21 Aralık 2016 Çarşamba

Tarih Yazıları-1 Milli Mücadele Döneminde Bir Aşk


Mektuplaşmak istemişimdir birisiyle hep. Mail, Whatsapp falan değil, harbi mektup-laşmak... Hayal etmişimdir.

Dakikalarca yazmak, bazen saatlerce... Zarfa yerleştirmek, küçük kuru bir yaprak iliştirmek belki zarfa adresle birlikte... Sonra beklemek... Gözlemek...

Ne bir mektup gönderdim hayatımda birine, ne de aldım. Nasıl gönderilir zamanımızda bir mektup, onu dahi bilmiyorum.

Cumhuriyet dönemini anlama çabam bir kitaba rastgetirdi beni. Milli Mücadele döneminde yaşamış iki sevgilinin mektuplarının derlendiği bir kitap: "Yakılmamış Mektuplar: Fatma Cevdet Hanım'dan İhsan Bey'e". Yalnızca Fatma Cevdet Hanım'ın mektupları kitapta yer almasına rağmen İhsan Bey'inkiler de az çok tahmin edilebiliyor okurken. İstanbul'da ikamet ediyor iki sevgili de. Fatma Cevdet Hanım haftada bir ya da iki kez İstanbul'a iniyor (Eskiden sur dışında oturan İstanbulluların sur içini kastederek kullandıkları tabir) piyano dersi için. O zamanlarda, önceden anlaşıp Galata Köprüsü'nün üstünde ve yahut vapurda 'bakışıyorlar' iki sevgili.

Peçesinin rengini yazıyor bir keresinde Fatma Hanım. İhsan Bey onu bu sefer tanıyabilsin, seçebilsin diğer kadınlar arasında diye.

Belki birkaç kere konuşma fırsatı bulabiliyorlar yüz yüze, hepsi kaçamak. Yalnız başına dışarı çıkamıyor ki Fatma Hanım, oturup boğazda balık ekmek yesinler beraber! Belki ileri sayfalarda kalabalıktan istifade bir iki kelam ediyorlar, o kadar. Yani en azından mektuplarda anlatılanlar o kadar.

Mektupların dili beklediğimden çok daha sade. Anlaşılan o ağdalı Osmanlı Türkçesi halkta pek görülmüyor.

Fatma Hanım devamlı "siz" diye hitap ediyor İhsan Bey'e. İsminin yanına bir sıfat ekleyecek olsa bunlar: aşkım, bitanem, tatlım, aşkitoşkom falan değil, en fazla "sevgilim" oluyor. (Tabi bunlar Fatma Hanım'ın mektupları... Kimse bana İhsan Bey'in, mektuplarında bu ifadelerin cılkını çıkartmadığını iddia edemez.)

Birçok mektup "selamlar" ya da "bâkî ihtiramlar" gibi saygı ifadeleriyle sonlandırılıyor. Tüm bunları okuyunca özeniyor insan böylesi sevmeye-sevilmeye. Alışık olmadığımız bir konumda duruyor iki sevgili birbirlerinin gözlerinde.

Aslında her şey böyle toz pembe gitmiyor mektuplarda. Hep çiçek böcek güzellik yok. İlk mektuptan itibaren Fatma Hanım'ın çeşit çeşit nazlarına, işvelerine, triplerine şahit oluyoruz. Her mektubunun yarısı İhsan Bey'i bir şeylerle suçlamakla geçiyor:

"Neden mektubu geç attınız?"

"Neden bu kadar kısa yazdınız?"

"Şu kelimenizle böyle mi demek istiyorsunuz bana?"

"Ben erkekleri bilirim, siz hep böyle değil misinizdir zaten!"

gibi...

Bunları okurken sanki bir arkadaşımın, sevgilisiyle olan bir günlük Whatsapp konuşmasını okuyor gibi oluyorum. Tek fark isimler, kelimeler, tarihler...

Durmaksızın mektuplaşıyorlar. Bu toprakların belki de en kırılgan döneminde onlar da kırılgan bir oyun oynuyorlar aralarında. Boğazdan geçen düşman gemilerine bakarak yazdıkları kelimelere karışıyor gözyaşları.

Dokunmadan, öpmeden...

Uzaktan, usulca...

Belki gözlerinin derinine hiç bakmamış olarak birbirlerinin...

Harflerle, mürekkeple, kağıtla, mumla...

Sessizce seviyorlar birbirlerini.

Gece, odasında gizli gizli yazıyor Fatma Hanım mektuplarını. Bazen sonlandırmak zorunda kaldığını, birisinin gelmekte olduğunu yazıyor.   

Sonrası, daim sükût oluyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder