10 Mart 2018 Cumartesi

Kediler Mutluymuş Bazı Sokaklarda

Sokaklar damarları çirkin ya da güzel şehirlerin. Sokaklar tini, bilinmezi, çıkmazı evlerin. Sen köşe başısın bir sokağın. Ne kavgalar ne mutluluklar ne kederler saklıyorsun bilinmez. Gergin iplerine serilmiş düzensiz çamaşırlar, soluk ve gri. Sokağının çocukları y kuşağı. Huzursuz senin kedilerin, sert geçecek kışın telaşındalar. İnsanın merhameti oyulmuş okşayışına, bencilliğine, nankörlüğüne aşinalar. Acının bağrına basıp, binlerce çığlığa kulak tıkayıp geçmişlikleri var.
Sen bilmiyorsun, kediler biliyor.


Yürümenin hazzı öyle yoğun ki acısını bile unutuyor insan yürürken senin sokağını. Yanımdan akan yaşamları izliyorum. Kokusundan biliyorum artık iyiliği, bakışlarıyla aldatan binlerce maskenin ardını görüyorum. Ama ne de olsa bir türlü elleriyle yalan söyleyemezmiş gibi geliyor insan. İnsanları önce ellerinden tanıyorum. Öyle çok parmak izi duruyor ki duvarımda, kimisi derin, kimisi yüz tutmuş kaybolmaya.
 "Ellerin bir martı telaşlı ve ürkek" diyor şarkı.
Ellerinin ayazından binlerce yanık, hatıra tenimde.
Bozkırın sert geçen kışı ellerin.

İşte senin köşe başında tütün sarıyor yıllanmış bir el. İvedilikle yapıyor işini. Kirli biraz elleri, çirkin tırnakları. Ama kendine has bir zarafeti var, şarkı söyler yahut dans eder gibi sarıyor.
Belki Chopin eşlik ediyor bir adım gerisinde, hayatının fonunda ona. Kim bilir?
Belli aralıklarla kaldırıp başını, bakınıyor. Onca vicdanın küflenmiş kokusunu aldığından mıdır bilmem, burnunu kırıştırıyor memnuniyetsiz ifadelerle. Nefret ediyor belki insanlardan, bu yüzden hem zehirleyip hem paralarını alıyor onların. Bir gözü hep toprağa dönük. Uzak köyleri düşlüyor belki bakarken, ölümü belki korkarak ya da sevecen bir kadının gülüşünü. Ama neyse zihninin dehlizlerindeki, ona dönüşüyor yaşadığı, sustuğu, kaçtığı. Hem insan biraz da düşündükleridir, yaşam biraz da zihninin tabanında hantal adımlarla sürüklemektir bacaklarını. Değil mi?

Sokaklar damarları çirkin ya da güzel şehirlerin. Sokaklar tini, bilinmezi, çıkmazı evlerin. Sen köşe başısın bir sokağın.
Zulmetler eteklerine yapışmış, ağlamak gururunu incitiyor hala. Çocukluğunun evine kirli ayaklarıyla basmış insanlar. Hor görülmenin, mümkün olduğu kadar sevilmemenin soğuğu titretiyor çocuk kalbini. Yumruğunu sıktıkça ne küçük kalbim var diyorsun, halbuki babanın yumruğu ne geniş ne büyüktü. Babanın kalbinde karıncalardan fillere kadar, kainatın tümü nefes alırdı sanki. Babanın kalbinde sendelerdi adımların, yumuşak bir merhamete düşerdin de hiç kanamazdı dizlerin.
Babanın kalbini de kederlerle yıkadılar, artık düşme, sımsıkı tut onu kollarından.

Sen ikindi vaktine yetiştin dünyanın. Kirini bulaştırmak için kalkan binlerce elin, paçalarından irin akan insanların, güzelliğine uzanan hadsiz dillerin, mide bulandırıcı bir çağın orta yerinden; içine, kabuğuna çekile çekile geçiyorsun. Yalnızca yürümenin bile sessiz bir başkaldırı olduğunu bilerek, yürüyorsun. Şimdi biraz ürkek adımların, şimdi kararlı ve emin. Korku senin de dizlerini titretiyor. Çok küçüksün henüz. Bir virüs gibi yayılmasın diye kesip atıyorsun bacaklarını korkunun. Hasretin çoğu kez kekremsi fakat haz veren bir tadı olduğu o güzel dönemi yaşamak istiyorsun doyasıya. Nefretle bilenmiş bıçaklar koparıyor hayatından insanları, şaşıyor aklın. Mümkün olsa tutup kendi karnına saplarsın hepsini. Yeter ki dursunlar yeter ki unutsunlar diye kanatmayı.
Hangi acıya dokunsan, hallaç pamuğu gibi dağılıyor inancın.
Caddelerde akıp giden umarsız bir telaş var. Bunlar da düşünüyor mu acaba diyorsun içinden. Bunlar ne acılar çektiler de kaskatı bakıyorlar birbirlerine ve aynalarda kendilerine? Bunlar, ortaya çıkacağını hiç ummadıkları yalanları söylerken birbirlerine, en çok gözleri ve çelikten sesleriyle, utancın kızılı nasıl yakmıyor tenlerini?
Hayatlarına derince geçirilmiş tırnakların izi, hiç beklemedikleri anlarda çarpıyor mu gözlerine? Yaralarında şöyle bir dolaştırıp avuç içlerini, sızıyı okşuyorlar mı çıldırtan bir sakinlikle?

Senin sokağının sakinlerinden bahsediyorum. Üzerlerine oturmayan yahut bedenlerini sığdıramadıkları elbiseleri ne zaman çıkaracaklar? Ne zaman bir delirmişlikle yırtacaklar kumaşları?
Ben hoyrat bir gençliğim, hepsinin yerine atıyorum çığlıklarımı ama yetmiyor. O kumaşları değil, kulaklarını kesiyorlar. Hissetmeden acıyı, vicdan yükünden kurtulmak için büyük bir iştiyakla kesiyorlar hem. Dillerini kesiyorlar, suskunluğun utancından kurtulmak için. "Bak konuşmadım, haykırmadım, çünkü yok benim dilim" diyebilmek için. Onların yerine de haykırdığım zamanlardan kalma bedeller var, ödüyorum. Onların yerine de haykıranların sesi tarihin acı sıcağında eriyor günden güne. Bilgelik zamanları geçti, başka bir devir bu. Bilmemek daha yüce, bilmemek kesip atıyor sorumluluk çuvallarını. Binlerce yürekli hamal tanıyorum, kamburu çıkmış sırtları bile dimdik duruyor sanki. Biliyorlar, katmerli acıları taşıyorlar her gün yüreklerinde ve sorumlulukları sırtlarında.

Sokaklar damarları çirkin ya da güzel şehirlerin. Sokaklar tini, bilinmezi, çıkmazı evlerin. Sen köşe başısın bir sokağın.
Ben cılız ışığıyım.
Ürkek aşıklarını, korkularını, kabuslarını, düşlerini, iklimini gördüm.
Aydınlığımda öper bir kız oğlanı, aydınlığımda evlerine döner insanlar, aydınlığımda yapılır kirli pazarlıklar.
Ama elbet bir gün, kentsel zorbalıklara kurban gideceğiz seninle.
Ruhsuz kepçenin biri talan edecek sokağımızı.
Üzülme, hiç değilse kanlarımız birbirine karışır. Sonra belki bir çocuk basar üzerimize, bambaşka bir sokağa taşır bizi.
Hem kediler mutluymuş bazı sokaklarda, bir serçe fısıldadı bu sabah.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder