14 Ocak 2015 Çarşamba

Küçük Deli - Bölüm 5


 Birkaç gün evden çıkmadım. Babaanneme kendimi hasta hissettiğimi, okula gitmek istemediğimi söyledim. Eve gelip beni soran arkadaşlarıma da aynı şeyi söyledim. Deli’nin yanına bile gitmemiştim. Yalnız kalmak istiyordum. Olanları, öğrendiklerimi sindirmeye ihtiyacım vardı. Sadece birkaç günde bütün hayatımda öğrendiklerimden yüzlerce kat ağır şeyler öğrenmiştim. Bu kadarına hazırlıklı mıyım, onu dahi bilmiyorum.
 Eve kapandığım günlerde kendime şu soruyu sordum: “Seni mutlu edeceğine inandığın şey ne Ufuk?”. Gerçekten neydi beni mutlu edeceğine inandığım şey şu hayatta? Şu vakte kadar şu soruyu kendime hiç sormamıştım. Kimse sormazdı. Mutluluk tabirimizi bile öğretirlerdi bize. “Okulunuzu bitirdikten sonra rahatsınız, mutlusunuz. Sıkın dişinizi, sonra hepiniz olgun birer balıkçı teknesi olacaksınız!”. Tekneler o kadar alışmıştı ki kendilerinin belirlemeleri gereken terimleri başkalarının belirlemesine, başkalarının hayatlarını yaşamaya, bu soruları kendilerine sormazlardı bile.
 Dışarıdan baktığımızda mutlu ve sorunsuz görünen, babası balıkçı dükkanı sahibi balıkçı teknelere bakınca, aslında onların ne kadar sorunlu olduğunu anladım. Mutlu olduklarını düşündükleri hayat kendi hayatları bile değildi. Çünkü onları mutlu yapan şeyin balık olduğunu düşünüyorlardı. O balıklar onların bile değildi. Babalarınındı. Kendilerine ait bir mutluluk kavramları bile yoktu. Hem, tükenip gidebilen bir şey bir tekneye ne kadar mutluluk verebilirdi ki? Ya da nereye kadar verebilirdi? Bunun uyuşturucudan ne farkı vardı? Geçici unutkanlık, geçici rahatlık, geçici oyalanma sağlayan bir maddeden ne farkı vardı balığın?
 Burada kalıp, balıkçı teknesi olup, en iyi ihtimalle bir balıkçı dükkanına sahip olduğumda mutlu olacak mıydım? Diyelim mutlu oldum, bu göle ne katkım olacaktı ki? Fazladan ne kazandırmış olacaktım göle? Sadece bu kısır döngünün bir parçası olacaktım.
 Delinin yanına gidip bunları onunla konuşmaya karar verdim. Babaanneme dışarı çıkıp temiz hava alacağımı söyledim. “Dinlenseydin yavrum, iyice hastalanma.” dedi. “Bir şey olmaz, merak etme Babaanne.” dedim ve çıktım. Okul vakti olduğu için göl çok sakindi. Kimsecikler yoktu etrafta. Ondan dolayı etraftan dolanarak gitme gereksinimi duymadım. Hoş, pek de umurumda gibi hissetmiyordum birilerinin beni görüp görmemesi durumunu.
  Az sonra solda oturan yaşlı tekne dışarı çıkacak ve kirli kaseleri temizleyecek diye geçirdim içimden. “3,2,1. İşte oradasın. Yine kirli kaseleri çıkartıp temizliyorsun.” Ardından soldaki yaşlı amca dükkanından çıkıp çürümüş balıkları suya atacaktı. “3,2,1. Merhaba çürümüş balıklar.”
 Evde olduğum zamanlarda arada dışarıyı izledim, tekneleri inceledim. Her şeyleri o kadar planlıydı ki, hayatları o kadar düzenliydi ki… Gerçekleştirdikleri eylemleri acaba gerçekten isteyerek mi yapıyorlardı? Yaptıkları daha çok bir tik gibi, bir doğal refleks gibiydi. Işığı görünce göz bebeklerinin kendiliğinden küçülmesi gibi, sıcağa dokununca elimizi hemen çekmemiz gibi…
 Deli’nin evine gelmiştim. İçeriden ne bir tahtaya vurma sesi geliyordu, ne de başka bir şey. Büyük ihtimalle yok diye düşündüm. “Yine başka göllere gitti sanırım” dedim içimden. Çünkü burada olduğu her zamanda bir şeylerle uğraşırdı, bir şeyleri bir şeylere monte ederdi. “Acaba ne zaman gelir? Eve gidip daha sonra mı gelsem acaba?” diye düşündüm. Ama eve de gitmek istemiyordum, yeterince durmuştum evde. Etrafı gezmeye başladım. Dikkatimi çarşafın orada olmadığı çekti. Şaşırmıştım. Rüzgar falan mı uçurdu acaba diye düşündüm. Arkalara doğru baktım, sağa sola baktım, yoktu. Acaba yakıt denen şeyi bulmuş muydu? Ya da sorun her neyse çözmüş müydü?
 Aletlerinin bulunduğu masanın üzerine doğru yaklaştığımda bir kağıt gördüm. Biraz daha yaklaştım ve kağıdın üzerinde benim ismimin yazdığını gördüm.
 “Sevgili Ufuk,
  Birkaç gündür yanıma uğramadın. Bundan dolayı sana ne kırgınım, ne de kızgın. Seni çok iyi anlıyorum. İçindeki duygu karmaşasını, kopan fırtınaları, ne yapacağını bilmemeni, yalnız kalma isteğini. Hepsini ben de yaşadım. Şunu bilmeni isterim ki, farklı bir teknesin. Ve farklı bir tekne olmak kötü bir şey değil. Soru sormak, merak etmek, baş kaldırmak, isyan etmek… Bunları nasıl kullanman gerektiğini bilirsen, bunlar kötü şeyler değil. Hepimizin doğasında olan şeyler. Diğer tekneler sadece bu duyguları bastırmışlar, o kadar.
 Ben sorunumu çözdüm ve artık yoluma devam etmem gerekiyor. Yeni sorular, yeni sorunlar ve bulunması gereken yeni cevaplar beni bekliyor. Vedamız böyle olsun istemezdim tabi ki. Yüz yüze bir veda dilerdim, ama olmadı işte. Evine gelmeyi istedim ama bu tehlikeli bir şey, biliyorsun.
 Sana bir şeyler kazandırdığımı umuyorum. Sana soru sormayı, sana düşünmeyi, sana cevap aramayı öğrettim. Bunları kullan. Kullandıkça da beni hatırla. Ne olursa olsun, ne karar alırsan al, o karar senin olsun. Başkalarının yaşadığı hayatları yaşama, başkalarının istediği bir tekne olma, kendin ol. Hayat geriye dönüp keşke demek için çok kısa, hayat aldığın kararlar için pişmanlık yaşanamayacak kadar kısa. Pişman olduğun sürede bir bakmışsın, hayatın sona ermiş, tahtaların su üstünde bütün halinde olmaksızın yüzüyor.
 Hem belki bu bir veda değildir, belki başka göllerde, başka denizlerde, başka okyanuslarda, başka dünyalarda bir araya geliriz. Hiçbir zaman umudunu yitirme Ufuk, umut senin kalkanın, soru sormak senin zırhın, bulduğun cevapların da senin silahın olsun.
Kendine iyi bak.
Deli.”
 İnanamamıştım, inanmak istemiyordum. Deli gitmiş miydi? Beni bunca soruyla bir başıma bırakıp gitmiş miydi? Bunu bana nasıl yapabilirdi? Kendimi paramparça hissettim. Yalnızlığım içinde iyice yalnız kalmış hissediyordum. Hiç bu kadar kimsesiz hissetmemiştim kendimi. Kendimi akarsuyun kollarına atıp paramparça olmak istiyordum.

Paramparça olmak, sanki hiç var olmamış gibi.

2 yorum: