Gece uyandı, rüyasında gördüğü imgeler onu rahatsız etmişti.
Binlerce yüz ona bakıyor, hatırlıyor musun diyorlardı. Neyi hatırlaması
gerektiğini düşünüyor, bocalıyor. Yüzler üzerine hücum ediyordu. Çığlıklar,
taşlar, domatesler arasından adeta kaçarak kan ter içinde uyanmıştı. Onlar da
kimlerdi, hatırlamak kelimesinin önemi neydi? Soğuk suya uzandı, boğazı
kurumuştu. Sakinleşene kadar ışığı açtı, odanın dolanmaya izin veren
kenarlarında gidip geldi. Sıkıldı, camdan dışarı baktı. Sessiz, uyuyan
mahallenin bakır rengi lamba ışığı köşedeki çöp kutularının üzerine düşüyordu.
Gök ise durgundu, camı açtı, ileriye doğru sarkarak yukarıdaki noktaları saydı.
Gözleri biraz alıştıktan sonra sayıları artmıştı. Ani bir motor sesi dikkatini
çekti. Bulut denizi arasında adeta bir fener gibi etrafa ışık tutan bir cisim
vardı. Işığın yönü belirli aralıklarla doğuya dönüyor, manevralarınsa belirli
bir sırası olduğu bir süre sonra anlaşılıyordu. İlk başta dikkat etmemişti,
ahmağın ya da sarhoş zenginin biri diye düşünmüştü ancak hareketlerindeki
tekrar onu takip etmeye zorluyordu. Merak, derisinin üzerinden tüm hücrelerine
sızıyordu ve ateşe veriyordu düşüncelerini. Doğuda ne vardı diye baktı. Bir
takım yıldızı göreceğini umuyordu. Doğuda,” Hey sen!” yazıyordu. Neler
oluyordu, koluna vurdu. Uykudan uyanmak için yapması gereken hareketi
hatırlayamıyordu. Gözlerini ovaladı. Yazı hala oradaydı. Işığı takip et diye
bir ses geldi geçti esen rüzgarla. Işığı tekrar bulması gerekliydi. Bakışları
çevreyi dolaşırken batıdan -çöp kutularının olduğu taraftan- büyük bir gürültü
koptu. Telaşlı ama soğukkanlı olmaya çalışarak bakışlarını o köşeye çevirdi. Çöplerin
önünde kocaman bir tabela vardı. Hiçbir şey hatırlayamadan nasıl yaşıyorsun?
Sahi yaşıyor musun? yazıyordu. Birileri benimle uğraşıyor, hem de beni
şaşırtarak, evimde bunu yaparak bana bir mesaj vermeye çalışıyor, diye düşündü.
Peki ilgilenmezsem ve penceremi kapatıp yatarsam ne yapabilir ki diye düşünerek
ve kendini sonuna kadar haklı bularak pencereyi kapatıp, perdeleri çekti.
Arkasını döndü, yatağına uzandı. Gözlerini tavana dikti, hala uykusu yoktu.
İşte o sırada 3.yazı gibi duran şeyi fark etti. Aniden odanın içine ışık doldu,
gözleri acıyor, zar zorda olsa bir şey görmeye çalışıyordu. Ani ışık, geldiği
gibi yok oldu. Lanet perdeler ve lanet olası herifler. Ne diye onunla
uğraşıyorlardı, bu kadar zahmete ne gerek vardı? Oda karanlıktı, yine de gözlerini
açması için bir süre beklemesi gerekti. Pencereye gitti, perdeyi yavaşça
aralayıp sokağa baktı. Çöp kutularının orada bir şey kalmamıştı, gökyüzünde bir
şey gözükmüyordu. Odayı endişeli ve anlam arayan bakışlarla dolandı. O sırada
aklına az önceki olay geldi. Tavana baktı. “Ne yaşıyorsun ne de ölüsün, bilmek
istiyorsan oku.” Yazıyordu. Oku mu? Bu da neydi şimdi? Neyi okumamı istiyorlar, neden ben Tanrım
neden ben diye dizlerinin üstünde adeta teatral bir şekilde yakardı. Yavaşça
kalktı, çaresizliği gözlerinden okunuyordu. İşte o sırada adeta bir mucize gibi
okuduğu kitap gözüne çarptı. Ayracı farklı duruyordu sanki ya da yeri, emin
olamıyordu. Kaldığı sayfaya baktı, anlamlı bir şey yoktu. Sayfaları giderek
hiddetlenerek çeviriyordu, nereye veya niçin baktığını bilemiyor, olayla kitabı
bağdaştıramıyordu. Umutsuzluğa kapılarak kitabı fırlattı, duvara çarpan kitabın
ayracı bir kenara savruldu. Yatağın üzerine yığıldı, gün doğmak üzereydi ve
uykusu vardı. Sonrasında kımıldamasa yatağa çöküşü, canlılığın veya yaşamın bir
vücudu terk edişine örnek gösterilebilirdi. Yastığa sarıldı ve gözlerini korku
ve endişenin kucağına bırakırken, uzaklaşan görüntüde kitabın arasında
parlayan, adeta ışık saçan bir şeyin olduğu görülüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder