29 Eylül 2016 Perşembe

Zeynep


Bir sayfa açtı defterinden, evet bu sefer tüm umuduyla doldurabilirdi. Hayallerini, gönlünde kalan binlerce hissi, düşüncelerindeki sarp yokuşları yazabilirdi deftere. Kağıda baktı, elinde kalemi tutuyordu;


"Zeynep, bana neden inanmadın?"

Dahası gelmemişti. Şimdi postacıya bu mektubu verse, verdiği zarf ve pul parasına değer miydi diye düşündü. Daha sonra da verebilirdi aslında, postacı Namık'tı bu, tanıdıktı, bir şekilde daha sonradan parasını yetirebilir ve ona teslim edebilirdi. 

Zeynep bile ona inanmamışken postacı parasını getireceğine neden inansındı ki? Kalemini bir kenara koydu ve yazdığı cümleye bakmaya başladı, gözleri doldu istemsizce.

-Zeynep, bana neden böyle yaptın?-
-Zeynep, ismin ne güzel, çocuklar şarkı tutturmuş sanki.-
-Zeynep, ellerine güzel çiçeklerden getirecektim.-
-Zeynep, yollarımız birçok yollarla kesişip bir daha birleşmeyecek mi?-
-Zeynep, ellerin ne güzel.-
-Zeynep, ne güzel gülümsüyorsun sanki annem geri dönmüş gibi.-
-Zeyn...-

Düşünceler, yıkılmalar, sevinçler, umutlar her şey bir yana ellerindeki hârlar...

-Zeynep, gönlün de mi gönlüme inanmadı?-

Kafasını avuçlarının içine almıştı; bir masa, bir sandalye, eşyalarını koymak için küçük ahşap dolap ve bir yataktan oluşan mütevazi odasında oturuyordu. Kağıda çevirdi tekrar kafasını, buruşturmak için yeltendi elleri; Zeynep'in ismi yazıyordu, kıyamadı. Bazen bazı kelimeler, kelime olmaktan çıkardı. Bir insanın bünyesindeki korkuyu, sevinci, mutluluğu bütün hisleri yutan bir karadelik gibi olurdu. O yüzden bu insanlar diğer kelimelere hissizleşirdi, yalnız o kelimeler değerli gelirdi ona. Katladı mektubu yanındaki çekmecesine koydu. 

Şimdi ne yapmalı diye düşündü. Zeynep'in karşısına geçip konuşsaydı? 

-Zeynep, bak şu titreyen ellerimi görüyor musun? Bak şu gözlerime, onları görüyor musun? Bak şu gönlümde yanmaktan tutuşmuş hislerime, Zeynep bak!-

Ya inanmazsa?

Bu anı bir kere daha yaşadığını hatırladı.

Zeynep, Tahir'in başından beri en sevdiği.
Zeynep, Tahir'in el titremesi.

Uzunca bir tahta oturakta otururken bulmuştu Zeynep'i. Sessizce oturağın diğer ucuna ilişmişti.

-Zeynep, içimden geçip gidemeyen hislerimi nasıl duymadın?-

Önce ne diyeceğini şaşırmıştı. Hal hatır sormak istedi, ama ya konuşmak istemezse? 
Yok yok, gelmeden önce yazdığı mektubu vermeliydi ona.
Zeynep elindeki çiçeklerden taç yapmakla uğraşıyordu, o kadar çok odaklanmıştı ki Tahir'i fark edememişti. Tahir ayağa kalkmış, cebinden mektubu çıkarmış ve Zeynep'in yanına iliştirmişti. Zeynep yanında bir elin olduğunu görünce irkilerek gözlerini yukarıya kaldırmıştı.

-Zeynep, gözlerin ne güzel.-

Tahir gerilemişti birden bire, 
"Me...mek...mektu..." demişti yarım yamalak ve koşmaya başlamıştı. 
Zeynep mektubu eline almıştı. Tahir'di o gördüğü değil mi? Güneş parlıyordu yüzünde, tam da seçememişti oysaki. Mektubu açarken kalbindeki bir çok kapının da açıldığını hissetmişti. Okumaya başladı mektubu;

"Zeynep,

İsminin başına bir çok sıfat koymayı isterdim. Denedim aslında, var şimdi birkaç parça buruşturulmuş kağıt, kenarda duruyorlar. "Sevgili" sıfatını koyabilmeyi dilerdim mesela isminin başına. Kusura bakma ellerim de titriyor, yazımın çirkinliği bundandır. Sonra düşündüm uzun bir süre. "Zeynep"... Başlı başına bir çok sıfatı içinde barındırıyordu benim için, gerek duymadım daha sonra. Şimdi ise gönül rahatlığı ile yazıyorum ki "Zeynep"...

Doğduğumda, büyüdüğümde, ilk sevdiğimde, ilk umutlandığımda hep babam vardı yanımda. Bilirsin ben doğdum, "annesiz kaldı yavrucak" dediler bana. Yani ebem öyle demiş, babam hep derdi. Ben hiç görmedim gözlerimle birine bir sevgi nasıl dile getirilir. Hiç görmedim bir kadın en çok nasıl sevilir... 

Çocukluğumda seni gördüm ama Zeynep, seni gördüm ve gözlerini gördüm. Senin adını kalp ritmi diye tutturmuş bir gönül gördüm, içimde Zeynep, içimde. İzahı zor, "gel gönlünü söküp getir, o zaman inanırım" dersen, inan öylesi daha kolay benim için. 

Gençliğimde seni gördüm Zeynep, başka oğlanları da yanında gördüm. Kendi ellerinle bana bir tokat atsaydın, bu kadar canım acımazdı. Ama gönlün yoktu değil mi onlarda? Bizim arkadaşlar hep konuşurdu ardından, birisine kaptırmışsın gönlünü, duyardım bir yerlerden. Ama o oğlanlardan biri değildi, değil mi? O zaman bir başka bakardın, ben anlardım seni.

Şimdi yine seni görüyorum Zeynep. Nasıl bir yola girmişim ki her dönemeçte seni görür olmuşum? Her saatte senin için akreple yelkovanı kovalamışım? Seninle ilgili her dedikoduda kendimi, bizim köyün o azgınca ilerleyen deresine bırakmayı kafaya koymuşum?

Zeynep senin yolların neden bu kadar taşlı?

Bilmiyorum. Dedim ya, izahı zor. Neden dönmedim yarı yoldan? Neden taşlar ayağıma bata bata ilerlemek istedim? Neden, neden, neden?

Ben bunca yaşımda hep seni gördüm Zeynep, şimdi de sen beni görsen ya?
Tahir desen, Sevgil...
Vazgeçtim, sıfatlar koymana da gerek yok sen yeter ki "Tahir" desen Zeynep, olmaz mı?"

Zeynep ellerindeki mektuba bir süre şaşkınlıkla bakmıştı. 

Tahir, Zeynep'in içindeki yangın.
Tahir, Zeynep'in beklediği.

Birçok kapı açılmıştı şimdi Zeynep'in gönlünde. Birçok his yeniden su yüzüne çıkmıştı ve bu sefer hapsedilmeden önceki hallerinden çok daha güçlü bir şekilde.
Zeynep elinde uğraştığı tacı bile unutarak koşmaya başlamıştı, Tahir'e doğru. Tüm gün, tüm saatlerini Tahir'i aramakla geçirmişti. 
Tahir ortalıklarda yoktu. Vazgeçmiş bir şekilde evine dönmüştü Zeynep. Neler olduğunu anlamaya çalışmıştı ama bir türlü akıl erdirememişti. 
"Vazgeçti, kaçtı" diye düşündü. İlk defa bu kadar öfkeli hissetmişti. Seneler boyu beklediği gelmiş ve bir anda gitmişti. İlk defa bu kadar kırgınlıkla başbaşa kalmıştı; seneler boyunca biriktirdiği tüm kırgınlıklar da eklenmişti sanki. 

-Tahir, bana neden böyle yaptın?-
-Tahir, ben senin için onca saattir uğraştığım tacı bile bir köşede unutup koşmuştum.-
-Tahir, neden gittin?-

Bu olayın üzerinden iki yıl geçmişti, Zeynep köydeki birkaç dedikoduyu duymuştu Tahir'le ilgili. Ama Tahir dönmemişti, Zeynep de beklemiyordu artık zaten. Bazen beklenen gelmezdi ve beklemek sadece acı bir his bırakırdı gönülde.
İki yıl geçmesinden sonra dönmüştü köye. Ama sanki Tahir değil gibiydi. Hisleri içindeki gecenin karanlığına çekilmiş, düşünceleri sadece dağılmakla meşguldü.
Zeynep'i bulmuştu sonunda, ama Zeynep'in gözlerini bulamamıştı. Artık öyle bakmıyordu Zeynep. 

Tahir'in; Zeynep'ini de Tahir'liğini de götürmüştü ondan, iki yıl.

"Zeynep, sana gelmiştim. Bu sefer tüm cesaretimi toplamıştım, sana gelmiştim. Sana geldikten sonra babamın gittiğini öğrendim, Zeynep tüm ailem gitmişti ben nasıl kalabilirdim?"
"İçimdeki yangından mı korktun Tahir?"
Tahir ne kadar öyle bir şey olmadığını anlatmaya çalışsa da Zeynep dinlememişti.

Tahir, Zeynep'in şu dünyadaki en büyük acısı.

Şimdi ise Tahir yeni bir mektup yazıyordu. Her şeyi anlatacaktı. Bir sayfa açtı defterinden, evet bu sefer tüm umuduyla doldurabilirdi. Hayallerini, gönlünde kalan binlerce hissi, düşüncelerindeki sarp yokuşları yazabilirdi deftere. Kağıda baktı, elinde kalemi tutuyordu;

"Zeynep, bana neden inanmadın?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder