4 Aralık 2017 Pazartesi

Casta Diva

*kuyucaklı yusuf'a ithafen



Yusuf, gidelim buradan.
Yaşamın kokuşmuş ara sokaklarından, bilinmeyenin verdiği vahşi hazdan, insanın labirentinden çok uzağa gidelim. Kendimizi sıyırıp üzerimizden, bir çöplüğün kaderine terk edelim.

Yusuf, sessizliğimizle sağır ederiz biz bu yaşamı.
Vakit kaybetmeden, ellerimizi geri dönülmez hatalardan sakınarak, göğsümüzü rüzgarlara sımsıkı kapatarak gidelim.

Muazzez, iyi yürekli kız.
Söz dönmeyecek yolculuğundan bir daha geri.
Muazzez bizim derinimizde bir kuytu bulacak kendine, Muazzez tozlu bir albüm kapağı..
Yarası, kağıt kesiği. Ne yana dönsek sızlayacak.
Biz seninle, kuş tüyü ölümlere varacağız. Muazzez'i düşleyerek yumacağız gözlerimizi aynı göğün kucağında.
İnsanlar yine yargılayacak, insanlar yine delirmişiz gibi bakacak yüzümüze.
İnsanlar, kendi parmaklıkları ardında insancıklar, bizi yargılarının zindanına kapatamasın diye, Yusuf gidelim buradan.
Sen hiçlikten geliyorsun, bense yaşadım güneşli günleri. Bir acıya yüreğimi kaptırdım defalarca, sevdim, utandım, korktum. Yusuf biz yine de en çok kendi içimize bağlıyız prangalarla. Dünyada bir çiçeğin, bir sevişmenin, bir korkunun bizden daha çok yeri var.

Yusuf, kaç içinden. Ya da kaçır aklını. Muazzez’i kurban edeceksin hazlarının oyununa. Onu senden alacaklar, saçları zulümlere dolanacak, masumiyetini sensizliğe yenilirken yitirecek bin kere. Muazzez'in ruhu Nil'de yıkanmış gibi büyülü bir el tarafından. Ama biz zaten biliyoruz yaşamın karasını. Biz meyyit gibi duruyoruz cıvıl cıvıl hayatta. Bakışlarımızda hep aynı telaş. Biri bizi fark edecek, biri bizi çarkın orta yerine terk edecek diye çıkıyor aklımız.
Yaşam damarlarımızda hüküm süren, tutkulu bir kızıl. Casta Diva’yla buluştuğunda Oblomov nasıl hayran olduysa Olga’ya, biz bu melankoliye öyle hayranız seninle. Grilerle bulanmış ikircikli ve kaçamak bakışlarımız kara bir büyü olup çekiyor insanları. Gözlerimizde günden güne belirginleşen renk; dünyanın sükuneti, pisliği, güzelliğidir, biliyorsun.

Yusuf, unutalım birbirimizi. Unutalım nasıl unuttuysak sahici hisleri, sen nasıl unuttuysan geçim derdinde kendini, nasıl yoksaydıysan eşsiz ve yaralı ruhunu, öyle unutalım. Farz edelim ki bir hikayeyi duyumsadık birlikte ve birer kağıt parçasıyız insancıkların elinde. Yıpranmaya meyilli, suya dayanıksız, bir kıvılcımla tutuşan ve ısıtan buz kesmiş gözleri.

Yusuf, bağışlayalım birbirimizi. Yeni farkındalıkların eşiğindeyiz, üzerimizde geçmişin eli, birbirimizi nerede görsek tanırız yaramızdan. Boşluğa açılan her savaş kaybedilmeye mahkummuş, öyle diyorlar. Ama biz bu boşluğa avuçlarımızdan anlam içiriyoruz. Zamanın yüzümüzde bıraktığı her izi öpüyoruz. Büyüdük, birlikte, sımsıkıydı ellerimiz. Büyüdük, birlikte, aynı hoyratlıkla parçalandı düşümüz.

Yusuf, bizi bir bilinmeze terk ettiler. Burası dipsizliğin dibi diye fısıldamıştın kulağıma.
Onlarca hayat, onlarca insan, onlarca hikaye seyrettin. Ama gözlerin yalnız Muazzez'i aradı. Gecenin ve soğuğun, yüreğini bir kuş gibi titrettiği oldu. Yine de kaskatı durdun yaşama. Teninde demirlerden örülmüş mesafeler, serçeler soluksuz kaldı göğüs kafesinin altında. Dilinin ucunda yanık tadı, söyleyemediklerinin yangınından hatıra.

Yusuf, gidelim buradan. Uzat ellerini.

Muazzez, ki zayıf bedeni daha en başından teslim olmuştu, yenildi sana. Hiç bilmediler, hiç bilmediniz, o bu dünyada en çok Yusuf'u sevdi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder