Birkaç gün evden çıkmadım. Babaanneme kendimi hasta
hissettiğimi, okula gitmek istemediğimi söyledim. Eve gelip beni soran
arkadaşlarıma da aynı şeyi söyledim. Deli’nin yanına bile gitmemiştim. Yalnız
kalmak istiyordum. Olanları, öğrendiklerimi sindirmeye ihtiyacım vardı. Sadece birkaç
günde bütün hayatımda öğrendiklerimden yüzlerce kat ağır şeyler öğrenmiştim. Bu
kadarına hazırlıklı mıyım, onu dahi bilmiyorum.
Eve kapandığım
günlerde kendime şu soruyu sordum: “Seni mutlu edeceğine inandığın şey ne Ufuk?”.
Gerçekten neydi beni mutlu edeceğine inandığım şey şu hayatta? Şu vakte kadar
şu soruyu kendime hiç sormamıştım. Kimse sormazdı. Mutluluk tabirimizi bile
öğretirlerdi bize. “Okulunuzu bitirdikten sonra rahatsınız, mutlusunuz. Sıkın
dişinizi, sonra hepiniz olgun birer balıkçı teknesi olacaksınız!”. Tekneler o
kadar alışmıştı ki kendilerinin belirlemeleri gereken terimleri başkalarının
belirlemesine, başkalarının hayatlarını yaşamaya, bu soruları kendilerine
sormazlardı bile.
Dışarıdan
baktığımızda mutlu ve sorunsuz görünen, babası balıkçı dükkanı sahibi balıkçı
teknelere bakınca, aslında onların ne kadar sorunlu olduğunu anladım. Mutlu
olduklarını düşündükleri hayat kendi hayatları bile değildi. Çünkü onları mutlu
yapan şeyin balık olduğunu düşünüyorlardı. O balıklar onların bile değildi.
Babalarınındı. Kendilerine ait bir mutluluk kavramları bile yoktu. Hem, tükenip
gidebilen bir şey bir tekneye ne kadar mutluluk verebilirdi ki? Ya da nereye
kadar verebilirdi? Bunun uyuşturucudan ne farkı vardı? Geçici unutkanlık,
geçici rahatlık, geçici oyalanma sağlayan bir maddeden ne farkı vardı balığın?
Burada kalıp, balıkçı
teknesi olup, en iyi ihtimalle bir balıkçı dükkanına sahip olduğumda mutlu
olacak mıydım? Diyelim mutlu oldum, bu göle ne katkım olacaktı ki? Fazladan ne
kazandırmış olacaktım göle? Sadece bu kısır döngünün bir parçası olacaktım.
Delinin yanına gidip
bunları onunla konuşmaya karar verdim. Babaanneme dışarı çıkıp temiz hava
alacağımı söyledim. “Dinlenseydin yavrum, iyice hastalanma.” dedi. “Bir şey
olmaz, merak etme Babaanne.” dedim ve çıktım. Okul vakti olduğu için göl çok
sakindi. Kimsecikler yoktu etrafta. Ondan dolayı etraftan dolanarak gitme
gereksinimi duymadım. Hoş, pek de umurumda gibi hissetmiyordum birilerinin beni
görüp görmemesi durumunu.
Az sonra solda
oturan yaşlı tekne dışarı çıkacak ve kirli kaseleri temizleyecek diye geçirdim
içimden. “3,2,1. İşte oradasın. Yine kirli kaseleri çıkartıp temizliyorsun.”
Ardından soldaki yaşlı amca dükkanından çıkıp çürümüş balıkları suya atacaktı. “3,2,1.
Merhaba çürümüş balıklar.”
Evde olduğum
zamanlarda arada dışarıyı izledim, tekneleri inceledim. Her şeyleri o kadar
planlıydı ki, hayatları o kadar düzenliydi ki… Gerçekleştirdikleri eylemleri
acaba gerçekten isteyerek mi yapıyorlardı? Yaptıkları daha çok bir tik gibi,
bir doğal refleks gibiydi. Işığı görünce göz bebeklerinin kendiliğinden
küçülmesi gibi, sıcağa dokununca elimizi hemen çekmemiz gibi…
Deli’nin evine
gelmiştim. İçeriden ne bir tahtaya vurma sesi geliyordu, ne de başka bir şey.
Büyük ihtimalle yok diye düşündüm. “Yine başka göllere gitti sanırım” dedim
içimden. Çünkü burada olduğu her zamanda bir şeylerle uğraşırdı, bir şeyleri
bir şeylere monte ederdi. “Acaba ne zaman gelir? Eve gidip daha sonra mı gelsem
acaba?” diye düşündüm. Ama eve de gitmek istemiyordum, yeterince durmuştum
evde. Etrafı gezmeye başladım. Dikkatimi çarşafın orada olmadığı çekti.
Şaşırmıştım. Rüzgar falan mı uçurdu acaba diye düşündüm. Arkalara doğru baktım,
sağa sola baktım, yoktu. Acaba yakıt denen şeyi bulmuş muydu? Ya da sorun her
neyse çözmüş müydü?
Aletlerinin bulunduğu
masanın üzerine doğru yaklaştığımda bir kağıt gördüm. Biraz daha yaklaştım ve
kağıdın üzerinde benim ismimin yazdığını gördüm.
“Sevgili Ufuk,
Birkaç gündür yanıma
uğramadın. Bundan dolayı sana ne kırgınım, ne de kızgın. Seni çok iyi
anlıyorum. İçindeki duygu karmaşasını, kopan fırtınaları, ne yapacağını
bilmemeni, yalnız kalma isteğini. Hepsini ben de yaşadım. Şunu bilmeni isterim
ki, farklı bir teknesin. Ve farklı bir tekne olmak kötü bir şey değil. Soru
sormak, merak etmek, baş kaldırmak, isyan etmek… Bunları nasıl kullanman
gerektiğini bilirsen, bunlar kötü şeyler değil. Hepimizin doğasında olan
şeyler. Diğer tekneler sadece bu duyguları bastırmışlar, o kadar.
Ben sorunumu çözdüm
ve artık yoluma devam etmem gerekiyor. Yeni sorular, yeni sorunlar ve bulunması
gereken yeni cevaplar beni bekliyor. Vedamız böyle olsun istemezdim tabi ki.
Yüz yüze bir veda dilerdim, ama olmadı işte. Evine gelmeyi istedim ama bu
tehlikeli bir şey, biliyorsun.
Sana bir şeyler
kazandırdığımı umuyorum. Sana soru sormayı, sana düşünmeyi, sana cevap aramayı
öğrettim. Bunları kullan. Kullandıkça da beni hatırla. Ne olursa olsun, ne
karar alırsan al, o karar senin olsun. Başkalarının yaşadığı hayatları yaşama,
başkalarının istediği bir tekne olma, kendin ol. Hayat geriye dönüp keşke demek
için çok kısa, hayat aldığın kararlar için pişmanlık yaşanamayacak kadar kısa.
Pişman olduğun sürede bir bakmışsın, hayatın sona ermiş, tahtaların su üstünde
bütün halinde olmaksızın yüzüyor.
Hem belki bu bir veda
değildir, belki başka göllerde, başka denizlerde, başka okyanuslarda, başka
dünyalarda bir araya geliriz. Hiçbir zaman umudunu yitirme Ufuk, umut senin kalkanın,
soru sormak senin zırhın, bulduğun cevapların da senin silahın olsun.
Kendine iyi bak.
Deli.”
İnanamamıştım,
inanmak istemiyordum. Deli gitmiş miydi? Beni bunca soruyla bir başıma bırakıp
gitmiş miydi? Bunu bana nasıl yapabilirdi? Kendimi paramparça hissettim.
Yalnızlığım içinde iyice yalnız kalmış hissediyordum. Hiç bu kadar kimsesiz
hissetmemiştim kendimi. Kendimi akarsuyun kollarına atıp paramparça olmak
istiyordum.
Paramparça olmak, sanki hiç var olmamış gibi.
Devamı var mi
YanıtlaSilSon bölümün adı "Final" olacak.
Sil