21 Mart 2015 Cumartesi

Soğuk

Hava soğuk. Aylardan Şubat. Hava soğuk ve rüzgarlı. Rüzgar kulaklarımı ısırıyor. Ellerim. Acıyor. Kalemi tutmaya çalıştığım parmaklarım yalvarırcasına sızlıyor.
Dur! Yazma. Ama ben sıcak evimden hikaye yazmak için çıkmıştım. Yürüdüğüm otuz dört dakika boyunca yeni bir hikayenin hayalini kurdum. İşte tam şimdi burada, denizin kıyısındayım. Ben Karadeniz’i hiç bu kadar koyu renkte görmemiştim. Cidden bu kadar kara bir gün müydü?
Dün bir hanımefendi ile oturmuştum bu masada. Bir bayan demiyorum çünkü kendisi tam bir hanımefendiydi. Senden sonra görüştüğüm bu kaçıncı hanımefendi bilmiyorum ama sonuç hep aynı. Soğuk.
Konuşmaya başladığımda benden hoşlandığı apaçık ortadaydı. Ben de pek boş olamıyordum kendisine. Bana yakınlaşıyor. Konuşurken göz temasından kaçmıyordu. Ben onu sözlerimle etkilemeye çalıştığım sırada sordu o soruyu. “Peki ya O çok güzel miydi?” Boşluk. Karanlık ve birden sen. “Senden güzel olmasın güzel bir bayandı.” dedim. İnanmadı. Ama bu gerçekti. Yazdıklarımı okumuş olacaktı ki O’ndan söz edebiliyordu.
Sanırım yazmanın tek kötü yanı bu. Her yaşadığınla ilgili bir iz bırakmak. İleride bunlarla suçlanabilirsin. Bana “hayatımda kimse yok” dese inanırdım. Çünkü yazmıyordu. Fakat benim hayatımın en önemli noktalarını biliyordu neredeyse. Hepsi bir hikaye gibi görünüyor olsa da. Yazmak bu yüzden kötü, bazen.
Denizi hiç bu kadar koyu görmemiştim dedim ya. Artık simsiyahtı. Dalgalar ses çıkarmasa orada bir boşluk var zannedeceğim. Çünkü. Göremiyorum.
Seni anlattığım her hanımefendi gibi. Bir süre sonra onları göremiyorum. Aramız hep soğuk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder