11 Haziran 2017 Pazar

Alçak Sağırlık

Gündüzsüz bir acının kollarını tanıyorum ben.
Siz, sizler duyuyor musunuz ne söylüyor teninize çarpan bu rüzgar, bu soluksuz hava, bu dingin zaman?
Siz duyuyor musunuz nelerle sınanıyor insan, ne acılara gebe sineler, ne hasretleri düğümlüyorlar boğazlarına bin kere?
Duyuyor musunuz türkülerin hikayesini?



Ben hepsinin içinden, bir tarihe meydan okur gibi, geçip gidiyorum.
Ben kendime yabancı, başka hasletlere bürünmüş, içini bir kuytuda çürütmüş, binlerce bedende yeniden var olmuş biriyim, geçiyorum aranızdan. Geçip gidiyorum.
Bir el var omzumda. Acıyı tanırım nerede görsem dedi bana. Açtı gözyaşı ırmaklarına dönmüş avuç içlerini. Avuç içleriyle içti gözyaşımı. Bilmem hangi hayatta rastlaşmış yollarımız. Bilmem neden yaslamış gibi kulağını göğsüme, bu sıcaklık nereden..
Şimdi, bir yazı belki birkaç satır, bir insana bürünüyor gözümde. Bir acı bir bayram yerine evriliyor.
Ben yine hepsinin içinden, bir şarkıya tamamlanır gibi, geçip gidiyorum.

Kollarım kalıyor size, sesim kalıyor.
Var olduğum kısa konuklukta, en çok benzediğim insanın umudu kalıyor.
Onun kalbinin güzelliğine öpücükler bırakın diye, almıyorum yanıma. Kalbinde, bin kere yıkadım kalbimin pasını.
Onu size bırakıyorum, sırf bu sebepten.
Duyuyor musunuz pişmanlığın ayak seslerini?
Hiçbir zaman sönmeyecek bir hasret ateşinin, insanın içini büsbütün küle çevirişini duyuyor musunuz?
Ben duyuyorum. Ben her birini yudum yudum içiyorum. Ceplerime doldurdum zemherilerini yurdumun. İnsan olmanın katlanılmaz sancısını ilk kez hissediyorum.
Ben kendime ilk kez böyle yakın, "ben" kumaşından bir elbise giymişim de, öyle geçiyorum aranızdan. Geçip gidiyorum.
Siz de açıp bir türkü dinleyin. Hikayesini ilk kez anlatan bir insanı dinler gibi, yalnızlığıyla sevişen talihsizlere ağlar gibi dinleyin. Bakın nasıl alışmışlar, nasıl yitirmemişler akıllarını. Bir direnişin bayrağını gururla nasıl taşıyorlar.
Devam ediyorlar. Hiç orta yerlerinden bir hançerle bölünmemiş gibi, belki gülümsüyorlar bile uyurken. Belki ruhları kurtulmuş sıkıntı kafesinden. Bilmem hangi saatinde dünyanın, birbirlerinin gözlerinde yolculuğa çıkıyorlar. 
Geçmişin soluk bir siyaha dönmüş tünelinde, yitirilen o ilk aşkı bile unutturuyor zaman. Daha neleri unutturdu bu zaman. Kim bilir? 
Hayatları birbirine rastgeldiğinde, daha ilk tesadüfte sevmişti onu halbuki. Sıcacık gözlerini, kendine has direnişini sevmişti. Her şeyi unutsa insan, nasıl unutur böyle rastgelişi?
Unutuyor.

Zamanın içinden geçenleri düşünüyorum. Benim gibi geçip gidenleri. Yangınını türkülere bağıranları, yazgısını tülbentine dolayan kadınları, saçlarından ruhuna bütün düğümleri kesip atanları..  
Hepsine bir yaşam borcum var benim. Hepsine bir kahkaha borcum var.  
Bilmem hangi hayatlara konuk olmuş adım. 
Bilmem kötülük cevherini kalbinde bir madalyon taşır gibi taşıyanlar neden ilişmiş bana. Neden gözlerini kısıp bakmışlar ardımdan, neden gülmüşler zalim bir yazgının açtığı boşluklara. 
Bilmem ki bu dünyadan geçip giderken tek isteği hoş bir sada bırakmak olanı niye almazlar aralarına, niye layık görürler iç titretecek acıları. 
Binlerce masumun ahını giyindim ben. Binlerce hıçkırığı yükledim sesime. Öyle geçiyorum hayatlarınızdan. Geçip gidiyorum.
İstiyorum ki dokunayım yüzünüzdeki o güzel çizgilere. O çizgilere dolan hikayenizi dinleyeyim. Sırtınızı sıvazlayıp güney masalları anlatayım size. Evrenin güzel oluşundan, kuzey ışıklarından bahsedeyim mesela. 
İstiyorum ki gençlik ve ölüm dehşetli bir kavga gibi geçirmesin tırnaklarını ruhumuza; doyasıya yaşadıktan ve her hissi hücrelerimize doldurduktan sonra varılacak bir menzil olsun ölüm

Yaşamın kutsallığının üzerinde tepinen onca insanın arasından geçiyorum ben. Geçip gidiyorum. 
Dünya en çok bu noktada çekilmez oluyor. 

Sizler duyuyor musunuz bir şiiri tırnaklarıyla duvara yazanları?
Siz duyuyor musunuz yanınızda atılan kahkahaların bir iç çığlığı anlattığını? 
Duyuyor musunuz her gün karşılaştığınız onca vicdanın küflenmiş kokusunu? 
Ben duyuyorum.

Ben adımın bir dile pelesenk oluşunu gördüm. Dünyanın en temiz ağzından bin kere kendimi işittim. Kulaklarımı değil, gönlümü açtım da dinledim hepsini. 
En alçak küfürlerin ve en güzel duaların sesini tanıyışım bundan. 

Ama siz, siz duyuyor musunuz sahiden? 


Duymuyorsanız da eğer, nasıl sığıyor ruhunuz böyle alçak sağırlığa?

6 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Duyamadıysanız en azından okuyun diye yazdım..

      Sil
    2. neyse.

      pek güzel yazmışsın, her gün boktan şeyler okumaktan sıkılmıştım bu blogda, iyi geldi bu.

      Sil
  2. https://www.youtube.com/watch?v=VYCOg-yglNM&list=LLS__rxZmZykw_BD_YyEP4gQ&index=11

    YanıtlaSil