5 Haziran 2015 Cuma

Aşk Bahsi

Artık yazmaktan başka çarem yok.

İnsanın gözü bir kere kaydı mı, gönlünün kayması da muhtemel oluyor. Bu gönül kayması; göz kaymasının zamanına, o zamanki ruh halinize göre degişiyor.
O an önemsemezseniz geçiyor. Ama bir kere karşılık alıp -ya da aldığınızı hissedip- o kişiyi hayatınızın bir parçası yaptığınız zaman, geçmesi uzun sürebiliyor. Ama geçiyor yani. Geçmek zorunda kalıyor, geçirmek zorunda bırakılıyorsunuz. Sonu hep acı mı olmak zorunda? Sahici aşk yok mudur? Ölümsüz, karşılık beklemeyen, fedakâr, saf...

Hayır yok. Aşk dedikleri, sözde özgürlük için ortaya atılan kapitalist rejimin dayatmalarından sadece biri... özgürlük palavrasıyla ortalıkta dolaşan bencillerin bizi esir alma yollarından biri. İnsanı yıpratmaktan, acı çektirmekten başka işe yaramıyor. Ha bi de, tattırdığı iki saniyelik mutluluklar var, arkasında birkaç saatlik depresyon hali, titreyen eller bırakan.

Ne kadar inkâr etsem de ben de kapılıyorum bu büyüye. Çünkü -dedim ya- insanın gözü bir kere kaydı mı, gönlünün kayması da muhtemel oluyor. Hele ki gözünüzün kaydığı an, esaret arıyorduysanız yandınız. İlk kayma anında iki seçenek var; ya düzenin dayattıklarını yaşarsınız ya da kendi düzeninizi kurarsınız. Ya canı acıyan olacaksınız ya da acıtan, başka yolu yok.

İnsanız. Hayatımız düz bir çizgi değil ki, zikzaklarla baş etmek zorundayız istesek de istemesek de. Ama zikzakın ne olacağına karar verebiliyoruz. Yani hayatta sıfırlayamayacağımız acılarımızın yönünü değistirebiliriz. Şimdi karar verin: sizin acınız ne? Aşk mı, dostluk mu, aile mi, tanrı mı, alışkanlıklarınız mı? Siz ne için acı çekiyorsunuz? Bunu kendinize sorun. Çünkü bu sorunun cevabında karakteriniz gizli, kaliteniz gizli... zamanında bi yerlerde düşürüp sonra da hiç bulamadığınız kimliğiniz gizli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder