22 Ocak 2015 Perşembe

Umut Işıkları

 Erkek ve kadın birbiri için dünyaya getirilmiş, bir çift olarak. Yapımız gereği erkek kadından, kadın da erkekten etkileniyor. İstisnalar var ama ben oralara girmeyeceğim, konumuzla alakası yok zaten. Erkek güzel bir kız görünce dönüp bakıyor, ondan etkileniyor. Hatta ve hatta hayal gücü zengin bir insansa o kişinin kafasında, o kız ile ilgili binlerce hayal beliriveriyor, kontrol edemiyorsun. Aynı şey kız için de geçerli.
 Ama hasta olanlar için durum farklı.
 Etrafımda olan, çevremde bulunan, ulaşılabilesi insanlar, ne kadar güzel ve alımlı olurlarsa olsunlar, bana çekici, bakılası, tanışılası, sevilesi gelmiyordu. Ben de ulaşılmaz aşklar seçtim kendime. Mesela otobüste giderken bir kız sevdim otobüsten, onunla evlendim, çoluk çocuğa karıştım, mutlu bir hayatımız oldu. Platonikçe sevdim o kişiyi. Bir karşılık beklemeksizin, bir çıkar olmaksızın, saf bir şekilde sevdim. Otobüsten inince de her şey sona erdi. O kendi yoluna, ben kendi yoluma. 
 Çünkü korkuyordum. Aynı şeylerin tekrar yaşanmasından, aynı bokların tekrar olacağından korkuyordum. Bir insanı sıfırdan tanımaktan, bir hayatı sıfırdan anlamaktan, vücudumda tekrardan ikinci bir kişinin yaşamasına izin vermekten korkuyordum. Biraz da üşengeçlik var tabi. Tanımak, tanışmak, sevmek... Bunlar uzun zaman isteyen işler.
 Derken 3 gün önce bir ilk yaşandı bu bünyede. Alışılmadık, beklenmedik, ani bir durum... Koridorda, elimde kamera ile ilerlerken, objektifime bir güzellik takıldı. Başımı kaldırdım, ona doğru baktım. Koridordaki herkes sırayla yok olmaya, zaman yavaşlamaya, sesler kesilmeye başladı. Sonunda sadece ben ve onun bana bakan güzel gözleri kaldı. Bir de beline kadar uzanan saçları var tabi, unutmamak lazım. Zihnimde ona doğru yaklaştım, adım adım. Beni izledi. Yaklaştım, yaklaştım... Her bir adımımda vücudumdaki hastalığın bir kısmını atar gibiydim. Son adımımı atacaktım ki bir anda yok oldu. Gözleri O'nun gözleri oldu, dudakları O'nun dudakları oldu, gülüşü O'nun gülüşü oldu...
 Kız O'na benziyordu.
 Kendimden nefret ettim. Kalp atışlarım yavaşlamaya başladı, ben geriye doğru gitmeye başladım, sesler gelmeye, insanlar da hızlanmaya başladı. Canım yanıyordu. Vücudumdaki son damla zehir bana acı çektiriyordu. Faruk'a döndüm ve "Kız O'na benziyor Faruk!" dedim. "Hayır" dedi.
 "Zihnin sana oyun oynuyor." 
 Tekrardan baktım. O hala oradaydı. Gerçekten zihnim bana oyun mu oynuyordu? Gerçekten O'na benzemiyor muydu? Bu çaresiz dediğim hastalığıma bir çare olduğunun göstergesi miydi? Sevgi hücrelerim geri mi gelecekti? Kalp atışlarım yine hızlanabilecek miydi? Midemdeki kelebekler kanatlanabilecek miydi? Soruları sordukça kız geri geliyordu. 
 Benim için umut var mıydı?
 Kaydımı aldım ve yoluma devam ettim. 3 gün daha aynı ortamda bulunacağım, aynı havayı soluyacağım, aynı yemekten yiyeceğim, aynı yollardan geçeceğim, aynı ekrana bakacağım, aynı kişiden talimat alacağım... kişiyle konuşabilecekken konuşmadım. Onu tanımak için bir adım, yeni bir Dünya'ya, insanlık için küçük, ama benim için büyük bir adım atabilecekken atmadım. 3 gün boyunca sadece onu izledim. 
 Günde bir kaç kere, tok karınla kullandım onu. Ne kadar iyi geldi bir bilseniz... 
 Sonra organizasyon sona erdi, herkes rolünü oynadı, perde kapandı ve ortada kimsecikler kalmadı. Uzun ve boş koridorlarda sadece ben ve O'nun ayak izleri vardı. 
 Karanlık koridorun sonunda da umut ışıkları vardı.

4 yorum: