5 Haziran 2020 Cuma

Eti Hoşbeş Reklamı

Burak evindedir. Odasında yatağa uzanmış bir halde tavanı izliyordur. Gözleri kapanmak üzereyken telefonundan bir bildirim ve titreme sesi gelir. Telefona doğru döner. Zira titreşim sesleri arasındaki boşluğun uzun mu yoksa kısa mı olduğunu fark edememiştir. Merakını telefon ekranı üzerindeki bildirim ışığı giderir: Açık mavi. Belki de beyaz. Hangi renk olduğuna dair ihtilaf içerisinde kalmıştır hep. 


Kalp atışları bir tık artar. (Tıpkı o gün gibi. Sakin ol) Telefonu eline alır. Mesaj O'ndandır. Kilidi açar, mesaja tıklar. 

"Napıyosun?"

Bunun ne demek olduğunu biliyormuş gibi, suratında aptal bir gülümseme belirir. 

"Oturuyorum, sen napıyosun?"

Görüldü. Yazıyor. Kalp atışları hızlanıyor. Sakin ol 

"Ben de işten çıkıyorum şimdi. Müsaitsen görüşelim mi?"

Şimdiyse gülerken dişleri gözüküyor. 

"Tabi. Kaç dakikaya burada olurns?"  Yanlış yazdı. "Olursun*"

"20"

"Tamamdır görüşürüz"

Burak telefonu yatağa bırakır. Havlusunu ve baksırını kaptığı gibi odasını terk eder. Birkaç saniye sonra geri gelir ve yatağa bıraktığı telefonunu alır. Çünkü o müziksiz duş alamaz.

Müzikleri arasından "My Tunnels Are Long And Dark These Days"i seçer. 




Müzik başladığında duş başlığından yavaş çekimde sular fışkırır. Saçlarını kurutur, sakallarını keser, dişlerini fırçalar, üzerine şık kıyafetler giyinir. Dış görünüşünden memnun bir şekilde aynaya bakarken telefondan bildirim sesi gelir. 

"Geldim. Yokuşun ordayım."

"2 dkye geliyrum."

Görüldü. Mesaj beğenildi.

Telefonunu cebine koyar. Kütüphanenin yanındaki siyah şemsiyeyi alır. Ardından kütüphanesinin alt rafında duran iki tane vişneli hoşbeşi alır ve odasını terk eder. 

Yokuşun başında O'nu görür. O da Burak'ı gördüğü anda, muntazam dudaklarında hafif bir gülümseme belirir. Bu sırada yağmur başlar. Şemsiyeyi açtığında ikisi aynı şemsiyenin altındadır. Sarılırlar. Sımsıkı. 

O haldeyken

"Sana bir şey getirdim" 

der Burak. O geri çekilir. Burak montunun cebine elini atar ve iki paket Eti Hoşbeş Vişneli çıkartır.

"Bana mı aldın?"

Burak evet der gibi başını sallar. O hoşbeşleri eline alır.

"Teşekkür ederim."

"Ne demek."

Kısa bir duraksama. Gülümserken bakışlarını kaçırma. 

"Nereye doğru gidelim"

O eliyle bir yönü işaret eder. Beraber, aynı şemsiyenin altında o tarafa doğru yürürler.

Büyük bir parka (Anıtkabir'e giden yoldaki büyük park gibi) gelmişlerdir. Yürümeye devam ettiklerinde görüş açılarına çember şeklinde dizilmiş, önleri birbirine dönmüş klasik araçlar girer. Bunu ilk O fark eder. Zira Burak'ın gözleri uzağı pek iyi görmüyordur. Görse bile, gözünü O'ndan alamıyordur.

"Araba mı şunlar?"

"Öyle gibi."

"Klasik arabalar"

"Bakalım neymiş"

Çemberi yararak merkezine doğru ilerler. O arabaları inceleye inceleye yürüyorken, Burak O'na doğru bakıyordur. 

Merkeze vardıklarında Burak duraksar. O ise bunu fark etmeyip birkaç adım daha atar. Islandığını anladığında O da duraksar.

"Sana bir şey itiraf etmem gerekiyor."

O'nun yüzüne önce bir şaşkınlık oturur.

"Bana mı?"

Burak onaylar gibi başını sallarken, hafiften uzanıp elinden tutar ve O'nu kendine doğru çeker. Birbirlerinin nefeslerini hissedebilecek yakınlıktadırlar.

O'nun yüzüne endişe ve merak hakimdir.

"Aslında ben sana..."

Şemsiyeyi indirir, yere bırakır.

"Üç tane Hoşbeş almıştım. Fakat dün Taha ile dayanamadık, benim aklıma girdi, birisini yedim. Beni affedebilecek misin?"

O'nun yanakları kızarırken, yüzündeki endişe silinir. Hıçkırıkvari bir gülücük ağzından kaçar. Sonra da evet der gibi başını sallar. 

Bunun üzerine Burak, başını biraz daha yaklaştırır. Yaklaştıkça göz kapakları kapanır. Dudakları O'nunkilerle kenetlenmek için hafiften aralanır. Birbirlerine hiç olmadıkları kadar yakın...

Parkı aydınlatan devasa stadyum ışıkları bir anda patlar. Müzik durur. Ortalık karanlığa gömülürken ışıktan yere doğru kıvılcımlar saçılır. 

Kıvılcımlar O'nun üzerine varmadan yok olurken, yüzü belli belirsiz aydınlanır. Farklı bir şeyler vardır. Yıldız tozunu yüzüne sürmüş gibi parlayan göz altları...

Muazzam sessizlik ve karanlıktan bize ulaşan tek şey Burak'ın hızlı atan kalbinin sebep olduğu sık aldığı nefes alışverişlerin sesidir.

Derken etrafındaki arabaların farları yanar. Ortalık aydınlanır. Müzik arabaların içinden senkronize bir şekilde çalmaya devam eder. 

Kar yağıyordur. 

O'nu görür. Beyaz bir Cadillac'ın kaputuna oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştır. Üzerinde bacağı yırtmaçlı, göğsü dekolteli vişne çürüğü bir elbise vardır. Elbisenin üzerindeki yalımlar gibi kıvrılarak parlak bir desen oluşturmuş taşlar gözlerini alır. 

Saçları arkada toplanmış, kakülleri alnını kapatmış, dudakları ise insanı kendine çeken bir şekilde mühürlenmiş bir halde doğrulur. Burak'ın şemsiyesi artık onun yanındadır. Şemsiyeyi kavrar. Açar. Patenini ileri doğru savurur.

O an Burak bir buz pateni pistinin üzerinde olduğu anlar. Üzerinde smokin vardır. Bir anlığına dengesini kaybeder. Düşecek gibiyken O yanına varır. Bir eliyle şemsiyeyi tutarken, diğer eliyle elini tutar. Burak da O'nu belinden kavrar.

Burak'ı buz pistinin üstünde dans ederek oradan oraya sürüklerken, bir anda elini bırakıverir. Burak kontrolsüz bir şekilde sürüklenirken kenarda duran arabalardan birinin farına çarpar. 

Far kırılır ve ışığı söner. Müzik bir anlığına kesiliyormuş gibi olur, çizik bir plak gibi rahatsız edici bir ses çıkartırken parça tökezler, yavaşlar ve duraksar. 

Burak ne olduğunu anlayamamış gibi bir anlığına kalakalır. Kırılan fardan çıkan cam parçalarından biri  karnına saplanmıştır. Cam parçasını tutar ve çıkarır. Karnından sızan kanlar gömleğine yayılır.  

Yüzü acı yüzünden ekşirken, arabanın kaputundan tutunarak doğrulur. O'na bakar. O gülümser. Gözünden bir damla yaş akar. O yaş donar, kristalleşir, parlar. Şemsiyeyi kaldırmaya başlar.

Kaldırdığı şemsiye gülüşünü kapatırken gördüğü son şey kaz ayaklarıdır. Gölgesi şemsiyenin üzerine vurur.

Burak O'na doğru atılır. Müzik yavaş ve hantal bir halde başlar, dengesiz bir şekilde buzun üzerinde ilerlerken gittikçe hızlanır. Hızlandıkça müzik de normal haline yaklaşır ve sonunda düzgün bir şekilde çalmaya devam eder. 

Burak elini uzatır. Eli şemsiyeye gittikçe yaklaşır. Tam değmek üzereyken şemsiye bir anda yolundan çekilir.

Işıklar söner. Müzik kesilir. Duyduğumuz tek şey hafif bir rüzgar sesi ve patenlerin kızağının buza sürtünürkenki çıkarttığı sestir. 

Kısa bir süre sonra ilerisinde bir spot ışığı yanar. Işığa yakınlaştığında bir alanı aydınlattığını fark eder. Duramayacağı bir noktaya geldiğinde ise bir alanı değil, bir deliği aydınlattığını görür. Durmak ister gibi çırpınsa da başarısız olur. 

Deliğe düşer. Müzik 3:14'ten devam eder.

Suyun tabanına doğru sırt üstü süzülmeye başlar.

Süzülür, süzülür süzülür...

Bir süre sonra zemini görürüz. Zemini loş bir masa lambası aydınlatıyordur. Masanın yanında bir kütüphane vardır. Kütüphanenin karşısında da bir yatak. 

Burak tabana doğru süzülmeye devam ederken yavaşça yatağın üzerine konar. Ayağının ucundaki yorgan yavaşça üstünü örter. Masa lambasının ışığı seri bir şekilde gidip gelirken, müzik sona yaklaşır. 

Burak hafifçe gülümserken, ağzından son bir hava baloncuğu çıkar. Müzik sona erer. Masa lambası söner. Karanlık.

Görüntü gelir. Mesaj bildirim sesi ile gözleri açar. 

Burak yatakta, kulağında kulaklıkla uyuya kalmıştır. Telefonuna uzanır, arkadaşından mesaj gelmiştir.

"Oyuna girelim mi?"

Okundu olarak işaretle.

Telefonu yere bırakırken kitaplığın en alt rafına bakar. İki tane vişneli hoşbeş rafta tozlanıyordur. Bir anlığına bakakalır.
Ardından telefonu yere bırakır, sırtını kütüphaneye döner ve uyumaya devam eder.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder