2 Aralık 2016 Cuma

Felsefe Yazıları-1 "Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" Üzerine Bir İnceleme

                               

Öncelikle tesadüvafuken elime düşen bu kısa metin hakkında kısa bir tanıtım yapayım.

"Darül-Fünun Efendilerine Tahrîrî (Yazılı) Bir Konferans" alt başlığını taşıyan bu eser, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Tarafından 1913 yılında kaleme alınmış. Yazarımızın ismi biraz ilginç.

Şehbender: Konsolos

Zade: Oğlu

Filibe: Bulgaristan'da bir kent. Plovdiv.

İyi yanı, konuşma sırasında tek seferde söyleyiverince havalı görünüyorsunuz.

 Galatasaray Lisesi mezunu olup bir süre Duyun-u Umumiye'de bile çalışmış olan kahramanımız, iki kere sürgüne gönderilmiş, sansürlere rağmen onlarca dergi yayımlamış, bazılarında kendi ismiyle, bazılarındaysa müstear isimlerle meramını dile getirmiş. Tanınmış Türk mutasavvıf ve düşünürlerinden. Aslında daha çok "Âmâk-ı Hayal" adlı romanıyla tanıyor onu insanlar. Herman Hesse, Jules Verne ve Saint-Exupéry'nin çağdaşı olan yazarımızın bu eseri sanırım ilk fantastik eserlerimizden biri. Benim de en sevdiğim kitaplardan . 

Gelgelelim Ahmed Hilmi'nin mevzubahis yazısına.

 Filibeli, "Efendiler!" diye başladığı yazısında öncelikle o günlerde bizde (özelde Darül Fünûn hocalarında ve genelde insanımızda) olan "Usûl" ve "Gâye-i Hayâl" eksikliğinden bahsediyor. Diğer bir değişle metot ve ideal. Diyor ki: "Kardeş öyle hebele hübele, oradan buradan okuyup, hiçbir fikrin derinine inmeden, taklit ederek bir yere varamazsınız. Ne komünistiniz komünist, ne İslamcınız İslamcı, ne materyalistiniz materyalist!" Ve örneklerini dahi veriyor.

Bir yerde dayanamayıp şöyle bir cümle kuruyor, aynen alıntılıyorum:

"Darılmayalım, lâkin efendiler, bu şekl-i ictimâ'înin vasfı 'hayret' ve ismi 'bedeviyyet'dir."

Bir usûlün  ve idalin benimsenmesi konusunda haklı buldum Filibeli'yi.

Bir işe başlarken önce niyet edilir. Niyet; işe başlamaya değil, sürdürmeye değil, bitirmeye edilir. İşin sonu için niyet edilir; dolayısıyla işe başlanır. Kitabı bitirmeye niyet ederiz ve kitaba başlarız. İstanbul'a gitmeye niyetleniriz ve otobüs bileti alırız. Böylece her bir harekete bir hayal eşlik eder. İşte Filibeli'nin söylediği: Gaye-i Hayal yahut İdeal.  Eğer sonu baştan belirlemezsek, yol anlamını, önemini yitirir. Belki yarım bırakırız, belki çıkmayız bile yola.

Eğer bir idealimiz olursa ikinci bir mesele ortaya çıkar. O ideale nasıl ulaşılacağı... Hangi taşıtı kullanmalı? Hangi sayfaları nasıl okumalı? Hangi metodu kullanmalı? 'Ne' sorusunun cevabı bize idealimizi sunarken, 'nasıl' sorusunun cevabı ise bize metodumuzu sunar. Doğru cevaplandırılmış bir 'nasıl' sorusu ise bizi hedefimize sağ salim ulaştıracaktır.

Filibeli'nin metot talebini okur okumaz, Descartes'ın 17. yüzyılda "Meditasonlar"ının başına koyduğu metin aklıma geldi: "Metot Üzerine Konuşma (Discours de la Methode)". Çok yakın zamanda okuduğum bu yazısında Descartes, argümanlarında ve bulgu ve gözlemlerinde uyguladığı metodu açıklıyordu. Bir metodu vardı ve hedefine onunla yürüyordu. Fransız aydınlanmasının temel metinlerinden biri olarak kabul edilen bu metne başka bir yazımda ayrıntılı değineceğim.

Metnin devamında Filibeli, o dönemdeki fikrî acziyetimizden bahsettikten, biraz da Avrupa'yı yağladıktan sonra sonunda asıl soruya geliyor. Hangi felsefe mesleğini kabul etmeliyiz? Çok indirgemeci bir yaklaşımla tüm felsefe mesleklerini dört ana başlıkta değerlendirebileceğimizi söylüyor:

1)Rûhâniyyûn (Spiritualizm),

2)Fikriyyûn (İdealizm),

3)Mâddiyyûn (Materyalizm),

4)Vücûdiyyûn (Panteizm).

Ve her birini varlık anlayışları çerçevesinde kısaca açıklıyor. Ardından diyor ki:

"...hiçbir meslek-i felsefînin hatâdan sâlim ve bütün hakâyıkı câmi olmadığına kanâ'at getirilir."

"...her mesleğin hâvî olduğu hakâyıkı iktibâs ile husûle gelecek intihâb ve iktitâf (eclectisme) mesleğini ihtiyârdan daha eslem tarîk yoktur."

Yani hiçbir felsefi disiplin bir bütün olarak benimsenmemelidir, der. Her birinin dayandığı birtakım naslar (dogmalar) vardır. Aynı zamanda hiçbiri tamamıyla doğru değildir, eksik ya da varsayımla doldurulmuş tarafları vardır.

Bu önermelerinden yola çıkarak Filibeli'miz, en sâlim yolun Eklektisizm mesleği olduğunu söyler. Yani bir bütün halinde hakikatlerin tamamını içinde barındırmayan, ama yine de içinde bir takım hakikatlerin bulunduğu bu felsefe mesleklerinden gerçekleri ayıklamak ve onları benimsemek, kabul etmek. O hakikatlerin oluşturduğu yeni bir felsefe ortaya koymak belki.

Bitirişini de şöyle cikis bir cümleyle yapıyor yazar:

"Ve'l-hâsıl Dârül-fünûn efendilerinin alâmet-i fârikası, 'ne câhilâne sofuluk ne mukallidâne dînsizlik: Hakk ve hakîkat' olmalıdır."


Ayrıca gördüğünüz gibi metinin dili ağır, yani en azından benim gibi alışık olmayan insanlar için. Lügat yardımıyla okuyabildim. Birtakım felsefe terimlerinin eski kullanımlarını öğrenme açısından çok yararlı olduğu kanısındayım.

Yorum ve önerilerinizi bekliyorum. Hoşçakalın.

6 yorum:

  1. İşin sonu için niyet etmek demekle Zaferden değil seferden sorumluyuz denk değil gibi sanki . Metin ağır geldiğinden bu kısma takıldım :)

    YanıtlaSil
  2. Denklikten öte, ben bir bağlantı göremedim.

    YanıtlaSil
  3. İşin sonu için niyet etmek bi nevi zafere talip olmaktır yani zafer = istenilen sonuç

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, zaferden sorumlu değiliz denebilir belki ama takdir edeceksindir ki sefere zafer için çıkılır. Zafer için çıkılmamış bir sefer, zafere niyeti olmayan, ümidi/hayali/ideli/gaye-i hayali olmayan bir ordu demektir. Muharebeyi baştan kaybetmektir, teslim olmaktır, savaşmamaktır. Fikrimce... Zaferden sorumlu olmak farklı, zafere niyetli olmak farklı.

      Sil
    2. Bir seyr ü sefer ki bazen de kaybetmek ve bunun "ayna"daki yansımasını temaşa etmek için çıkılır... gözlerini tek bir noktaya dikenler seferin "kendisi"ni kaçırır bazen de...

      Sil