26 Eylül 2015 Cumartesi

Denizin lacivert olduğu mevsim

Herkesin kendi bavulunu kendi taşıdığı, otobüslerin trafiğe aslında aşık olduğu, gemilerin denizden kulaç atmak için izin istediği sade, sıradan bir günümü paylaşmak istiyorum siz en ağır bavulu yüreği olanlarla.



Tek yolculuk, beş yaşımdan gelme bir alışkanlığımdır. Rüzgarın kar tanelerini havada ettirdiği dansa alkış tuttuğum, minik ellerimi montumun cebine soksam da ille de üşüdüğü bir sabahtı. Hatırladığım kadarıyla annemle belki iki belki üç kez çay içerken gördüğüm sarı saçlı bir ablayla yola koyuluyorduk. Büyük gemilerle gideriz sanıyordum ta ki babamın elini tutarak yürüdüğümüz motoru fark edene kadar. Bununla mı gidecektik lacivert denizin üstünde? Denizin iki mevsimi vardı benim için ufaklığımdan beri. Bir lacivert bir mavi olduğu mevsim. Lacivertlerini giydiği mevsimdeydik ve ben denize bu rengi yakıştıramazdım hiç. Motora o ablayla bindik ve babam binmemizi izledi. Bir babama baktım bir ablaya bir ablanın çocuğuna. O çocuk, annesiyle gidiyor dedim ama benim elimi tutan elimi tutmasını garipsediğim bir yabancıydı. Babam gülümseyerek el sallıyorken motor hareketlenmeye başladı. Üç yaşımdan beri ailemden uzak olmaya alışmış olmama rağmen sanki beni yoldan bulmuşlar gibi kıytırık bir motorla lacivert denize bırakması içime oturmuştu. Ben de bir elimle el salladım bir elimle yaşlı gözlerimi sildim. Sonra ellerim çok üşüdü ve cebime soktum onları. Lacivert deniz tüm sene dalgalarını benim için biriktirmiş gibi davranıyordu. Ben motorun altına vuran dalgalardan korktukça daha büyük dalgalar geliyordu. Bir öleceksem babamı hiç affetmem diye düşündüm bir de ölürsem babamın çok pişman olacağını. Çocukluk aklı. Onun bana el sallarken elleri üşümemiş gibi duruyordu. 3 saate yakın gitmiş olmalıyız o ufak tahta parçasıyla koca lacivertin üstünde. Ama bana asırlar gibi geçmişti, sanki onlarca takvim eksitilmişti biz inene kadar, inince yaşlanmış mıyım diye kontrol ettim. İndiğimde ellerim buz kesmişti. Montumun cebine soktum ama orası havadan da soğuktu. Abla çocuğunun inmesine yardım edip bana gel demeye çalışır bir işaret yaptı. Ben de var gücümle kısacık bacaklarımı açıp atlayıverdim. Karaya indik evet lakin ben kendimi çoğu zaman o lacivert denizde hissederim. Beş yaşımda herkesin kendi bavulunu kendisinin taşıması zorunda olduğunu öğrenmiştim. Ve o gün kontrol ettiğimde fark edememişim ama aslında o gün yaşlanmışım ben.

Tabi şimdi yaşlanmaya son sürat devam ediyorum. Bavula bile gerek duymayıp iki üç parça eşyayla yola koyuluyorum bugün. Aileme beni geçirmenize gerek dahi yok dedim ama ısrarla gelip el sallamayı seçtiler. Ben de el sallarken lacivert deniz esti yine anılarımdan. Zihnimin öyle koyu öyle unutulmaz kısımlarından. Büyük bir gemiydi bu tabi ki. İnsan büyüdükçe bindiği gemiler de büyür mü diye düşündüm bir an. Ama öyle olacaksa da gemiye göre deniz de büyümeli ya da küçülmeliydi. Halbuki el kadar motora göre deniz fazla devasaldı. Her neyse işte, gemide dolaşıp oturmak için yer arayıp duruyordum ama bulamadım. Kaç saati ayakta geçireceğime oflayarak demirlerin birine yaslandım ki sırtıma biri dokundu. 'Gel bak kızım, şu poşetleri çek de otur buraya.' dedi poşetleri göstererek beyaz sakallı yaşlı bir adam. Teşekkür ettim ve poşetleri yan tarafa koyup oturdum. Kulaklık kulağımda gecesi geç yattığımdan gözlerim yarı uykulu deniz üzerinde gidiyorduk. Masmaviydi deniz. Sevdiğim mevsimindeydi, yakışan rengindeydi. Yanına oturduğum adamla arada göz göze geliyorduk yan tarafa baktığımda. Bir çalışandan çay istemek için kulaklığımı çıkardım.
-Pardon bakar mısınız?... Bir çay alabilir miyim?... Açık olsun lütfen.
Döndüğümde yanımdaki dede bana çocuğunu seven bir babayı göstererek:
-Baksana nasıl da gözünden sakınıyor, nasıl bakıyor evladına görüyor musun? Dedi.
Aklıma beni motora koyan babam geldi bir an sonra babama haksızlık ediyor olduğumu düşünüp aklımdan çıkardım aynı hızla.
-Baba sonuçta, kızı da çok tatlı ya canım. Dedim.
Kulaklığı takmaya yeltendim.
-Geleceğimiz sizlersiniz ne yapalım size öyle bakmak lazım.
Gülümsedim.
-Yolculuk nereye kızım?
-İstanbul'a gidiyorum. Üniversite kaydı için.
İşte o an beyaz sakallı adama kanımın ısındığı güzel bir andı. İçten, kibar ve bir o kadar yaşlı titrek sesiyle öyle yanakları sıkılası bir dedeydi ki kendisi.
-Karıma gidiyorum ben de. 5.kez ameliyat oldu bir türlü beceremediler onu illetten tamamen kurtarmayı.
Bunları on saniye içinde söyleyivermişti ama gözleri daha ilk kelimesinde dolmaya başlamıştı bile.
-Geçmiş olsun çok. Allah şifa versin.
-Sağol kızım. Aynur'um da öyle güzel bir insandır ki tanısan çok seversin. Gerçi onu herkes seviyor.
Gülümsedi. Eliyle alnındaki teri silip devam etti.
- Sen de severdin yani. Hastalıkları hak edecek kadar iyiydi belki de ondan Aynur'umun başına geldi hepsi. Bu kadar iyi olmasa onu es geçerdi kanser denen kötü hastalık.
-Hangi çağda kötüleri kötü şeyler bulmuş ki değil mi?
Bir şey söyleyemedim. Ne söylenir diye çok düşündüm o an ama yorum yapmaya kapalı bir konuydu. Karısına nasıl bağlı olduğu bile benim içimi parçalamaya yetmişti.
-Aynur'um öğretmendir. Her öğrencisi ona aşıktır. Abartmıyorum he gerçekten aşıklar. İlk evlendiğimizde kıskanırdım hatta. Delikanlılık gösterileri işte naparsın?
Güldü yine. Ben de gülümsedim.
-Eşinizden ne kadar güzel bahsediyorsunuz. Çok şanslı.
-Aa yok asıl ben şanslıyım. O şanslı olmuş olsa saçları gitmezdi. Çok severdi saçlarını.
Gözleri dolu konuşuyordu karısından ilk bahsedişinden bu yana. Bunu söylemesi aklıma aynı hastalığı geçirip tüm aileyi hüzne boğan anneannemi getirdi. Anneannemin saçlarını yastığında gördüğündeki tepkisini hatırladıkça ağlarım. Çok şükür kurtuldu, kapı gibi hala güzel kokulu anneannem benim.
-Oğlumla saçlarımızı kestik Aynur'un saçları tamamen gidince. Ona hep derdim ki 'Saç bir takı be Aynur'um, bir süre takmayıveririz'
Gülümsedi.
-Karım çok güçlüdür. Biz üzülünce o elini omzumuza koyar 'Sapasağlam kadınım valla!' der. Ama bu üst üste operasyonlar onu da çok yıprattı.
Yanımdaki bu beyaz saçlı dedenin beyaz saçlarına odaklandım gözlerimin dolduğu gözükmesin diye. Saçlarına diye düşündüm ak düşmesine şaşmamalı.
-Oğlum da üniversite okumayacağım diyor ama gidince çekeceğim kulağını. Okumayana ekmek yok bu ülkede.
Konuyu değiştirmesi ortamdaki kasvet havasını biraz indirgemişti.
-Sınava girdi mi oğlunuz?
Üzerinde rahatça konuşabileceğim bir konuya değinmiştim.
-Yok girmedi hayta! 20 yaşında Uğur. Dedim bak oku ama tutturdu şöförlük yapacağım baba araba kullanmak istiyorum. Ama çekeceğim kulağını.
Gülümsedim.
-Sevdiği işi yaparsa başarılı olur. Kendi yolunu çizmesine izin verebilirsiniz aslında.
-Kızım, veririz vermesine de okusun eli ekmek tutunca da tam tutsun istiyoruz annesiyle. Dün tok bugün aç olmasın. Biz dün var bugün yokuz belki.
-Uğur'u aldığımızda daha 3 yaşındaydı.
Anlamamıştım biraz.
-Aldığınızda derken?
-Uğur'u evlat edindik biz. Evlendiğimizden beri çocuk aşkımız vardı. Hele Aynur bayılır çocuklara. Beni bırak onun ne kadar güzel anne olduğunu görebilmek için çocuk istiyordum bir de. Her seferinde yeniden denedik bu yüzden.
-Çocuğunuz olmadı mı hiç?
-Hayır. Aynur dokuz çocuğa hamile kaldı nikah masasında imza attığımızdan bu yana. Ama çocuklarımızın hiçbiri doğmak istemedi. Evimize gidiyorum ya şimdi İstanbul'da onları da ziyaret edeceğim. Evin bahçesine gömdüm onları. Kendi ellerimle.
Beyaz sakalı ıslanmıştı. Bu ne denli büyük bir acıdır sahi? Dokuz çocuğunu da kendi elleriyle toprağa yerleştirmiş biriydi yanımdaki. Ellerimle saçlarımı alıp önüme attım. Yüzümü saklıyordum beni ağlatmak için anlatmıyordu elbet bunları.
-Böyle işte güzel kızım. Bir ara Uğur'a çok kardeş istedik. Dokuzuncu evladımız da öyle.
-Başınız sağolsun. Çok üzüldüm gerçekten.
-Dostlar sağolsun. Gerçi kardeşi olacak da ne olacak dedim hanıma bir gün. Aynur'un tedavi masraflarıyla sıkışmıştık bir aralar. Bak altı tane kardeşim var biri bile gelip 'Ne yaptın kardeşim?' diye sormadı. O zaman anladım aynı karından çıksak bile tek tek çıkmış ve tek tek yaşamaya mahkumduk.
-Belki onların da yardım edecek gücü yoktur. Gerçi öyle bir durumda insan eli avucunda ne varsa ortaya döker ama...
-Heh! Bir milyar çıkartıp verse biri cebinden eyvallah güzel kardeşim deyip ölene kadar dua edeceğim. Ama sormadılar bile. Kadim bir dostum var ta liseden kalma. O geldi de 'Aziz'im neye ihtiyacın varsa ben burdayım.' dedi. İnan para sıkıntısını hallettim kendim, bana milyarlar vermesine gerek kalmadı ama şu omzuma koyduğu eli yetti.
-Ne güzel bir dostmuş. Öylesi lazım herkese.
-Öyledir öyle. O da ayrı bir hayta! Aynur'umla tanışmadan önce bana bir kız ayarlamıştı. İyi anlardı şu meseleleri bir ben beceremezdim.
Gülümsedik.  Konuşmaya başladığımızdan beri öyle iştahlı konuşuyordu ki daha haftalarca burda böyle oturarak dinleyebilirdim yanımdaki yaşlanmış adamı. Hayatın her yaşına yeni hüzün serptiği güzel yüzlü bu dede, beni derinden sarsmıştı.
-Bir gün bir kızla tanıştırdı beni. Adı da Buket. Kız beni çok sevdi ama ben pek ısınamadım. Bir gün Buket'le yolda yürüyoruz el ele. Arkadaşının geleceğini söylemesiyle Figen'in gelmesi bir oldu. O geliş o geliş! Figen çok değişik bir kızdı. Beni gördüğü günden sonra Buket'e ne diller dökmüş 'Aziz'i almazsam ölürüm bak. Senden çok seviyorum.' diye. Nitekim aldı da. Çok güzel dört yıl geçirdik Figen'le. Üüüf nasıl sevdim ama anlatamam sana! Sonra bir gün öğrendim meğer bir sevgilisi daha varmış. Kahroldum. Toparlanamadım çok uzun süre. Bak Aynur'umu çok seviyorum, başımdan eksik olmasın. Ama hala içimde durur sancısı Figen'in. Ah elimde olsa alıp atsam şu kızı şu yürekten dışarı. Bana bu kazığı atmasa, evlenmiştik.
Açıkçası başından beri karısını överek anlatmış bu adamın geçmişinden böyle bir yarası olması beni şaşırtmıştı.
-Belki olsa mutlu olamazdınız. Aynur Hanım'ı daha tanımadan sevdim ben. Belki hayırlısı budur sizin için.
Klasik bir kadınsal içgüdüyle Aynur Hanım'ı savunmaya geçmiştim bir anda. İnanın ben de anlamamıştım. Gülümsedi.
- Tabi ki öyle. Ama şu yürek robot değil bak söz geçmiyor. Karşılaşmadık bilmem kaç senelerdir. Ölmeden bir kez görmek istiyorum. Bir kez görüp 'Neden Figen? Neden bunu bize yaptın?' diye sormak istiyorum. Yüreğimin üstünde yükü var, bu yükle toprağa girmek istemiyorum.
Bir şey diyemedim. Ne çok ama ne çok acı birikmişti bu adamda böyle! Hayır bu da ne demek oluyordu hiç mi güzel şeyler yaşamazdı insan.
-Sevdiğin var mı?
Kendimce bir şeyler düşünüyorken aniden gelen bu soruya net bir yanıtım vardı.
-Hayır.
-Hak edecek birini seç. Sorman gereken şeyleri soramadığın insanlar alma hayatına. Yüreğinde sızı bırakma ilerisi için güzel kızım. Yok değil mi ağrın sızın?
Bundan yaklaşık bir ay önce sürekli kafamda dönüp duran şeyleri düşündüm. Ne denli güçlü olduğuma inanamayarak cevapladım.
-Yok yok.
Ağrıdığı olmuştu, ama ilerisinde anlatmama değmezdi. Figen, değiyor olmalıydı demek ki. Gerçi böyle bir kazığı atan bir kadını hala güzel hatırlamak... Enteresandı. Aşka akıl sır ermiyordu, konu o olunca imkansızınız olmuyordu.
Gülümsedi yine.
-Olmasın. En güzel insanlarla karşılaş. Bir Figen bulursan eğer ki dikkat et kaymasın ellerinin arasından.
Hala Aynur Hanım'ı gerçekten seviyor mu diye düşünüyordum içimden yanaştığımız iskeleye bakarken.
-Gelmişiz. Ne kadar da hızlı geçti yol.
-Aynen öyle güzel kızım.
Yavaşça kalkarken konuşmaya devam etti.
-Konuşmaya ne çok ihtiyacım varmış. Çok teşekkür ederim size.
- Ne demek amcacığım, ben size teşekkür ederim muhabbetinizden. Eşinize acil şifalar diliyorum. Kendinize iyi bakın. Memnun oldum.
-Sağol kızım, çok sağol. Ben de memnun oldum.
Bavulları almaya indik. Bavulunu alınca:
-Yardım edeyim mi amcacığım, ağır mı? Dedim.
-Yok yok kızım, ben yükleneyim seninkini.
Zaten üç beş parça bir şey attığım çantamı hızla yerden alıp:
-Yok yok, hafif zaten. Herkes kendi bavulunu kendi taşısın.
Gülümsedim, o da güldü. El sallayıp ordan otobüse bindim. Ellerim üşümemişti. Kendi bavulumu taşıyordum yine. Deniz hala mavi.
Bu seyahatin bana düşünmem için bıraktığı bir soru olmuştu: 'Neden bazı insanların bavulu bu kadar ağır oluyordu?'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder