilk gün kendine kıydın ali beni yalnız bırakmayı göze aldın ali senin için hayatta yegane önemi olan tek kişiyi yalnız bırakmayı göze alabilecek kadar yüzsüz bir mahlukat müsveddesisin ali ama ben vardım ali senden daha yüzsüz senden daha korkak senden daha sorumsuz bir insan vardı ali ben sana göre o kadar daha kötüydüm ki hiç dönüp kendine bakmadın bile ali benim varlığım seni rahatlattı ali benim varlığım senin vicdan masturbasyonuna yetti ali ada diyorum ali ne kadar uzalıkta o ada ali

Sonra kalktı. “Ben adaya gidiyorum, ya benimle adaya gel ya da bir daha gelme” dedi. Gitti.

Ne yapacağım şimdi ben?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder