23 Mart 2018 Cuma

Zalim Muammer ya da 1. Nicolas'nın felaketi



Fransa'da reel politik hiçbir zaman, 1. Nicolas'nın ilk yıllarındaki kadar parlak olmamıştı. Patrick Rambaud "Deuxieme Chronique" (İkinci Kronik/Tarih) adlı kitabında Kaddafi'nin 2008'deki Paris ziyaretinden bahsediyor. Ve kısaca söylemek gerekirse gayet komik.



2008'in hemen öncesindeki günler, bir dizi önemli olayın meydana gelmesine ön ayak oldukları için incelenmeye değer. Kış aylarında, doğrudan "Bizim Muazzam Monarşimiz" i vuran bir felaket meydana geldi. İşte burada bu felaketi, aptallık yapmadan ve kaynaklarına kadar inerek detaylandırmak gerekiyor.

Kadhafa aşiretinin ihtişamlı bir halifesi o zamanlar Libya çölünde yaşıyordu ve her yerde Zalim Muammer adıyla bilinirdi. Ortalamanın üstünde boyu, sarımsı teni, tombul ve kötü tıraş edilmiş yanakları, bir Liverpool rakçısının soluk burnu ve deve yününden bornozunun bedevi görünümü ile o her türlü kaynağa, entrikaya ve yeraltı işlerine sahipti.

Kırk sene öncesinde, denizleri Türklerden almış olan yaşlı Kral Idriss'in yokluğundan faydalanmıştı ve onun tahtını, ülkesini, altınını, petrolünü ve gazını çalmıştı. Muammer bundan sonra, makam sarhoşluğuyla kendini "Tek Albay" ilan etti ve bütün Arap toplumunu kendi kişiliği etrafında birleştirmek ve böylece onlara önderlik etmek istedi. Ama diğer liderler ona sırtını döndü. Ardından gözünü Güney'e çevirerek, Afrika hükümdarlarını iyi yapılmış cübbesinin altına toplamayı denedi. Ama onlar bu okşamadan hemen kaçındılar: "Yoluna git Bedevi, bize hiç güven vermiyorsun!"

Albay, o anda kendini yüce görüyordu; Firavun Nasser'e, bir tanrıya benzemeyi umuyordu ama hayalleri gözleri önünde ufalanıyordu: "Peygamberin kınalı sakalı için! Kimse beni istemiyor mu? Öyleyse Allah sizi ıslah etsin, ben de sizi istemiyorum!"

Bundan böyle Muammer kendisini kargaşaya adadı. Kötüyü temsil etti. Üslubu batıyor, hatta aşağılıyordu ve zarar verdiği kadar da düşman ediniyordu. Onun vahşi otoritesi, mizacı, kötülüğü, mide bulandıran ve aynı zamanda isyan ettiren üstünlük havasından dolayı ticaret dayanılmaz hale gelmişti.

Zalim lakabı, davranışlarıyla doğrulanmıştı. Muammer, devletlerin sinirli ve nevrotik oldukları her şeye el atmaktan zevk alıyordu; füzeler ve bombalar dağıttı, uçan cisimleri havada patlatmak için tavsiyeler verdi, torpido gemilerinden daha hesaplı ve fidye söz konusu olduğu zaman daha kârlı olan yolcu gemilerini yakalamak için öğütlerde bulundu; rehine trafiğini, onlara eziyet etmeyi ve onlardan para kazanmayı öğretti. Çünkü kanında intikam vardı.

Bu baş belası Bedevi'nin savaşı uzun zaman sürdü. Ama bir gün geldi ki, kendisine yönelmiş bu evrensel nefretten yorgun bir halde, aydınlanmış toplumlara kendini kabul ettirebilmek için, biraz daha saygılı olmaya karar verdi. Bundandır ki yıllardır kısık ateşte yanmış Bulgar hemşireleri serbest bıraktı. Bu sayede, zorlu müzakerelere son anda katılmış olan "Bizim Parlak Prensimiz” bu işin meyvelerini topladı. Bu kroniğin ilk kitabındaki listede anlatmış olduklarımıza göre durum bu.

"Cömert Majesteleri, kendisine zaferle sonuçlanacak bir aydınlık sağladığı için teşekkür etmek adına, Trablus Halifesi'ni, Paris'e resmi bir ziyarete davet etmişti: evrenin gözünde parlasın ve açıkça, utanmadan, samimi olunabilsin diye. Ne yazık ki, bu düşüncesiz girişim, "Bizim Hızlı Hükümdarımız" için can sıkıcı bir hale geldi. Kimseye danışmadan aceleyle aldığı kararların sonuçlarını ölçememişti.


Muammer, Aralık ayının bir pazartesi günü, bir araba filosu ve bir tabur leopar desenli şişman amazon kadınının da içinde bulunduğu üç yüz kadar saray mensubu ile karaya ayak bastı. Sarayın basamaklarının önünde, o sonu gelmeyen, beyaz, zırhlı camları olan limuzininden indi. Bu zırhlı camlar, onun yüksek mevkiini vurguluyordu ve başka da bir amacı yoktu: çünkü hiçbir despot, arabasında vurularak öldürülmemişti; iyi yerleştirilmiş bir bombaya karşı da bu camlar hiçbir koruma sağlamazdı.

Bizim toprağımıza ayak basar basmaz hemen, "Bizim Heyecan Verici Hükümdarımız" dan daha göz alıcı, hareketli ve teatral olmanın yolunu buldu. 16. Louis gibi, Marigny otelinin bir süitinde kalacakken; göreneklerine her zaman bağlı olduğu bahanesiyle, şatonun karşısındaki bir bahçeye devasa bej rengi çadırını kurmayı talep etti.

Daha da kötüsü var! O zamanlar, polis ekipleri, soğuktan donup ölmesinler diye evsizlerin doluştukları çadırları denetlerlerdi. "Majesteleri" sinirlendi ve kendisine hem bir medeniyet hem de retorik dersi verecek olan süvari Guaino’ya, bu misafirin kiminle dalga geçtiğini sordu.

-Kimseyle, efendim ve bana öyle geliyor ki, sizinle, bir başkasıyla geçtiğinden daha az geçiyor.
-O çimenlerimizin üstündeki kamp yeriyle tam bir hiç!
-Bedevi geleneği de öyle, efendim.




Parlak süvari, söylediklerini kanıtlamak için kütüphanesinden, dünyayı daha iyi anlamak için daima başvurduğu, Tenten’ in maceralarıyla ilgili bir albümü aldı. Sayfa 6’daki, hâlihazırda ayraçla ayrılmış olan Coke en stock bölümünü açtı ve bilmenin verdiği özgüvenle açıkladı:

- Efendim, genç Prens Abdallah'ın gardiyanlarının Moulinsart'ın büyük salonuna yerleştirdiği çadırı görün. Nargilelerinden çekiyorlar, mobilyalaları ve bibloları itmişler, cilalı parkenin üzerine bir hançer saplamışlar ve kötü melodiler eşliğinde çubuğa takılmış bir pilici kızartıyorlar.
-Ne demek oluyor tüm bunlar?
-Demek oluyor ki, majestelerinin kişisel misafirlerinin komikliklerine katlanmak gerekiyor.
-Ama sikerim bu Arap Pazarını yahu!
-Efendim, ondan kaçırmak istediğiniz milyarları düşünün. Sözleşmeleri düşünün.
-Ah evet. Milyarlarca sözleşme.

Bizim Ateşli Prensimiz, birkaç kez yüzü değişecek kadar utanç içindeydi, ama sonsuz bir bilgelikle mali nedenlerin farkına vararak kimsenin tepki vermemesini emretti. Korku! Zalim Muammer, başka karmaşa tohumlarını ekmekte gecikmedi. Öncelikle, yolculuğun tarihi kötü seçilmişti. Amatörler karıştırmış olmalıydı. Çünkü, geldiği gün olan pazartesi günü, Uluslararası İnsan Hakları Günü'ne denk geliyordu. Bir bedevi için haklar, gururla yadsınır ve bir söylentiden öteye gitmezdi.

Bir önceki gün, çadırını kuracak kadar boş zaman bulamadığı Lizbon durağında, "güçlülere seslerini duyurmak için bomba eylemlerinde bulunan güçsüzleri anladığını" beyan etmişti: "Başka bir yolları yoktu" çünkü... Bu sözler atmosferde ağır bir etki bıraktı ve her bir yandan protesto çığlıkları yükseldi. "Bizim Kızgın Hükümdarımız", davetlisini savunmak zorunda kaldı: «Café de Flore'un bahçesinde ya da bunun gibi şık mekanlarda oturup insan hakları dersi vermek kolay. Ama maalesef şu an olan bu. Saint-Germain-des-Prés'nin entellektüelleri yapmıyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar. Oysa ben yapıyorum.»

Tam bir hafta boyunca, Muammer, kendini bir turist gibi empoze ederek, aşırılıklarıyla "Bizim Parıldayan Hükümdarımızın" ışığına gölge düşürdü; bir vekil, gazetelere, onun kendisine Salvador Dali'yi hatırlattığını söyledi. Soytarılıklarıyla meşhur bir ressamı...

Salı günü, bir kafileyle birlikte meclise gitti ve bir salonda yirmi küsür vekille sırasıyla tanıştı. Sonra, isimleri dahi duyulmamış birtakım aydınların önünde büyüklenmek için Otel Ritz'e gitti. Bu aydınların içerisinde, kızı Ayşe'nin tezini yöneten Sorbonne'dan bir Profesör de bulunmaktaydı. Onlara Isa'dan bahsetti, Amerika'ya beddualar etti ve onlar için şiir koleksiyonunu imzaladı.

Aynı akşam, UNESCO'da, tıklım tıklım dolu bir amfitiyatroda bulundu. Eğer renkli 'boubou'ları (geleneksel kıyafetleri) içerisinde bir kalabalığın coşkulu alkışlarını hak ettiyse, bu birçok hayranının Sonacotra'daki bir meydandan otobüsle getirilmesi ve alkış için kiralanmaları dolayısıylaydı.


Muammer, bir sonraki gün, planda olmamasına rağmen, bir anda,  Seine'de bir gezinti yapmayı talep etti. Valiliğimiz, tekne rüzgarda rahatça yüzebilsin diye bütün köprüleri kapatmak zorunda kaldı. Çünkü bazı kaba insanlar korkuluklardan  nemli pis balgamlarını ya da bir dinamit çubuğunu, Bedevi'nin geleneksel şapkasına fırlatabilirlerdi.

Başka utanç verici şeyler de vardı: "Büyük Utanç Verici" Louvre'u ücret ödemeden ziyaret ettiğinde, her tarafta, kapatılmış caddeler, siren sesleri ve heyecanlı polis memurları vardı. Venüs Heykeli ona çok eski görünmüştü.

Sonrasında, başka saçma arzuları da tatmin etmek gerekti: Rambouillet'de bir "kraliyet avı" düzenlendi. Ama Muammer için av pek de iç açıcı geçmedi. Üç tane sakat tavşanı ve çalıların arasına saklanmış görevlilerin, ayaklarının dibine kadar gönderdikleri bir adet doldurulmuş sülünü yakın mesafeden ıskaladı. Onun, olağan ve biletlerini kendileri ödemeyen ziyaretçileri için boşaltılmış olan Versay Sarayı'nda, 14. Louis'nin tahtının önünde kürklü deri ceketi ve şapkasıyla kameralara poz verdi. Söylenene göre, ziyaretçi defterine hat sanatıyla arapça bir söz yazdı; ki bu söz tercüme edildiğinde, bir yığın küfür ve çeşitli hakaretlerin odağı oldu.

Bu tüyler ürpertici hafta boyunca, Bedevi, gittiği her yerde, "Bizim İdol Prensimiz" in gölgelere ve alaylara boğulduğu ve onu bir sığırcık bulutu tarafından soyulmuş bir kiraz ağacı kadar çıplak hissettiren gazetelerden birini alıyordu. "Majesteleri" birkaç defa, yazılan acı şikayetlerden kaçtı. Ama yine de, sarayın girişinde yumruğunu havaya kaldıran ve  konuşmalarıyla neden olduğu skandallara hiçbir karşılık vermeyen "can sıkıcı Libyalı"yla, artık çok da ilişki içinde görünmemeye çalıştı.

Nitekim, 17. yüzyılın kabarık eteklerinden giymiş Vendé'li bir kız tarafından düzenlenen, tamamen kadınlardan oluşan bir toplantıda, Muammer, Batı kadınının düştüğü trajik durumdan bahsetti. İnsan hakları ifadesini ağzına almayı kabul ettiğindeyse bu: ülkemizde mültecilere saygı duyuluyor mu, yoksa kelepçeleniyorlar mı, bunu sormak için olmuştu. Oradan ayrılmadan önce, "Bizim Harika Hükümdarımız" ın bedenini bir ok gibi delip geçen bir söz daha söyledi: «Neden beni bu şekilde ağırladınız? Trablus'ta, biz ağırladım mı hakkıyla ağırlarız insanı! Aksi taktirde beni buraya hiç getirmemeniz gerekirdi.»

Kişisel ziyarete dönüşen bu resmi ziyaret, cumartesi günü sona ermek üzereydi. "Bizim Yiğit Hükümdarımız", onu dayanılmaz kölelikten kurtaracak olan bu olasılığın tüm tatlılığını hissediyordu. 1. Nikolas, çektiği eziyeti temellendirmek ve kendisini bir enayiden çok kurban olarak göstermek için, bir hindi gibi kabardı ve "bazen (henüz imzalanmamış olsalar bile) on milyar avroluk sözleşmeler için en kötüsüne katlanmak gerektiğini" söyledi. Bu arada Muammer, hiçbir gereksinim olmaksızın iki gün mola verdiği İspanya'da; hastaneler, trenler ve fabrikalarla ilgili çok daha büyük antlaşmalara imza attı ve böylece "Bizim Muhteşem Majestelerimiz" in çizdiği soytarı tablosunu tamamlamış oldu.

Muammer'in görkemli ziyaretinden birkaç ay sonra, anlaşılacağı üzere, bir skandal olduğu kadar budalaca da olan bu olay, "Majestelerinin" iyi talihini büyük miktarda azalttı. Bedevi, ona sert beyanlarıyla muhalefet etmeyi kesmemişti. Küstahlıkları, bir ölüm çanı gibi yankılanmıştı. Üstüne üstlük, sanki açık yaraya asit dökercesine, eski "İmparatoriçe Cécilia", saraydan çok sinirli bir şekilde kaçtıktan sonra "Bizim Reddedilmiş Prensimizin" karanlık taraflarını gün yüzüne çıkardı. Onu; cimri, maymun iştahlı, kalpsiz bir baba ve gerçek asaletten yoksun, hükmetmeyi bilmeyen biri olarak gösterdi. Bu kazıkları küçümsüyordu ama kendisinden daha az üzülmedi onlar için. Tüm yüceliğine rağmen, 1. Nikolas resmi olarak yalnızdı.

Tabii ki, bir kabus gördüğü zaman, yanına favorilerinden birisini çağırıyordu, aksi taktirde, kendisine büyük gelen o koca yatağında uyuyamıyordu. Hatta dedikoculara göre, kaybolan İmparatoriçe'nin yerini en iyi dolduracak kişiyi bulmak için, körpe manken ve aktrislerin halka kazandırıldığı bazı enstitülere bile başvuruyordu. Yeni rejimin temel prensibine göre, gerçekten de, göz alıcı bir olay, sefil bir olayla gözlerden silinmek zorundaydı. İnsanların gözünü boyamak ya da yumuşatmak için, Bedevi'nin felaket ziyaretini en kısa sürede bir mavilikle kaplamak gerekiyordu. Yani, büyük hamlelerle beyin yıkamak.

Bruni Kontesi'nin ortaya çıkışı da bu hamlelerden biriydi.


Yazar: Patrick Rambaud/Gazeteci
Çeviri: Bir Küçük Bok Böceği 

Yazının aslı aşağıda:

https://bibliobs.nouvelobs.com/actualites/20110308.OBS9344/mouammar-le-cruel-ou-le-calvaire-de-nicolas-ier.html


1 yorum: