10 Aralık 2017 Pazar

Burası Görkemli Bir Yalnızlığın Evi

Burası görkemli bir yalnızlığın evi.

Göz ardı edilmiş çirkinliklerin, derine yutulmuş yaraların, küflenmiş maskelerin evi.
Anlaşılmak sancılı, anlaşılmak dokunmak gibi senelerce ruhu üşümüş bir çocuğa.
Köşe bucak kaçmaların, uzun duvarlar ardında umutsuzluğu çoğaltmanın, en yakının bile bir ışık yılı uzakta olmasının aşılmaz döngüsü burası. 
Burdan bir hayat çıkmaz denilerek, defalarca kapısı kilitlenmiş bir var oluş.
Mükemmel kusurları, mükemmellik maskesiyle örtmenin yakıcı bir madde gibi insanın ruhunu tutuşturduğu yer burası.
Dip. Dibin dibi. 
Yüzeysellikten fersah fersah uzak, sıradan yaşama fi tarihinden beri hasret. 
Burası gurbet. 
Burası dünyanın sana hem en uzak hem yakın köşesi.
Monarşiyle yönetilen bir iç deniz.
Terkedilmiş bir anavatan.
Burası tozun, kirin, irinin başının ezildiği; salt yaşamın ve sanatın yüceltildiği boşluk.
Burası benim.
Demir makaslarla fakat nazik dokunuşlarla kırıyorlar kilidi.
Bir çift göz ve sonsuz sessizlikle terbiye olunuyor başkaldırım.
Hangi hayatta, hangi düğümde yerim var bilmiyorum artık.
Sen de bilmiyorsun.
Ama işte, bunlar ellerim. Bir karanlığın içinden falan gelmiyorum, karanlığın kendisiyim. Bunlar gözlerim, içinde binlerce anlatı. 
Burası görkemli bir yalnızlığın evi.
En güzel kumaşlardan elbiseler dikiyorum burada, ruhuma. 
Demirden kabukların, dikenlerin, dik yokuşların üzerini örtüyorum böylece. 
Sonra ellerin, koparıyor en sağlam dikişleri.
Yaşlı bir kadının sakınması gibi kusurlarını, saklanmak istiyor bu sancılı ruh. Kuytularda.
Tek başımayım ben. Ağaçsız sokaklar gibi, hayalsiz çocuklar gibi, yankısız bir çığlık gibi.
Bilmelisin, bilmelisiniz.
İnsanlar ayrışıyor orta yerinden ikiye; bilinçsiz ve mutlu aptallar, farkında ve mutsuz yığınlar. Hepsi ama hepsi anlamalı beni şimdi. Öleceğim bir gün, bu kederlerin altında soluksuz kalacağım.
"Ah, mümkün olsaydı da yaşasaydım bir gece sabaha kadar doyasıya" demeden, Tanrı'nın bana biçtiği bu yalnızlığı bir insana sımsıkı düğümlemeden, tanıyamadan kendimi, maskeleri yakamadan.. Anlıyor musunuz? Kalmadı benim vaktim. Dünyanın bütün vakitlerini doldursam cebime, yetmez.

Ömrü iki ay kasımpatıların, duyamıyorum da kuşların şarkısını artık. Bilinmez köyler gibi uzakta şimdi yaşam.
Burası görkemli bir bekleyişin evi. 
Seneler var ki bir düşün tesadüfünü beklemekle geçti. Zamanı yılanlarla boğdum, daralttım kendimi insanlara. Ait olduğum yaşamlardan koparıldım hoyratça. Ait olduğum şehrin sokaklarına son kez karışırken, kalbimdeki acının mor tadını duyumsadım boğazımda. Telaşlara böldüm saatleri, sancılarla kıvrandı cümlelerim. Henüz doyasıya küfür etmedim, anlıyor musunuz?
Burası görkemli bir suskunluğun evi.
Acı boşalmak için bir boşluk arıyor kendine, benimse dudaklarım krallık kapısı. Bir gün konuşursam, yaylım ateşi saracak dört bir yanımı. Konuşursam eğer, sonsuz bir uykuya boğmak isteyenler olacak sesimi. Konuşursam ben, büsbütün yitireceğim aklımı.
Sessizliğimde büyüttüğüm başka bir insan var şimdi. Çok güçlü, çok kırılgan, çok umutlu, çok karamsar. Bilmezsiniz, henüz onu bu vahşi kavgaya bırakmadım.
Uzayıp giden çaresizlikler boyu, her gün yara aldım. Ölümü gördüm, sıtmaya razı oldum. Fakat hâlâ umursamazca inandığım için güzelliklere, sevebildiğim için insan olmayı, yaşama bağladığım için kendimi zincirlerle, iflah olmaz bir deli sanmayın beni.
Delirmek ulaşılmaz bir ihtimal. Delirmek sahiden zeki olanın işi.
Ben yalnızca zihnimi uyuşturdum.
Ta ki düşünemeyene dek.

Bilenleriniz olacaktır beni.
Burası, onurlu bir yenilginin evi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder