25 Haziran 2017 Pazar

Minuit à Ankara

Yazı yazmanın bir işçilik olduğunu düşündüğüm günlerdeyim.

Nazım Hikmet'i gördüm ilk önce. Hücresindeki küçük masasında, eşinin getirdiği uçlu kalemle yazıyordu. Onlarca kağıt buruşturulmuş. Onlarca kelimenin üstü çizilmiş, yenileri yazılmış kenarlarına, karmakarışık düşünceler yığılmış üst üste. Yalnız bir tanesi var ki yatağının üstünde duruyor. Birazdan postacıya verilmek üzere, eşine, biriciğine o günlerdeki, Pirayende'sine yazılmış. Özenle konduğu zarfın içinde, yatağın baş köşesinde iki sevgiliyi buluşturmayı bekliyor üzerindeki bir avuç kömürde. Arkadaşlarıyla konuşuyor yemek sırası beklerken, ya da avluda çayını yudumlarken. "Bu cümle durumu biraz yavanlaştırmış Nazım, hani şu geçen gün bana gösterdiğin bir tane vardı, onu koy buraya." diyor Kemal Tahir. Nazım "Olur." diyor. Biraz daha okuyor. Yeni bir şeyler, daha evrensel bir şeyler, herhangi bir şeyler arıyor ve okuyor, yazıyor, karalıyor, yırtıyor, siliyor, atıyor, yeniden yazıyor. Bazılarını seçiyor kenara koyuyor. "Bu oldu işte. Piraye'ye de okutmalıyım bunu."

Sonra İsmet Özel'i gördüm. Evindeki odasında biraz daha özgür görünüyordu o Nazım'a nazaran. Onu gören herkes, isterse elleri kelepçeliyken görsün onu boynu tasmalı, "Dünyanın en özgür adamı bu olmalı!" derdi ya farklı bir konu orası. Haftalardır tek bir şiir üzerinde çalışıyor o da. Sigarasının külü düşmek üzere, tablasında sessizce bekliyor, "Aman diyor, bana çatmasın da, ne yaparsa yapsın bu deli, isterse havaya içirsin beni". Önünde iki tuğla gibi kitap açık duruyor, birinin sayfaları arasına eğilmiş okuyor. Masanın geri kalanı kağıtlarla dolu, eskizler, eskizler... Beğenilmeyen, ama atılamayan, bir umutla tekrar tekrar okunan her gün... Ve bekliyor o da. Durmadan...

Rûya derseniz rûya, gerçek derseniz gerçek olan bu iki görüngü konuştu benimle ve tartıştık, olanca hararetimle haykırdım onlara, olabildiğimce açık ve seçik kelimelerimle:

Olmaz! Bana öyle geliyor ki ey görüngüler! Geçmişin tüm göz kamaştırıcılığıyla dolu, şu anın tüm bulanıklığından uzak olan siz! İnanıyor musunuz gerçekten ki bir şiir böyle çıkar ortaya? Olmaz! Nasıl olur da düşüncemin karıştığı bir şeyi şiir diye adlandırabilirim? Bana bunu anlatmak istiyor olamazsınız... Kirlidir diye öğrendim ben düşünceler. Onlar kalpten gelmez. Bozar tüm yüceliğini her şeyin. Düşünerek edilen bir dans mesela; ayaklarımı nereye koyacağımı hesaplamaya çalışırsam ne çıkar ki ortaya? Hesaplı bir aşka ne dersiniz? Bilemiyorum ey görüngüler! Bana olmaz şeylerden bahsediyorsunuz. Beni kandırmaya çalışıyorsunuz. Yanlış bir yerlere sürüklüyorsunuz beni, sevdadan uzak, ıssız bir yerlere.


Yalnız bırakın beni. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder