Fransa'da reel politik hiçbir zaman, 1. Nicolas'nın ilk
yıllarındaki kadar parlak olmamıştı. Patrick Rambaud "Deuxieme
Chronique" (İkinci Kronik/Tarih) adlı kitabında Kaddafi'nin 2008'deki
Paris ziyaretinden bahsediyor. Ve kısaca söylemek gerekirse gayet komik.
2008'in
hemen öncesindeki günler, bir dizi önemli olayın meydana gelmesine ön ayak
oldukları için incelenmeye değer. Kış aylarında, doğrudan "Bizim Muazzam
Monarşimiz" i vuran bir felaket meydana geldi. İşte burada bu felaketi,
aptallık yapmadan ve kaynaklarına kadar inerek detaylandırmak gerekiyor.
Kadhafa
aşiretinin ihtişamlı bir halifesi o zamanlar Libya çölünde yaşıyordu ve her
yerde Zalim Muammer adıyla bilinirdi. Ortalamanın üstünde boyu, sarımsı teni,
tombul ve kötü tıraş edilmiş yanakları, bir Liverpool rakçısının soluk burnu ve
deve yününden bornozunun bedevi görünümü ile o her türlü kaynağa, entrikaya ve
yeraltı işlerine sahipti.
Kırk
sene öncesinde, denizleri Türklerden almış olan yaşlı Kral Idriss'in
yokluğundan faydalanmıştı ve onun tahtını, ülkesini, altınını, petrolünü ve
gazını çalmıştı. Muammer bundan sonra, makam sarhoşluğuyla kendini "Tek Albay"
ilan etti ve bütün Arap toplumunu kendi kişiliği etrafında birleştirmek ve
böylece onlara önderlik etmek istedi. Ama diğer liderler ona sırtını döndü.
Ardından gözünü Güney'e çevirerek, Afrika hükümdarlarını iyi yapılmış
cübbesinin altına toplamayı denedi. Ama onlar bu okşamadan hemen kaçındılar:
"Yoluna git Bedevi, bize hiç güven vermiyorsun!"
Albay,
o anda kendini yüce görüyordu; Firavun Nasser'e, bir tanrıya benzemeyi umuyordu
ama hayalleri gözleri önünde ufalanıyordu: "Peygamberin kınalı sakalı
için! Kimse beni istemiyor mu? Öyleyse Allah sizi ıslah etsin, ben de sizi
istemiyorum!"
Bundan
böyle Muammer kendisini kargaşaya adadı. Kötüyü temsil etti. Üslubu batıyor,
hatta aşağılıyordu ve zarar verdiği kadar da düşman ediniyordu. Onun vahşi
otoritesi, mizacı, kötülüğü, mide bulandıran ve aynı zamanda isyan ettiren
üstünlük havasından dolayı ticaret dayanılmaz hale gelmişti.
Zalim lakabı, davranışlarıyla doğrulanmıştı. Muammer, devletlerin sinirli ve nevrotik oldukları her
şeye el atmaktan zevk alıyordu; füzeler ve bombalar dağıttı, uçan cisimleri havada
patlatmak için tavsiyeler verdi, torpido gemilerinden daha hesaplı ve fidye söz
konusu olduğu zaman daha kârlı olan yolcu gemilerini yakalamak için öğütlerde
bulundu; rehine trafiğini, onlara eziyet etmeyi ve onlardan para kazanmayı
öğretti. Çünkü kanında intikam vardı.
Bu
baş belası Bedevi'nin savaşı uzun zaman sürdü. Ama bir gün geldi ki, kendisine
yönelmiş bu evrensel nefretten yorgun bir halde, aydınlanmış toplumlara kendini
kabul ettirebilmek için, biraz daha saygılı olmaya karar verdi. Bundandır ki
yıllardır kısık ateşte yanmış Bulgar hemşireleri serbest bıraktı. Bu sayede, zorlu
müzakerelere son anda katılmış olan "Bizim Parlak Prensimiz” bu işin
meyvelerini topladı. Bu kroniğin ilk kitabındaki listede anlatmış olduklarımıza
göre durum bu.
"Cömert
Majesteleri, kendisine zaferle sonuçlanacak bir aydınlık sağladığı için
teşekkür etmek adına, Trablus Halifesi'ni, Paris'e resmi bir ziyarete davet
etmişti: evrenin gözünde parlasın ve açıkça, utanmadan, samimi olunabilsin diye.
Ne yazık ki, bu düşüncesiz girişim, "Bizim Hızlı Hükümdarımız" için can
sıkıcı bir hale geldi. Kimseye danışmadan aceleyle aldığı kararların
sonuçlarını ölçememişti.
Muammer,
Aralık ayının bir pazartesi günü, bir araba filosu ve bir tabur leopar desenli
şişman amazon kadınının da içinde bulunduğu üç yüz kadar saray mensubu ile karaya
ayak bastı. Sarayın basamaklarının önünde, o sonu gelmeyen, beyaz, zırhlı
camları olan limuzininden indi. Bu zırhlı camlar, onun yüksek mevkiini
vurguluyordu ve başka da bir amacı yoktu: çünkü hiçbir despot, arabasında
vurularak öldürülmemişti; iyi yerleştirilmiş bir bombaya karşı da bu camlar
hiçbir koruma sağlamazdı.
Bizim
toprağımıza ayak basar basmaz hemen, "Bizim Heyecan Verici Hükümdarımız"
dan daha göz alıcı, hareketli ve teatral olmanın yolunu buldu. 16. Louis gibi,
Marigny otelinin bir süitinde kalacakken; göreneklerine her zaman bağlı olduğu
bahanesiyle, şatonun karşısındaki bir bahçeye devasa bej rengi çadırını kurmayı
talep etti.
Daha
da kötüsü var! O zamanlar, polis ekipleri, soğuktan donup ölmesinler diye
evsizlerin doluştukları çadırları denetlerlerdi. "Majesteleri"
sinirlendi ve kendisine hem bir medeniyet hem de retorik dersi verecek olan
süvari Guaino’ya, bu misafirin kiminle dalga geçtiğini sordu.
-Kimseyle,
efendim ve bana öyle geliyor ki, sizinle, bir başkasıyla geçtiğinden daha az
geçiyor.
-O
çimenlerimizin üstündeki kamp yeriyle tam bir hiç!
-Bedevi
geleneği de öyle, efendim.
Parlak
süvari, söylediklerini kanıtlamak için kütüphanesinden, dünyayı daha iyi
anlamak için daima başvurduğu, Tenten’ in maceralarıyla ilgili bir albümü aldı.
Sayfa 6’daki, hâlihazırda ayraçla ayrılmış olan Coke en stock bölümünü açtı ve bilmenin verdiği özgüvenle açıkladı:
- Efendim, genç Prens Abdallah'ın gardiyanlarının
Moulinsart'ın büyük salonuna yerleştirdiği çadırı görün. Nargilelerinden
çekiyorlar, mobilyalaları ve bibloları itmişler, cilalı parkenin üzerine bir
hançer saplamışlar ve kötü melodiler eşliğinde çubuğa takılmış bir pilici
kızartıyorlar.
-Ne
demek oluyor tüm bunlar?
-Demek
oluyor ki, majestelerinin kişisel misafirlerinin komikliklerine katlanmak
gerekiyor.
-Ama
sikerim bu Arap Pazarını yahu!
-Efendim,
ondan kaçırmak istediğiniz milyarları düşünün. Sözleşmeleri düşünün.
-Ah
evet. Milyarlarca sözleşme.
Bizim
Ateşli Prensimiz, birkaç kez yüzü değişecek kadar utanç içindeydi, ama sonsuz
bir bilgelikle mali nedenlerin farkına vararak kimsenin tepki vermemesini
emretti. Korku! Zalim Muammer, başka karmaşa tohumlarını ekmekte gecikmedi.
Öncelikle, yolculuğun tarihi kötü seçilmişti. Amatörler karıştırmış olmalıydı.
Çünkü, geldiği gün olan pazartesi günü, Uluslararası İnsan Hakları Günü'ne denk
geliyordu. Bir bedevi için haklar, gururla yadsınır ve bir söylentiden öteye
gitmezdi.
Bir
önceki gün, çadırını kuracak kadar boş zaman bulamadığı Lizbon durağında, "güçlülere
seslerini duyurmak için bomba eylemlerinde bulunan güçsüzleri anladığını"
beyan etmişti: "Başka bir yolları yoktu" çünkü... Bu sözler
atmosferde ağır bir etki bıraktı ve her bir yandan protesto çığlıkları
yükseldi. "Bizim Kızgın Hükümdarımız", davetlisini savunmak zorunda
kaldı: «Café de Flore'un bahçesinde ya da bunun gibi şık
mekanlarda oturup insan hakları dersi vermek kolay. Ama maalesef şu an olan bu.
Saint-Germain-des-Prés'nin entellektüelleri yapmıyorlar, hiçbir şey
yapmıyorlar. Oysa ben yapıyorum.»
Tam
bir hafta boyunca, Muammer, kendini bir turist gibi empoze ederek,
aşırılıklarıyla "Bizim Parıldayan Hükümdarımızın" ışığına gölge
düşürdü; bir vekil, gazetelere, onun kendisine Salvador Dali'yi hatırlattığını
söyledi. Soytarılıklarıyla meşhur bir ressamı...
Salı
günü, bir kafileyle birlikte meclise gitti ve bir salonda yirmi küsür vekille
sırasıyla tanıştı. Sonra, isimleri dahi duyulmamış birtakım aydınların önünde
büyüklenmek için Otel Ritz'e gitti. Bu aydınların içerisinde, kızı Ayşe'nin
tezini yöneten Sorbonne'dan bir Profesör de bulunmaktaydı. Onlara Isa'dan
bahsetti, Amerika'ya beddualar etti ve onlar için şiir koleksiyonunu imzaladı.
Aynı
akşam, UNESCO'da, tıklım tıklım dolu bir amfitiyatroda bulundu. Eğer renkli
'boubou'ları (geleneksel kıyafetleri) içerisinde bir kalabalığın coşkulu
alkışlarını hak ettiyse, bu birçok hayranının Sonacotra'daki bir meydandan
otobüsle getirilmesi ve alkış için kiralanmaları dolayısıylaydı.
Muammer, bir sonraki gün, planda olmamasına rağmen, bir
anda, Seine'de bir gezinti yapmayı talep
etti. Valiliğimiz, tekne rüzgarda rahatça yüzebilsin diye bütün köprüleri
kapatmak zorunda kaldı. Çünkü bazı kaba insanlar korkuluklardan nemli pis balgamlarını ya da bir dinamit
çubuğunu, Bedevi'nin geleneksel şapkasına fırlatabilirlerdi.
Başka utanç verici şeyler de vardı: "Büyük
Utanç Verici" Louvre'u ücret ödemeden ziyaret ettiğinde, her tarafta, kapatılmış
caddeler, siren sesleri ve heyecanlı polis memurları vardı. Venüs Heykeli ona
çok eski görünmüştü.
Sonrasında, başka saçma arzuları da tatmin
etmek gerekti: Rambouillet'de bir "kraliyet avı" düzenlendi. Ama
Muammer için av pek de iç açıcı geçmedi. Üç tane sakat tavşanı ve çalıların
arasına saklanmış görevlilerin, ayaklarının dibine kadar gönderdikleri bir adet
doldurulmuş sülünü yakın mesafeden ıskaladı. Onun, olağan ve biletlerini kendileri
ödemeyen ziyaretçileri için boşaltılmış olan Versay Sarayı'nda, 14. Louis'nin
tahtının önünde kürklü deri ceketi ve şapkasıyla kameralara poz verdi.
Söylenene göre, ziyaretçi defterine hat sanatıyla arapça bir söz yazdı; ki bu
söz tercüme edildiğinde, bir yığın küfür ve çeşitli hakaretlerin odağı oldu.
Bu tüyler ürpertici hafta boyunca, Bedevi,
gittiği her yerde, "Bizim İdol Prensimiz" in gölgelere ve alaylara
boğulduğu ve onu bir sığırcık bulutu tarafından soyulmuş bir kiraz ağacı kadar
çıplak hissettiren gazetelerden birini alıyordu. "Majesteleri" birkaç
defa, yazılan acı şikayetlerden kaçtı. Ama yine de, sarayın girişinde yumruğunu
havaya kaldıran ve konuşmalarıyla neden
olduğu skandallara hiçbir karşılık vermeyen "can sıkıcı Libyalı"yla, artık
çok da ilişki içinde görünmemeye çalıştı.
Nitekim, 17. yüzyılın kabarık eteklerinden
giymiş Vendé'li bir kız tarafından düzenlenen, tamamen kadınlardan oluşan bir
toplantıda, Muammer, Batı kadınının düştüğü trajik durumdan bahsetti. İnsan hakları ifadesini ağzına almayı
kabul ettiğindeyse bu: ülkemizde mültecilere saygı duyuluyor mu, yoksa
kelepçeleniyorlar mı, bunu sormak için olmuştu. Oradan ayrılmadan önce,
"Bizim Harika Hükümdarımız" ın bedenini bir ok gibi delip geçen bir
söz daha söyledi: «Neden beni bu şekilde ağırladınız? Trablus'ta, biz
ağırladım mı hakkıyla ağırlarız insanı! Aksi taktirde beni buraya hiç
getirmemeniz gerekirdi.»
Kişisel
ziyarete dönüşen bu resmi ziyaret,
cumartesi günü sona ermek üzereydi. "Bizim Yiğit Hükümdarımız", onu
dayanılmaz kölelikten kurtaracak olan bu olasılığın tüm tatlılığını
hissediyordu. 1. Nikolas, çektiği eziyeti temellendirmek ve kendisini bir enayiden
çok kurban olarak göstermek için, bir hindi gibi kabardı ve "bazen (henüz
imzalanmamış olsalar bile) on milyar avroluk sözleşmeler için en kötüsüne
katlanmak gerektiğini" söyledi. Bu arada Muammer, hiçbir gereksinim
olmaksızın iki gün mola verdiği İspanya'da; hastaneler, trenler ve fabrikalarla
ilgili çok daha büyük antlaşmalara imza attı ve böylece "Bizim Muhteşem
Majestelerimiz" in çizdiği soytarı tablosunu tamamlamış oldu.
Muammer'in görkemli ziyaretinden birkaç ay sonra, anlaşılacağı
üzere, bir skandal olduğu kadar budalaca da olan bu olay, "Majestelerinin"
iyi talihini büyük miktarda azalttı. Bedevi, ona sert beyanlarıyla muhalefet
etmeyi kesmemişti. Küstahlıkları, bir ölüm çanı gibi yankılanmıştı. Üstüne
üstlük, sanki açık yaraya asit dökercesine, eski "İmparatoriçe
Cécilia", saraydan çok sinirli bir şekilde kaçtıktan sonra "Bizim
Reddedilmiş Prensimizin" karanlık taraflarını gün yüzüne çıkardı. Onu;
cimri, maymun iştahlı, kalpsiz bir baba ve gerçek asaletten yoksun, hükmetmeyi
bilmeyen biri olarak gösterdi. Bu kazıkları küçümsüyordu ama kendisinden daha
az üzülmedi onlar için. Tüm yüceliğine rağmen, 1. Nikolas resmi olarak
yalnızdı.
Tabii ki, bir
kabus gördüğü zaman, yanına favorilerinden birisini çağırıyordu, aksi taktirde,
kendisine büyük gelen o koca yatağında uyuyamıyordu. Hatta dedikoculara göre, kaybolan
İmparatoriçe'nin yerini en iyi dolduracak kişiyi bulmak için, körpe manken ve
aktrislerin halka kazandırıldığı bazı enstitülere bile başvuruyordu. Yeni
rejimin temel prensibine göre, gerçekten de, göz alıcı bir olay, sefil bir
olayla gözlerden silinmek zorundaydı. İnsanların gözünü boyamak ya da
yumuşatmak için, Bedevi'nin felaket ziyaretini en kısa sürede bir mavilikle
kaplamak gerekiyordu. Yani, büyük hamlelerle beyin yıkamak.
Bruni Kontesi'nin
ortaya çıkışı da bu hamlelerden biriydi.
Yazar: Patrick
Rambaud/Gazeteci
Çeviri: Bir
Küçük Bok Böceği
Yazının aslı
aşağıda:
https://bibliobs.nouvelobs.com/actualites/20110308.OBS9344/mouammar-le-cruel-ou-le-calvaire-de-nicolas-ier.html
Vay arkadaş şaka gibi. Eline sağlık
YanıtlaSil