Merhabalar.
Nerden başlayacağımı bilmiyorum yine. Kimseye olmadığım
kadar kendime önyargılıyım yine. “Yine”lere sığınmışım yine.
…
Size bir hikâye anlatmak için aldım bilgisayarı elime.
Hikâye nerde başlamış, bunu sorgulayan bir kızın hikâyesi. Bitmiyor sormaları,
canını acıtıyor, ama bitmiyor.
Yıllar evvel kulaklığı kulağıma takıp evrene meydan okuyan
bir kızdım. Odamda iki yatak vardı, birine kızıp diğerine yatardım mesela. Ama
hiç çıkmazdım o odadan. Tüm hayallerim, bana göre kir olan tüm şiirlerim, gerçeklikten
o denli uzak olduğu için küçümsediğim insan o odadaydı çünkü. O yüzden ne
çıkardım o odadan ne de kimseyi alırdım gerçekten içeri. Müziklerim doldururdu
odamı, yüzlerce kez yıkılsa da sabırla yeniden inşa ettiğim hayallerimi. Bir
şarkıya takılır, uzunca bir süre ondan başka şarkı dinlemezdim; çünkü bir hayali
olurdu o şarkının, o hayali o şarkıyla büyütürdüm. O hayal yıkıldığında ise bir
daha hiç dinlemezdim o şarkıyı. Olur da bir yerlerde duyarsam da o hayalim
gözümün önüne gelirdi ve yeniden yıkılırdım. Böyle geçti o günler. Ardımda
“kırık şarkılar” bırakarak…
Sonra dışarda bir dünya olduğunu gördüm. Tramvaya bindikçe
dışarıyı sevdim. Hayallerim tramvayda canlanıyordu sanki. Gülmeyin. Gülmemeniz
için bir neden yok evet. Şu an ben bile gülüyorum. Tamam, doluyken can sıkıcı
oluyordu ama boşken hayallerime ev sahipliği yapardı o tramvaylar. Tramvaylarla benim aramda
özel bir bağ vardı. Ne olduğunu sonradan anladım. Beni “keşfettiriyordu”
tramvay, içimdeki keşfetme arzusunu dışarı çıkarıyordu. İçimdeki gitmeleri
gerçekleştiriyordum tramvayla. Böyle başladı işte bu kızın gitmeleri. Sonra ne
zaman kafası bozulsa gider oldu. Giden şarkılar dinlemeye başladı. Fiziksel
olarak gidemiyorsa gözleriyle gitti; gözlerini kaçıramıyorsa zihniyle gitti,
kalbiyle gitti. Hep bir yerlere gidiyor oluşumdan, kaşlarımın bu tedirgin
duruşu. Biriyle konuşurken yüzümün saçma sapan şekiller alması, aklımın
gidikliğinden.
Biraz daha zaman geçti. Güzel insanlar tanıdım, güzel
kitaplar okudum. Gitmenin bir amaç değil araç olduğunu duydum, öğrendim,
anladım; onu öyle kabullendim, öyle istedim. Daha da büyüdü içimde gitme
arzusu. Aşkı bulmuştum, ona ulaşmak için gitmeliydim. Hayatımda ilk kez bir şeyi
böyle derin istedim, böyle içten. Olacağına inandım, ümit ettim. Çalıştım.
Yaşamamın bir anlamı vardı. Gitmek için, daha uzağa gitmek için yaşamalıydım.
Yaşama tutundum, sarıldım. Benim gibi bir arkadaş buldum kendime. Beraber
hayaller kuruyorduk, beraber gidiyorduk uzaklara hayallerimizde. Böyle
geçiyordu günler. Güzel insanlar tanıyıp onlarla büyütüyordum hayallerimi. Neyi
istemiştik de vermemişti ki! Çok yaklaşmıştım hayallerime. Herkese, her şeye
rağmen son bir düzlük kalmıştı hani. Aşka koşuyordum ben, kimse umrumda
değildi.
Sonra bir şeyler oldu. Bir şeyler işte. Ne olduğunu
sormayın, ben de bilmiyorum. Hayat, izin vermedi gitmeme. “Vardır bir hayır”
dedim ama… Âşık olduğum şehre geldikten sonra daha büyük bir aşkın peşinden
gidecektim ben. Şiirler yazdığım şehri arkamda bırakmayı göze almıştım. Ama
olmadı işte. Yeterince istememişim demek ki. Güzel insanlar hayallerinin
peşinden gitti, ben kaldım. Kalmayı ihanet sayıyordum ama ben kaldım. Öyle bir
kaldım ki o kalış, içimdeki bütün gidişleri öldürdü. Âşık olduğum şehirde
olmam, çok meraklısı olduğum keşifler yapıyor olmam bile mutlu edemedi beni.
Yürümek… başımı alıp yürümek… kimseye hesap vermeden… ancak acımı unutturuyordu
bana. Ne zaman güzel insanlar görsem yine gözlerim doluyordu, “ben güzel insanlara
ihanet etmiştim.”
Zaman, ilk büyük yarama merhem oluyordu. Bir yandan zamanla
öldürüyordu beni, bir yandan yeni bir ben yaratıyordu. Alışamamıştım yeni
“ben”e, alışmak istemiyordum. Eskisine de dönemezdim çünkü ihanet etmişti o.
Arada kalmıştım. Çıkamıyordum. Öyle yıprattı ki bu arada kalmışlık beni, çıkmaya
ne cesaretim kalmıştı ne gücüm… Oluruna bırakmıştım beni, ne halim vardıysa
görüyordum.
Bir gün bir bilet geldi elime. Gidiyordum. Hani bir zamanlar
çok meraklısı olduğum o gitmek. İnanmadım. Üzerine hayaller kurmadım. Çünkü ömürlük hayalim suya düştüğünden beri hayal kurmuyordum. Aksine canımı acıtıyordu gitmek fikri.
Çünkü incinmiştim bir kez, küsmüştüm. Bir gün, çok sonradan tanıdığım güzel
insanlardan biri gideceğimi duyunca “çokların hayal
ettiğine sahipsin kıymetini bil” dedi. Gitmemin hangi kısmı için bunu söylemişti
bilmiyorum. Evet, çokların hayal ettiği. Benim de bir zamanlar hayal ettiğim.
Ama şimdi hayalinden bile ürktüğüm. O zaman bunu anlatmadım tabi ona. Uzun
hikâyeydi çünkü, bitmek bilmezdi. Ama duyduğum andan beri aklımı kurcalayıp
duruyor. Ankara’dan ayrılırken, uçakta, inince… Saçma sapan yerlerde anlamsızca
aklıma düşüyor bu söylediği. Neydi çokların hayal ettiği? Gitmek mi? Nereye? Tam olarak
nereye? Neden oraya? Ya da neden gitmek? Olduğumuz yerde bizi mutlu etmeyen ne
var?
Gitmenin amacıydı benim için
önemli olan. Yıllar evvel hayalinden yerimde duramadığım gitmenin, amacıydı onu
kutsal kılan. Ben o amacı kaybetmiştim. O yüzden şu an, benim için gitmek, bir şehre
daha elveda demekten öte değildi. Zar zor sevdiğim, alıştığım insanları,
mekanları bırakmaktan fazlası değildi yaptığım… bir şekilde, bir parça hayalini kurduğum
geleceğin basit bir yıkımıydı sadece.
Bir kez daha yıkılıyordum. Bir
enkaz ne kadar daha canlı kalabilir, göstermek için dünyaya…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder