Yazı yazmanın bir işçilik
olduğunu düşündüğüm günlerdeyim.
Nazım Hikmet'i gördüm ilk önce. Hücresindeki
küçük masasında, eşinin getirdiği uçlu kalemle yazıyordu. Onlarca kağıt
buruşturulmuş. Onlarca kelimenin üstü çizilmiş, yenileri yazılmış kenarlarına, karmakarışık düşünceler yığılmış üst üste. Yalnız bir tanesi var ki yatağının
üstünde duruyor. Birazdan postacıya verilmek üzere, eşine, biriciğine o
günlerdeki, Pirayende'sine yazılmış. Özenle konduğu zarfın içinde, yatağın baş
köşesinde iki sevgiliyi buluşturmayı bekliyor üzerindeki bir avuç kömürde. Arkadaşlarıyla
konuşuyor yemek sırası beklerken, ya da avluda çayını yudumlarken. "Bu
cümle durumu biraz yavanlaştırmış Nazım, hani şu geçen gün bana gösterdiğin bir
tane vardı, onu koy buraya." diyor Kemal Tahir. Nazım "Olur."
diyor. Biraz daha okuyor. Yeni bir şeyler, daha evrensel bir şeyler, herhangi
bir şeyler arıyor ve okuyor, yazıyor, karalıyor, yırtıyor, siliyor, atıyor,
yeniden yazıyor. Bazılarını seçiyor kenara koyuyor. "Bu oldu işte.
Piraye'ye de okutmalıyım bunu."
Sonra İsmet Özel'i gördüm.
Evindeki odasında biraz daha özgür görünüyordu o Nazım'a nazaran. Onu gören
herkes, isterse elleri kelepçeliyken görsün onu boynu tasmalı, "Dünyanın
en özgür adamı bu olmalı!" derdi ya farklı bir konu orası. Haftalardır tek
bir şiir üzerinde çalışıyor o da. Sigarasının külü düşmek üzere, tablasında
sessizce bekliyor, "Aman diyor, bana çatmasın da, ne yaparsa yapsın bu
deli, isterse havaya içirsin beni". Önünde iki tuğla gibi kitap açık
duruyor, birinin sayfaları arasına eğilmiş okuyor. Masanın geri kalanı
kağıtlarla dolu, eskizler, eskizler... Beğenilmeyen, ama atılamayan, bir umutla
tekrar tekrar okunan her gün... Ve bekliyor o da. Durmadan...
Rûya derseniz rûya, gerçek
derseniz gerçek olan bu iki görüngü konuştu benimle ve tartıştık, olanca
hararetimle haykırdım onlara, olabildiğimce açık ve seçik kelimelerimle:
Olmaz! Bana öyle geliyor ki ey
görüngüler! Geçmişin tüm göz kamaştırıcılığıyla dolu, şu anın tüm
bulanıklığından uzak olan siz! İnanıyor musunuz gerçekten ki bir şiir böyle
çıkar ortaya? Olmaz! Nasıl olur da düşüncemin karıştığı bir şeyi şiir diye
adlandırabilirim? Bana bunu anlatmak istiyor olamazsınız... Kirlidir diye
öğrendim ben düşünceler. Onlar kalpten gelmez. Bozar tüm yüceliğini her şeyin.
Düşünerek edilen bir dans mesela; ayaklarımı nereye koyacağımı hesaplamaya
çalışırsam ne çıkar ki ortaya? Hesaplı bir aşka ne dersiniz? Bilemiyorum ey
görüngüler! Bana olmaz şeylerden bahsediyorsunuz. Beni kandırmaya
çalışıyorsunuz. Yanlış bir yerlere sürüklüyorsunuz beni, sevdadan uzak, ıssız
bir yerlere.
Yalnız bırakın beni.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder