3 Kasım 2018 Cumartesi

2


Gece uyandı, rüyasında gördüğü imgeler onu rahatsız etmişti.

Binlerce yüz ona bakıyor, hatırlıyor musun diyorlardı. Neyi hatırlaması gerektiğini düşünüyor, bocalıyor. Yüzler üzerine hücum ediyordu. Çığlıklar, taşlar, domatesler arasından adeta kaçarak kan ter içinde uyanmıştı. Onlar da kimlerdi, hatırlamak kelimesinin önemi neydi? Soğuk suya uzandı, boğazı kurumuştu. Sakinleşene kadar ışığı açtı, odanın dolanmaya izin veren kenarlarında gidip geldi. Sıkıldı, camdan dışarı baktı. Sessiz, uyuyan mahallenin bakır rengi lamba ışığı köşedeki çöp kutularının üzerine düşüyordu. Gök ise durgundu, camı açtı, ileriye doğru sarkarak yukarıdaki noktaları saydı. Gözleri biraz alıştıktan sonra sayıları artmıştı. Ani bir motor sesi dikkatini çekti. Bulut denizi arasında adeta bir fener gibi etrafa ışık tutan bir cisim vardı. Işığın yönü belirli aralıklarla doğuya dönüyor, manevralarınsa belirli bir sırası olduğu bir süre sonra anlaşılıyordu. İlk başta dikkat etmemişti, ahmağın ya da sarhoş zenginin biri diye düşünmüştü ancak hareketlerindeki tekrar onu takip etmeye zorluyordu. Merak, derisinin üzerinden tüm hücrelerine sızıyordu ve ateşe veriyordu düşüncelerini. Doğuda ne vardı diye baktı. Bir takım yıldızı göreceğini umuyordu. Doğuda,” Hey sen!” yazıyordu. Neler oluyordu, koluna vurdu. Uykudan uyanmak için yapması gereken hareketi hatırlayamıyordu. Gözlerini ovaladı. Yazı hala oradaydı. Işığı takip et diye bir ses geldi geçti esen rüzgarla. Işığı tekrar bulması gerekliydi. Bakışları çevreyi dolaşırken batıdan -çöp kutularının olduğu taraftan- büyük bir gürültü koptu. Telaşlı ama soğukkanlı olmaya çalışarak bakışlarını o köşeye çevirdi. Çöplerin önünde kocaman bir tabela vardı. Hiçbir şey hatırlayamadan nasıl yaşıyorsun? Sahi yaşıyor musun? yazıyordu. Birileri benimle uğraşıyor, hem de beni şaşırtarak, evimde bunu yaparak bana bir mesaj vermeye çalışıyor, diye düşündü. Peki ilgilenmezsem ve penceremi kapatıp yatarsam ne yapabilir ki diye düşünerek ve kendini sonuna kadar haklı bularak pencereyi kapatıp, perdeleri çekti. Arkasını döndü, yatağına uzandı. Gözlerini tavana dikti, hala uykusu yoktu. İşte o sırada 3.yazı gibi duran şeyi fark etti. Aniden odanın içine ışık doldu, gözleri acıyor, zar zorda olsa bir şey görmeye çalışıyordu. Ani ışık, geldiği gibi yok oldu. Lanet perdeler ve lanet olası herifler. Ne diye onunla uğraşıyorlardı, bu kadar zahmete ne gerek vardı? Oda karanlıktı, yine de gözlerini açması için bir süre beklemesi gerekti. Pencereye gitti, perdeyi yavaşça aralayıp sokağa baktı. Çöp kutularının orada bir şey kalmamıştı, gökyüzünde bir şey gözükmüyordu. Odayı endişeli ve anlam arayan bakışlarla dolandı. O sırada aklına az önceki olay geldi. Tavana baktı. “Ne yaşıyorsun ne de ölüsün, bilmek istiyorsan oku.” Yazıyordu. Oku mu? Bu da neydi şimdi?  Neyi okumamı istiyorlar, neden ben Tanrım neden ben diye dizlerinin üstünde adeta teatral bir şekilde yakardı. Yavaşça kalktı, çaresizliği gözlerinden okunuyordu. İşte o sırada adeta bir mucize gibi okuduğu kitap gözüne çarptı. Ayracı farklı duruyordu sanki ya da yeri, emin olamıyordu. Kaldığı sayfaya baktı, anlamlı bir şey yoktu. Sayfaları giderek hiddetlenerek çeviriyordu, nereye veya niçin baktığını bilemiyor, olayla kitabı bağdaştıramıyordu. Umutsuzluğa kapılarak kitabı fırlattı, duvara çarpan kitabın ayracı bir kenara savruldu. Yatağın üzerine yığıldı, gün doğmak üzereydi ve uykusu vardı. Sonrasında kımıldamasa yatağa çöküşü, canlılığın veya yaşamın bir vücudu terk edişine örnek gösterilebilirdi. Yastığa sarıldı ve gözlerini korku ve endişenin kucağına bırakırken, uzaklaşan görüntüde kitabın arasında parlayan, adeta ışık saçan bir şeyin olduğu görülüyordu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder