30 Ağustos 2017 Çarşamba

Kırık

          
          
          ''Kirlidir şiir; ve söz, atılmazsa zehirdir” Der şair.
İnsanın içi mürekkebin siyahına özlendiğinde, ruhun bulutları kasvetinden bütün cevapları sakladığında, iç dünyan kaos ile seni tahtından indirdiğinde kendini zehirlememek için dışarı atılan zehire, üstüme deneyip ancak büyüyünce giyebileceğim hüzünlerin yanına yakıştırmaya çalıştığım şeylere kelimeler diyordum bu güne kadar. Hüzün ve Kelimeler. Biri birinden besleniyor, biri diğerine dönüşüyordu. Melankoli, hüzünlü olma mutluluğudur demiş Victor Hugo. Hüznümde bulduğum sen, kelimeler ve o buruk haz beni hiç yalnız bırakmadınız bu güne kadar.
            Her sabah olduğu gibi baş ağrım beni güneşten önce uyandırdı. İçme bu kadar derdin burada olsan, Otuzlu yaşlarını göremeyeceksin. Kendini beni düşündüğüne böyle mi inandırdın sahi? Kavanozun dibinde kalan kahveyi ve dolaptaki ilaçları alırken ayağım eşyalarını koyduğum koliye takıldı, bir şehir dolusu küfürü boğazıma tıkayıp açtım içini eşyalarının. Siktiğimin evinden her şeyinle defolup gitmiştin. Benden adam olmazmış, ciddiyet nedir bilmezmişim, yazdıklarımın içinde boğulacakmışım, seni hiç dinlememişim gibi bir ton dinlemediğim şeyi sıralayıp çekip gittin. Eşyalarının içinden kitaplarından birini çekip çıkarttım, kahveyi alıp balkona çıktım. Bir sigara yaktım. Yüzüme bakan karga bile, tahammül edemeyip uçtu yerinden. Ahmet amca yine eve sarhoş gelmiş belli ki apartmanın bankında yatıyordu, mahallenin sana donunu indiren delisi yakup senin artıkları verdiğin kediye bir şeyler anlatıyordu. Kafamı aşağı indirince babana benzeyen bir adamın kapıya yaklaştığını gördüm. Uzun uzun baktı bana, yukarı gelebilir miyim diye sorunca sen gönderdin zannettim. Açtım kapıyı yukarı çıktı, elini omzuma koydu. “Aferin evlat, kızıma iyi bakmışsın. Şu haline baksana. Yememiş, içmemiş hayatının amına koymuş.” Diyecek diye bekledim. “Oğlum.” Dedi. “Ben 7 numaraya geldim. Şimdi belki uyanmamışlardır. Gelip balkonunda bekleyebilir miyim?” Ne balkonu amca? Sen kimsin? 7 numarayı ne yapacaksın? Saat sabahın 5.45i diyemeyip sadece içeriyi gösterdim.
“Siz 7 numaraya neden geldiniz?” Gözü senin eşyalarında, salondaki küllükte, masanın üstündeki yarım viski şişesinde dolaştı ve sonunda beni buldu. “30 yıl önceki evime benziyor burası. Yarısı biz kokuyor, yarısı sen.” 30 yıl sonra ben de böyle delireceğim diye yüzüne baktım adamın. Yersiz cümlelere tahammülüm kalmadığını anladı ki anlatmaya başladı. “ 60 yaşındayım ben, bunlar olurken 18 yaşındaydım. O zamanlar Odtü’ye yeni girmişim. Sağ sol ortalık çalkalanıyor. Birileri konuşuyor biz de oturmuş dinliyoruz. Akşamları sigaramızı alıyoruz, Birinci marka. Elimizde o gün ne kaldıysa onu içiyor, dertleniyoruz. O akşam başka akşamdı, güneş bile bir farklı batıyordu. Fakültelerin merdivenlerine doğru kafamı çevirdiğimde onu gördüm. Orada 5 tane ağaç vardır, sık sık dizilmiş dururlar. Dört tanesi eriktir, bir tanesi ise kocaman kayın arkasını göstermezler pek. Nereden aklımda kaldı dersen, 20 yıl aynı yerden aynı ağaçların arkasına baktım ben. Arkadaşlarla oturup abilerimizi dinliyor, solculuk oynamaya alışırken ağaçların arkasından bir kırmızılık gördüm, kafamı sağa doğru çevirdim ve orada kalakaldım. Her gece ateşi izledim yıllarca, her gün tepelerden güneşin batışını izledim. Onun kızıllığını başka yerde göremedim. Açık kahve saçları, bembeyaz yüzü, üstündeki kırmızı elbisesiyle yurtlara doğru yürüyordu.
            Haftalar geçti aradan, aynı yerde onun geçmesini bekledim. Beşinci günün sonunda bir salı günüydü unutmuyorum, hiç beklemediğim bir anda geçti. Yanına gittim. Kendimi tanıttım. Hayatımın en mutlu 1 yılının o gün başlayacağını bilmiyordum. İstanbulluydu, okumaya gelmişti. Canı sıkkındı, ailemi özlüyorum diyordu. Çizgi çizgi ezberliyordum yüzünü. Cümle cümle söylediklerini tekrarlıyordum gün bittiğinde bir dua okur gibi. Çok geçmedi yanımda yaşamaya başladı. O zamanlar yan yana oturmak bile zorken aynı evde yaşadığımıza inanmam aylarımı aldı. Uyandığımda onu göreceğim için geceleri defalarca uyanıyordum. Onun arkasından 30 yıl sağ tarafta yatamadım ben. Çayı hiç fazla demli koymadım, kahveyi hiç şekerli pişirmedim. Aradan 1 yıl geçti, kapının kırılacak gibi yumruklanmasıyla uyandık. Babası gelmişti İstanbul’dan. Kızını buraya orospu olmak için gelmediğini söylüyordu. Ben onu camdan gibi tutarken bunca yıl, yere yığılışını izledim. Bizi allahsızlıkla suçluyordu. Şeytan olmuştuk bir günde. Allah belamızı en kısa sürede verecekti, ar haya hiçbir şey kalmamıştı. Biz onunla o bir yılda “Seviştik evet, bu bir günah ve tanrı her şeyi görür. Sayın tanrı orada oturup bizi izledi. Ve eminim ki ikimizden biri olmayı her şeyden çok istedi.”
Aldılar götürdüler onu elimden, sağ sol davasından bana yar etmediler. 2 çocuğu olan bir adamla evlendirdiler yanlış bilmiyorsam. Babası elimden aldı, babası olacak birine kızını büyütsün diye verdi. Ağlaya ağlaya bindi otobüse, İstanbul’dan kalktı Aydın’a yerleşti. Iyi adam dediler evlendiği kişinin arkasından. Aydın’ın yarısı onunmuş. Eşini çocuğunu doğururken kaybetmiş, Aydın’ın tamamına okumayı yazmayı o öğretmiş. Okulu bitirdim, unutmayı denedim. İşe girdim, şirket kurdum, elimde ne varsa batırdım. 4 kadehten sonra her şey o olduğu için ayık gezmedim uzun süre. Dayanamadım.Baba mesleği pidecide çalışmaya başladım Aşti’de. Bir gün bir çocuk geldi dükkana, cam gibi gözlerini bana dikti. Kirpikleri aynı onun kirpikleriydi. “Ben o kirpiklerin hala rastgele dizildiğine inanmıyorum.” Otobüsten yeni indiğini, yemek istediğini söyledi, annesi gelip ödeyecekmiş. Yemeğini verdim, bitirdi. Bir açık çay koydum ona, eline alırken döküldü üstüne. Ben tezgahın arkasından çıkarken bir kadın girdi içeriye. Peçeteyi kadına uzattım. Bir peçete de bana uzatıyordu bunlar olurken. Neyimdi bu adam benim? Kimdi? Alelade bir yabancı değildi. Aklımda sen, masanın üstünde viski şişesi ve bu yaşımda sakalıma senden sonra düşen ilk damlalarla duygusuzlukla suçladığın ben. Herkes aşkı biz gibi birbirine yük etmiyormuş. Ben bunları düşünürken anlatmaya devam etti. Sen hiç birbirine değmeden öpüşen iki insan gördün mü? Sen hiç dokunmadan sarılan iki kişiye tanık oldun mu? O gün saatlerce öpüştük, sarıldık, seviştik biz ama sadece gözlerimiz birkaç saniye değdi birbirine. O günden sonra çıktım memleket memleket, ülke ülke gezdim. Çalıştım, ev aldım araba aldım. Bir tek mutluluğu kendime alamadım. Gezdiğim ülkelerin hepsinden ona birer tablo aldım, çok severdi o. Evin her köşesine asar, baktıkça o manzarada yaşıyorum derdi. Buralara geri döndüm. Bizim bir arkadaş var emniyette ona gittim, buldum izini. Evine gittim boş. Eşini kaybetmiş, bir oğlu varmış. Burada yaşıyormuş 7 numarada. Onu bulayım da derdimi anlatayım. Belki bir gün adım ağzına değmiştir de biliyordur beni dedim. Onu bulursam aldıklarımın hepsini ona vereceğim. Ben onun yüzünü gördüğüm her an 60 değil 18 yaşındayım hep. Bir ömür 18 kalırız beraber diyeceğim. Ne diyorsun? Dedi. Bak bu da günlüğüm, onsuz geçirdiğim her günü yazdım buna. Mutsuz insan yazar, mutlu insan yazmaz. Son sayfasını beraber yazalım diyeceğim.


            Gözlerimi silip adamın yüzüne baktım. Bu dairenin aslında 7 numara olduğunu, annemin yıllarca boynundaki dua diye bildiğimiz kolyesinin içinden çıkan fotoğraftaki gözlerin ona ait olduğunu yıllarca bir ritüel gibi salı akşamları Zeki Müren “Elbet bir gün buluşacağız.” Dediğinde gözündeki bir damla yaşla içtiği tek kadeh rakısını, evdeki babamın söylenerek astığı tabloları sıkıştırıp boğazıma, çatallı bir amca diyebildim. “Annem yeni öldü, fazla uzaklaşmış olamaz.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder