20 Mayıs 2019 Pazartesi

Rutin İşler

Bahçelievler'de bir kafede oturdu. "Sabaha kadar açığız." Sabah olunca kapatıyorlar mı acaba? Neyse, o zamana kalmam zaten. Güneşi görmeden uyusam daha iyi. Marlboro'sundan bir fırt çekti. Oh! Güzel sigara içmeyeli haftalar olduydu. 2 lira zam mı olur ya! Bir hafta içerisinde sırasıyla bütün sigaralara gelmişti. Camel içmeye başlamıştı o zamandan beri. Şimdiyse bulabildiği açık tek büfede Camel bulamamış, yine eski sigarasından satın almıştı. Kafedeki tek müşteri oydu. Bir filtre kahve
söyledi. Ne olduğunu bilmiyordu bu filtre kahve dedikleri şeyin. Hem neden, ne kahvesi istediğini sormuyorlardı? Tek çeşit kahve mi filtreden geçirilebiliyordu sadece? Oysa mönüde tonla kahve çeşidi vardı. Kafalarına göre mi seçiyorlardı hangisini filtre kahveye kullanacaklarını. Aman neyse! Ucuz diye alıyorum ben zaten. Gerçekten de mönüdeki en ucuz kahve buydu. Çok kurcalamasa iyi olurdu. Kitabını çıkardı. Bir kitap hakkında yazılmış bir inceleme kitabı hakkında yazılmış bir eleştiri kitabıydı bu. Diğer iki kitabı okumuştu. Kaldığı sayfayı açtı, okumaya başladı. Üçüncü satırda sıkıldı, kahvesinden bir yudum alıp etrafı izledi. Ahşap sandalyeler, sarılı yeşilli koltukumsular, dört kişilik masalar, sekiz kişilik masalar, peçetelikler, cin biberlikler, tuzluklar, kürdanlığa yaslanmış bir tuzluk, karabiberlikler, kürdanlıklar, şekerlikler. Kahvesinden bir yudum daha alıp ikinci dalı yaktı. Kitaba döndü. "Anlatıcının sesiyle yazarın sesinin birbirine karıştığı yerler var bir de. Anlatıcının, parantez içine alınmış ekstra yorumu gibi de duruyor, ama öte yandan yazarın sesi olduğunu hissettiren başka bir mesafe de taşıyor bunlar." Püff, sikeyim yazarı amına koyayım ya. Kitabı çantanın fermuarsız ön gözüne fırlatır gibi soktu. Derin bir nefes. Huffffff. Kahve bok gibi. Kakasını eve gidince yapardı. Belki de kakasını yapsa bu kadar sıkılmazdı kitaptan. Çocuk gibiyim ben. Eheh, bu kapıda niye güllü sarmaşıklar var? Kafenin kapısı yukarıdan bir taç oluşturuyordu. Her yanı yapay sarmaşıklar ve güllerle kaplıydı. Nikah salonu mübarek. Ama çok palyatif duruyor. İçeride buna uygun hiçbir süsleme yok. Ellerinde ne varsa onu koymuşlar işte. İsmi de zaten "Bahçelievler Kafe ve Bistro". Beyinlerinde ne varsa o işte. Çok zor olmasa gerek bunlar için yaşamak. Mesela ben bir arkadaşım bana geç mesaj attı diye uzun süre üzülmüştüm. Sanmıyorum bu adamların arkadaşı intihar etse işe geç geleceklerini. Neyse, bu tarz laflar hoş değil. Bunlar üzerinden espri yapmamalıyım. Artık kalksam iyi olur diye düşündü. Sigarasının bitmesini bekliyordu. İşte o an ne olduysa oldu ve dakikalardır hissettiği, ama ısrarla birtakım kas hareketleriyle çıkışını engellediği kakasını tutmayı bıraktı. Ve olduğu yere sıçtı. Patır patır patır! Hatta çıkmaları için ıkınmaya bile başladı. Kimse yoktu etrafta. Garsonlar içeride kahvelerini içiyor ya da güneşin doğması için ayin yapıyor olmalıydılar. Kokunun içeriye gitmesi için en azından yedi dakikalık bir zaman dilimine ihtiyaç vardı. Görünmeden çıkabilirdi. Öyle yapmadı. Ayağa kalktı. Boklar bacağından aşağı aktı. Okuduğu romanı hatırladı. İntihar eden adamın da böyle mi akmıştı bacağından. İçeriye, kasaya doğru yürüdü. Koku arkadan mı geliyordu, yoksa ondan önce kasaya varmış mıydı acaba? Kendisine bakan kasiyerin yüzünden anlaşılamıyordu. Nakit verebilirdi. Böylece hızlıca uzaklaşır, kokuyu fark ettiklerinde iş işten geçmiş, o, boklu pantolonuyla arabasında müzik dinleyerek evinin yolunu tutuyor olurdu. "Evet, kartla ödeyeceğim." Cebinden çıkardığı kartı uzattı. Kart kokuyor muydu? Kasiyerin yüzünden anlaşılmıyordu. 3426. "Teşekkürler." Fişi aldı , arkasını dönüp kapıya doğru yöneldi. Son anda kafasını çevirip kasiyere baktı. Hayır bakmamış, sadece baktığını hayal etmiş olmalıydı. Çünkü baktığında yeşildi kasiyerin yüzü ve hiçbir koku bir insanın yüzünü yeşile çeviremezdi. En azından o öyle ümit etti. Sokak ışıkları henüz sönmemişti. Arabasına doğru seğirtti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder