19 Ekim 2017 Perşembe
"bak, ölüm güzü kıskanıyor"
Radyoyu açmak için yatağından doğrulmuştu.
Gözlerinin yanışından ve esnemesinden uykusunu alamadığını anlamış ve anlam veremeyerek yataktan kalkmıştı. Radyoya yönelip bir kanal ayarlamaya çalıştı. "Evet bugünlerde..." zzzzz "Sıradaki parçam..." zzzzzzz "...siyasi birtakım..." zzzzz "hahaha sence de...." zzz ayakları ağırmış olacaktı ki üfleyerek masanın üzerindeki radyo ile göz göze gelecek şekilde oturma pozisyonunu aldı, bir yandan söylenip bir yandan aramaya devam ediyordu.
-Yahu nerede benim şu sabah kanalım? Birisi radyoyu mu karıştırıyor ben yokken!
zzzz "Sen kimseyi sevemezsin, sevmeyeceksin, sevmeyeceksin, rüzgarların önünde, kuru bir yaprak gibi..."
-Heh buldum sonunda yahu, dizlerim de ağırdı.
Ayağa kalmasıyla genişçe gerinmesi bir olmuştu. Yatağının yanında yer alan pencerenin perdelerini açıp mutfağa yöneldi. Buzdolabının kapağını açınca ne kadar boş olduğunu görüp köşedeki bakkala uğraması gerektiğini hatırladı. Dolabın içinden iki yumurtayı, bir kalıp kalmış peyniri, kenarı biraz büzüşmüş domatesi çıkartıp mutfak tezgahına koydu ve dolabı kapattı. Biraz hızlı hareket etmesi gerektiğinin de farkında olarak hemen bıçağa yönelip domatesi kesmeye koyuldu. Daha sonra yumurtaları yağın içine kırdı ve pişmesini bekledi. Kahvaltısını hazırlayınca tezgahın hemen karşısında yer alan iki kişilik masaya yerleşti ve yemeye koyuldu.
"Kuşlar gibi özgür, hayat doluydum , yanan bir alevdim, söndürdün beni "
Dirseklerini masaya koymuş bir yandan kahvaltı yaparken bir yandan da şarkıya eşlik ediyordu. Biraz acelesi de olduğundan sağ ayağı bacağıyla birlikte yukarı aşağı heyecanla salınıyordu. Bugün Asu'yu görmeye gidecekti.
Asu, sevdiği kadın. Çalıştığı sahafçılar çarşısında tanışmıştı onunla. Sahaf değildi, öyle kitaplardan pek anlamazdı. Sonra sonra öğrenecekti kitapların insanı hangi alemlerden alıp hangi alemlere taşıdığını, zamansızlığı ve mekansızlığı. Üniversite okurken ek gelir olsun diye girmişti işe. Ek gelir bile denemezdi hatta bizzat oradan kazandığıyla üniversite masraflarını karşılıyordu.
İstanbul'un küçük mahallelerinden birinde büyümüştü. Şekerci Hacı Sokağı, çıkmaz sokaktı ve tüm çocukluğu orada geçmişti. Ortada büyükçe bir bina ve sağına soluna yerleştirilmiş yedi ya da sekiz tane küçük bina. Büyük olan binayı da sonradan yapmışlardı zaten. Oraya gelen hiçbir çocuğa pas vermezdi sokağın diğer çocukları. Bir tek Peri vardı. Binanın en üst katında otururdu ailesiyle. Sokaktaki tüm kızlar ondan nefret eder, tüm erkekler de hayranlıkla cama çıkmasını beklerdi. İsmi gibiydi, peri gibi. O binaya karşı hissedilen sevgisizliğin istisnasını oluşturan nadidelikte bir peri. Sokağa gelişi ne kadar ses çıkardıysa gidişi de öyle ses çıkarmıştı. Gelişinden sonra, erkekler aralarında perinin kimden hoşlandığı kavgası yapmıştı uzun süre, gidişinde ise buna kimin neden olduğu kavgası. Diğerlerinden uzunca ve sıska olan Ahmet bu konuda inatla küçücük ve minyon yüze sahip Salih'i suçluyordu. Salih ise hem kendisinde suç bulmadığı için hem de Ahmet'in yakışıklı olmasını kendisine yediremeyerek küfürler eşliğinde inkar ediyordu sürekli. Ama Peri'yi bir daha görememişlerdi, onlar da bir süre sonra kavgayı bırakıp kendi aralarına dönmüştü. Çıkmaz sokaklar, zaten her sokakta olan can ciğer arkadaşlığı daha derinden ve mahremiyetle hissettiren sokaklardı. Sevmeleri de derin olurdu kavgaları da. Bu dostluk uzun bir süre devam etmişti. Daha sonra çıkan memuriyet atamaları ile anne babalarıyla birlikte dostları da gitmişti. Salih de bu sokakta liseye gidene kadar kalmıştı. Liseye başladığında deli dumrul delikanlılık zamanları da başlamıştı. Onun tabiriyle, "sokakta öğrendiği raconu lisede kesiyordu". Kendisine birkaç kişiden oluşan bir grup kurmuş ve başını da kendisi ilan etmişti. Derslerle hiç işi olmayıp lisenin katı kurallarını hiçe sayarak her zaman okuldan kaçmıştı. Bu durum anne ve babasını kaybedene kadar devam etmişti. Lisenin üçüncü sınıfındayken önce babasını, çalıştığı fabrikanın yangınında daha sonra da annesini, bu elem hadisenin üzüntüsünden kaybetmişti. Dalgalarıyla, gel gitleriyle son derece aksiyon dolu hayatı son bulmuş, durulmuştu. Kimseyle muhabbet etmez olmuş ve sadece ders çalışır hale gelmişti. Tüm zamanlarını yurdunda geçirmiş ve çarşı izni verildiğinde sadece anne babasının mezarını ziyarete gitmişti. Değişen hayatının en derin kırılması ise üniversiteyi kazandığında olmuştu. Üniversiteden kabul almış ve bunu koşarak mezarlığa gidip anne babasına söylemişti. Yaşam ve ölümün, huzur ile huzursuzluğun, üzüntü ve sevincin bir arada olduğu tek yer bellemişti mezarlıkları hafızasında. Bu yaşam hengamesinde bir yandan okula gidip geliyor, bir yandan sahaf Muhammed abinin yanında çalışıyor, bir yandan da anne babasının mezarını sık sık ziyaret ediyordu. O gün de aynı döngünün içindeydi. Ancak birkaç farkla. Muhammed abi sayesinde kitapların yüzeyinden derinine dalmıştı. Bir gün doğu, bir gün batı, bir gün rus, bir gün türk edebiyatıyla haşır neşir oluyor ve bundan aşırı haz alıyordu. Bir tek bildiği sokağındaki raconların yanına burjuvazi terbiye, tek dinlediği arabeskin yanına türk sanat musîkisi ekleniyordu. Bir nokta; yavaş yavaş genişliyor ve derinleşiyordu. Anne babasının vefatından beri zaten kendi içine çekilen Salih, bu derinlikle birlikte çok daha az konuşur olmuş, kendini çalışmalarına vermişti. Önce okulu, ardından sahaftaki işi bitince, yolların da kıymetini bilerek, yürüyerek anne babasının yadigarı olan eve gider ve odasına çekilip çalışmalarına başlardı. Bu döngünün içinde görmüştü Asu'yu.
Başındaki şapka uçmasın diye bir eliyle şapkasını tutarken diğer eliyle kitaplarını taşıyordu. Karşısından gelen rüzgara karşı gözlerini kısmış, hızlıca ilerliyordu. Daha sonraları, Asu'nun gülerken kısılan gözlerini merakla izlerken bulacaktı kendisini Salih. Birkaç dükkan geçmişti, birkaç dükkan daha geçmişti, içinden, "Buraya mı geliyor acaba?" diye geçiren Salih hemen oturduğu tabureden kalkmış, üstünü silkelemişti. Kollarını dümdüz bir şekilde aşağı doğru sarkıtmış, elleriyle hafifçe bir hazır ol durumuna geçmişti. Asu, dümdüz ilerlediği yolda son bir hışımla sağa dönmüş ve çalışana hiç dikkat etmeden dükkana girerek şapkasında olan elini, şapkasını da eline alarak, aşağı indirip, saçlarını düzeltmeye koyulmuştu. Salih ardından bakakalmıştı. Saçlarının dalgalı olduğunu o zaman fark etmişti, ancak bilmiyordu ki sonbaharın getirdiği rüzgarla Asu, Salih'in yüreğini de yaşamını da dalgalı hale getirecekti.
Asu bir müddet etrafa bakındıktan sonra kimseyi göremeyince arkasını dönmüştü. Aniden karşısında ona bakan çalışanı görünce korkmuş, bir iki adım gerilemişti. Sonra bozuntuya vermemek için iki kere öksürmüş, ardından istediği kitabın ismini söylemişti. İktisat dersinin kitabını istiyordu, bizim okuldan olmalı, diye düşündü Salih.
Salih bir yandan yavaşça kitabı ararken bir yandan da okuma kitaplarına yönelen Asu'yu izliyordu. Karışık rafların arasından çıkarmak istediği kitabın ucuna hafifçe parmaklarıyla dokunuyor, diğer eliyle de raftaki diğer kitapların düşmemesi için destek oluyordu. Kitabı çıkarınca bir süre içini karıştırıyor, dikkatini çekmişse o aradığını bulmuş olmanın verdiği hazla hafifçe gülümsüyor ve ayaklarını hafifçe yukarı kaldırıp indiriyordu. Bu şekilde birkaç kitabı aldığı gibi yerine koymuş, birkaçını da kolundaki diğer kitapların üzerine eklemişti. Aniden döndüğünde yine çalışanı ona bakarken bulan Asu biraz da sıkılmış bir şekilde kitabın olup olmadığını sormuştu. Salih kasaya doğru yönelmiş, çalışan rolünü en iyi şekilde yerine getirmek için özenle bir poşet hazırlamış ve dükkana gelen kızın o tarafa doğru gelmesini beklemişti.
-Bir dakika bu kitaplar da olacaktı.
-Tabiki hanımefendi.
Salih, Asu'nun onu izleyen bakışları eşliğinde bir yandan görevini yerine getiriyor bir yandan da bu huzursuz sessizliği bozmak için bir şeyler arıyordu. Ancak bir şey bulamamış, kasanın ön tarafına geçerek poşetleri müşteriye teslim etmiş, yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle "iyi günler dilerim" demişti. Asu da küçük bir tebessümle karşılık vermiş, şapkasını kafasına tekrar yerleştirmiş ve dışarı çıkmıştı. Salih de arkasından izlemeye çıkmıştı.
Daha sonradan gidişini de böyle izleyecekti Salih. Elleri cebinde, daha önceden yapılan bir vedaya karşılık verilen buruk bir gülümsemeyle. Terk edildiği son zamandı, bundan önce defalarca terk edilmişti ama bu sefer sondu. Tüm kalbiyle hissetmişti bunu. Bazı vazgeçişleri insanların gözünden anlarsın, açıklamasına gerek yoktur. Vazgeçmiştir, vazgeçememiştir, vazgeçmek zorundadır ama neticesinde gidecektir, gelmek istemeyecektir, gelse dahi iç huzuruna kavuşamayacaktır. Belki de bir daha hiç gelemeyecektir.
Salih aynı döngünün içinde devam ederken birkaç gün sonra yine gelmişti Asu. Bu sefer öylesine üstüne birkaç alakasız parçayı geçirmiş ve saçlarını topuz yapmıştı. Salih yine tüm dikkatini ona vermiş bir şekilde bakıyordu.
Asu evden çıkmadan önce özendiği kıyafetine ve saçına bakıp "çok abarttım" diye düşünmüştü. Ardından üzerine birkaç parça alakasız bir şey giymiş, saçlarını da topuz yapmıştı. Sokağa girdiğinde çalışanı yine taburede otururken görmüştü. Bir yerlerden tanıdık geldiğine emindi ama kim olduğunu kestiremiyordu. Belki de bir gün birlikte tramvayda gitmişlerdi, ya da eminönünün kalabalığında karşılaşmışlardı. Bilmiyordu, bu çocukta onu çeken bir şeyler vardı. Sevgi değil, hoşlanma değil. Belki de yalnızca merak. Çalışanın hareketlerine baktı bir süre uzakta durup. Ellerini sürekli ovuşturuyordu. Çok gergin gösteriyor bu onu, diye düşündü Asu. Daha sonra içeri gidişini izledi, birkaç dakika geçmeden de çıkışını, elinde bir kitapla. Dükkanın önündeki tabureye oturmuş kitap okuyordu şimdi. Kendisini izlemekten alıkoyamarak sessizce sokağın başında durmuş onu izliyordu. Ardından ciddi bir yüz ifadesi takınarak ve dikkatini yola vererek dükkana doğru ilerledi. Dükkanın önüne gelince çalışanın şaşırmış gözleriyle karşılaştı. Salih birkaç gün önce gelen müşteriyi tekrar karşısında görünce bir yandan sevinmiş bir yandan da şaşırmıştı. Ancak bir mana yüklemeksizin taburesinden kalkıp hızlıca üzerini düzeltmiş ve "hoşgeldiniz, buyrun" demeyi becermişti. Geçen geldiği gibi soğuk bir ifade takınan müşteri "birkaç kitap alacaktım" diyerek Salih ile hiç muhatap olmadan dükkana giriş yapmıştı bile. Yine müşterinin ardından onu izleyen Salih aynı el hareketlerini, aynı duruşu, aynı gülümsemeyi izlemiş, ister istemez yüzünde hafif bir gülümsemenin oluştuğunun farkında bile olmamıştı.
Asu arkasını dönünce çalışanı onu izlerken bulmuştu yine. Bu sefer yüzünde hafif bir gülümseme vardı, buna karşılık olarak gülümseyen Asu yine birkaç ders kitabı sorarak dükkanda oyalanmaya çalışıyordu.
Salih muhabbete nereden başlaması gerektiğini bilemeyerek "Üniversite öğrencisisiniz herhalde" dedi. Müşteri kafasını elindeki kitaplardan kaldırmış, "evet" diyerek kısa ve net bir şekilde cevaplamıştı bu sorusunu.
Asu çalışandan soru duyunca bir an şaşırmış, şaşkınlık ile birlikte kısaca bir cevap vermişti. Şimdi kafasında "ben de bir soru sormalı mıyım, ne soracağım" gibi düşünceler dönüyordu ki "peki ya siz?" dedi.
Salih gülümseyerek arkasını döndü. "ben de üniversitede okuyorum, bir yandan da burada çalışıyorum" dedi.
Asu çalışanın arkasını döndüğü gibi gösterdiği gülümsemesini izledi bir süre. Sonra aynı üniversitede olduklarını söyleyince çalışan, kendisi de güldü belli bir şekilde. Asu alacağı kitapları almış, yüzünde bir gülümseme ve muhabbet esnasında adını öğrendiği Salih'in gülümseyen gözleriyle birlikte dükkandan ayrılmıştı.
Sonraları Salih Asu'yu üniversitede bulmuş, biraz muhabbet ettikten sonra çay içmeye gitmişlerdi.
Masallardaki gibi gel zaman git zaman misali vakit hızlıca geçmiş, sohbetleri ilerlemişti. Asu, Salih'in geçmiş zamanının acılarıyla karşılaşmıştı bir gün, bir gün ise bambaşka bir derinlikte olan iç yaşamını görmüştü karşısında, bir başka gün söyleyebildiklerinin, içinden geçenlerin yalnızca bir kısmı olduğunu fark etmişti gözlerinden, diğer gün ise gözlerinin en içinden güldüğünü.
Salih, dükkana ilk geldiğinde kendisine toz kondurmayan bu kızın aslında içinde küçük bir kız çocuğuyla yaşamasına şahitlik etmişti zamanla, gülerken kısılıp kaybolan gözlerini izlemişti uzun uzun, bazen hiçbir şey yokken soğuk duvarlarıyla karşılaşmış bir şekilde bulmuştu kendisini, bazense onun nezdinde kendi görünmezliğini fark etmişti.
Bir gün, Salih yine görünmezken Asu'nun nezdinde, isyan etmişti Salih'in varlığı. "Ben de varım" demişti. "Senin yanında yer almak istiyorum" demişti. "Gönlüm var, yalnızca senin gönlünü görüyor" demişti ki Asu'nun isyanlarıyla karşılaşmıştı bu sefer. "Ben gözlerimle, sözlerimle kaç kere sana gel dedim, duymadın, görmedin" demişti.
Birbirinden habersiz iki sevdanın karşı karşıya gelişiyle katlanmıştı içlerindeki sevgi. Böyle böyle haberdar olmuştu birbirlerinden, daha çok tanımışlardı birbirlerini.
Bu güzel sevgi bir evlilikle, birlikte yaşamaya, yaşlanmaya dönüşmüştü sonradan. Asu bir devlet dairesinde çalışıyordu, Salih ise Muhammed abinin ölümüyle ona bıraktığı sahafta.
Muhammed abi, bir gün namaz kılarken dükkanda, secdede vefat etmişti. Salih Muhammed abinin uzun süre secdeden kalkmadığını fark ettiğinde önce korkmuş, ardından seslenmiş, ses alamayınca da Muhammed abiyi yüzünü çevirecek şekilde döndürmüştü. Anne ve babasının ölümünü kabullenemeyen Salih uzun bir aradan sonra ilk defa yine ölü bir bedene bakıyordu. Ölü bir beden, ama huzurlu, ama gülümsüyor. Salih, abisi bellediği adamın ölümünün güzelliğinden içi huzurlu bir şekilde gözünden gelen yaşları silmişti.
Bundan böyle mezarlık ziyaretlerine Muhammed abi de eklenmişti.
Sonraları, Muhammed abinin çocukları sahafın tüm işlerini Salih'e devretmişti; babalarının çok sevdiği işini, işin ehli birine vermek gerekir, diyerek.
...
Salih kahvaltı masasından kalkınca hızlıca üstünü değiştirmiş, Asu'nun en beğendiği kıyafetlerini giymişti. Mezarlığa doğru giderken yoldaki çiçekçiden renki renkli hüsnüyusuf fideleri almıştı. 3 yıl önce bugün, çok sevdiği karısını kaybetmişti. Son terk edişinden sonra, son vazgeçişinde.
"Yaş olmuş 58" dedi Salih, yavaş yavaş yürürken.
"Tüm sevdiklerim gitti, ben onların yanına gidemedim" dedi. İsyan ettiği korkusuna kapılınca tövbe istiğfar edip hüzünlü bir şekilde mezarlığa doğru ilerledi. Mezarlığin kapısına gelince; tüm yaşamı boyunca evi gibi bellediği, ancak hep kapısında misafir gibi bekleyen kendisi ile karşılaştı Salih. Sonra "ölümün de hayırlısı" diyerek açtı mezarlığın kapısını yüzünde beliren özlem dolu ifade ile.
İşte şimdi içerideydi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder