30 Mayıs 2018 Çarşamba

Sen 3

Defterler,fotoğraflar,yazılar önünde nasıl da duruyorlardı.
Şimdi düşününce o zamanı, o resmi ya da anı bambaşka bir zihne, kendine yabancı düşüncelerin içine dalıyordu sanki. Zaten böyle hissettirmez mi büyümek? Kendini bildiğini sandığın ölçüde kendini bilememek üzere gelişmez mi davranışlar? Duygusallık ve mantık arasındaki bitmek bilmez çekişme de buna bağlı değil midir? Sorular bitmez, sorular cevapsız da kalmaz, sadece belirsiz/ tam olarak "doğru" bir yanıtı yoktur bu sorduklarının. Büyüyordu, büyümüştü. Her seferinde olduğu gibi bu süreci de aşmıştı. Gerideki izler karşısında duruyordu, böyle bir insandın, böyle bir çocuktun, böyle böyle böyle böyle.... Sonsuz böylelerin gösterisini izliyordu, dans ederken kağıtlar ve göz kırparken fotoğraflar, köşede uyuyakalmış defterlerle birlikte. Derin bir nefes aldı, gün doğuyordu. Bilinemezlik süregelmişti hep onun için. Bilememişti birçok şeyi, öğrenememişti, yaşayamamıştı da diyebiliriz. Ne yaptığını hatırladıkça içinde bir çığlık yükseliyordu. Ne yapmıştı gerçekten?

Bir sigara yaktı. Anılar artık yoktu,anılardaki yerler,insanlar hepsi gitmişti. Onu yalnız bırakmışlardı. Her bir parçasına dokunduğu, hissettiği anılar ona bariz bir gerçek gibi görünen şeyi sunuyordu.
Yalnızlığı. Sosyal olmamakla, içine kapanık olmakla veya herhangi bir sınırlamaya uymayan yalnızlıktı bu. İnsanın yalnız öleceği kadar net ancak o kadar soğuk/ciddi olmayan bir yalnızlık.
Masanın üzerindeki eski defterleri attı, anıları attı. Geçmişi olmadan bir insan neydi? Geçmiş şimdinin ve geleceğin üzerinde nasıl bir etkiye sahipti? Geçmiş dışlanabilir miydi? Öyle yapmamış mıydı zaten. Her seferinde, silerek, yok ederek bugünü oluşturmamış mıydı? Yapmadığı, yapamadığı durumlarda olmuştu. Geçmişten tam olarak kopamazdı insan. Bağlarından kopamadığı için bunu yapabilmesi mümkün değildi. Bitkin hissediyordu, geçmiş değiştirilemez varlığı ve insanı yaşatan, geliştiren ve de boğan bağlarıyla sımsıkı yanında duruyordu. Yanı başında oturuyordu gençliği,çocukluğu, orta yaşlı hali. Kuş sesleri odaya dolarken, serin sabah meltemiyle üşümeye başlamıştı bile. Camı kapadı. Yatağına doğru uzanıp, gözlerini tavana dikti. Nasıl da güzeldi gökyüzü, nasıl da güzeldi yıldızlar. Hatırlıyordu, ilkokulda gördüğü ilk tablo buydu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder