30 Nisan 2015 Perşembe

7 Gün-Bölüm 7(Final)

Not: Bu hikayenin ilk beş bölümünü karışık şekilde okuyabilirsiniz. Hikayenin gidişatını herhangi bir şekilde etkilemez. Ama 6. ve 7. bölümleri sırayla okuyunuz.

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6



1425. Gün Saat 9:00

"Hayatım! Kahvaltı hazır! Kalk artık!" Gözlerini açtı. İlk karşılaştığı şey beyaz tavandı. Sağ tarafına bakmaksızın komidinin üstünde bir şeyleri aradı eliyle. Sonunda ulaştı. Telefon kilidini açtı, saate baktı, saat 9'du. Bir anda doğruldu. Yatağın yanında duran terlikleri giydi ve lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkadı. Tam çıkacaktı ki aynaya son defa baktı. Sakalları fazla mı uzundu? Hızlı bir şekilde traş oldu. Tekrardan yatak odasına gitti, dolabı açtı. Siyah takım elbisesini ve beyaz gömleğini giydi. Kravatta kararsız kalmıştı. Yüksek sesle "Hayatım! Siyah takım ve beyaz gömleğe kırmızı kravat mı yoksa siyah kravat mı giyiyim?" "Mavi giy! Gözlerinle güzel gider!" İkisini de bırakıp mavi kravatı aldı, gömleğin üzerine tuttu. Güzel durmuştu. Kravatı bağlamadan boynuna astı. Aşağı doğru indi. "Günaydın!" "Günaydın Baba" "Günaydın Babacım!" "Günaydın Canım" Eşi kravatını bağladı, "Bu kadar yakışıklı olmana gerek yok bence ya" "Bir annem bir de sen, bana yakışıklı diye diye şımarttınız. Hayır anlamıyorum gözleriniz de sağlıklı aslında" Eşini alnından öptü. Sofraya oturdu. Eşi sırayla herkese servis yaptı. "Baba" "Efendim oğlum" "Bir oyun çıktı da, çok manyak bir şey..." "Durmadan bir oyun çıkıyor zaten" "Bu oyun farklı baba" "Neymiş adı" "Gta VII" "Ooo Gta candır, gençken  az mı oynadık. Al da beraber oynayalım" "Tam onu diyecektim işte, param yok" "Senin harçlıkların nerelere gidiyor oğlum" "Gidiyor işte baba ya" "Tamam veririm gitmeden" "Şu çocuğa oyun alması için para verme ya, sonra başından kalkmıyor, yüzünü göremiyoruz" diye sitem etti Eşi. "Ya anne sizinle boş boş televizyon mu izliyim ne yapayım?" "Ben de yeni Barbie bebek istiyorum o zaman!" diye atıldı kızı. "Tamam sana da yeni Barbie bebek alırız" "Yaşasın!" Saatine baktı, çıkması gerekiyordu. "Ben çıkıyorum hayatım, eline sağlık" "Bir şey yemedin ki" "Geç kalacağım" "Tamam o zaman, akşam görüşürüz" Çantasını aldı, ceketini giydi, tam kapıdan çıkarken eşi seslendi "Burak!" "Efendim Yeşimcim" "Akşama ne istersin" "Sen ne istersen, fark etmez bana" "İstediğin bir şey söyle ya" "Tavuk yap" "Tamam canım, kolay gelsin" "Sana da canısı" Kapıyı kapattı, koşar adımlarla arabaya doğru ilerledi. Geç kalacaktı.
 Eksi 138. Gün Saat 14:41
 Patron, elindeki bir kaç dosya ile Yiğit'e doğru yaklaşıyordu. Yiğit dosyaları görünce yine karaları bağladı, hayattan biraz daha soğudu, patronun meymenetsiz tipine yine küfür etti ve en sonunda gülümsedi. "Yiğit! Bu dosyalar akşama kadar bitmiş olsun, acil bak!" "Tamam efendim" Patron sağa doğru döndü ve bağırdı. "Kızım! Bana bi kahve getir!" "Tabi efendim" Patron arkasını dönünce gülümsemesi hızlı bir şekilde yüzünden kayboldu. Oflaya puflaya ilk dosyayı önüne aldı, açtı. "Noldu, yine surat beş karış" "Başım ağrıyor ya" "Ne zaman sorsam başın ağrıyor oğlum. Bak bi nöroloğa falan git ciddi bir şey çıkmasın? Benim bir doktor tanıdığım var ona sorabilirim iyi bir nörolog?" "Yok be oğlum, ağrıyıp geçiyor" "İyi sen bilirsin. Baş ağrısından başka bir şey yok yani?" "Bilmem, sence ne var başka?" diyip başıyla dosyaları işaret etti. "Üç beş dosya be oğlum, her gün yaptığın şey" "Faruk dalga geçicek vakit değil gerçekten" "Yiğido bir şey diyim mi sana, ben senin yüzünü hiç gülerken görmedim şu ofiste yea" Duraksadı, ileriye doğru baktı. Gülerek. "Pardon, yengeye bakarken gülümsüyor biraz, o bile buruk bir gülümseme ama" "Allah aşkına, her gün sabahın 9'unda buraya gelip aynı şeyleri yaparak, bilgisayar karşısında Excel'e veri girerek, nasıl mutlu olmamı bekliyorsun? Mutlu olunacak ne var bunda?" "Genelleme oğlum, herkes senin gibi mızmızlanmıyor bunu yaparken. Bak bana, ben gayet memnunum hayatımdan" "Nasıl memnunsun abi ya?!" "Herkes senin gibi düşünmek zorunda mı len? Hem madem bu kadar söylenecektin, başka bir şey olsaydın, istediğin şeyi, silah zoruyla mı seni burada çalıştırttılar?" "Başka şansım yoktu" "Ne demek başka şansın yoktu" "Ya bak. Anlatacağım ama dalga falan geçmek yok" "Niye dalga geçeyim oğlum manyak mısın?" "Tamam. Şimdi..." Esma'ya doğru baktı, sonra tekrar Faruk'a baktı, "Bildiğin üzere çizim yapıyorum." Faruk güldü "Yakaladığım üzere, evet" Yiğit de güldü "Evet, yakaladığın üzere. Yani kendimi övmek gibi algılama ama fena da çizmiyorum" "Dehşet çiziyorsun oğlum ne fenası" "Her neyse işte fena çizmiyorum. Küçüklükten beri çiziyorum, ilkokuldan beri. Biraz da yeteneğim var sanırım, bilmiyorum." "Amma yağladın kendini he" "Ya cidden kendimi övmek için demiyorum..." "Ya takılıyorum sen devam et" "Her neyse, ben işte baya ciddileştim lisede bu çizim olayında. Kitaplar okudum falan, teknik şeyler öğrendim. Her gün çizmeye başladım neredeyse. Zamanla dersleri falan da takmamaya başladım, varım yoğum çizim yapmak oldu. Amacım üniversitede yetenek bursu alıp güzel sanatlar okumaktı, daha sonrasında da ressam olmak" "Ee, nasıl mavi klasörler karşısında sonlandı her şey?" "Dur oğlum anlatıyorum işte" "Tamam pardon" "Kafamdakini aileme açtığımda bana hayal dünyasında yaşadığımı söylediler. Resim yapmanın karın doyurmayacağını, verdiğim örneklerin de milyonda bir olduğunu söylediler" Duraksadı, "Biraz haklılar tabi. Ama kendime güveniyordum. Bir de durumumuz pek iyi değildi, garanti bir geleceğim olsun istiyorlardı. Ama dediğim gibi, kendime güveniyordum" "Sonra?" "Sonrasında ne yapsam da onları ikna edemedim. En sonunda sayısaldan girdim işte sınava, sonra burada buldum kendimi" "Ve bulunduğun yerden memnun değilsin, öyle mi?" "Şunu anladım ki, aldığın her kararda bir risk var aslında, maddi olsun, manevi olsun. Ailemin kastettiği şey maddi riskti. Evet, şu an o risk ortadan kalktı, para kazanıyorum, ülke şartlarına göre oldukça iyi bir para, ama mutlu değilim. Yaptığım işi sevmiyorum, huzursuzum" "Yani?" "Yani aldığın kararlarda mutlu olmama riskin de var ve ben şu an mutlu değilim. Yani bence, mutlu olmak para kazanmaktan daha önemli" "O zaman mutlu olacağın şeyi yap" "Öyle olmuyor işte" "Neden olmasın ki, söylediğin gibi risk alacaksın ve yapacaksın" "Bilmiyorum, her şey için geç gibi geliyor" "Hiç bir şey için geç değildir, ertesi gün ölecek olsan bile"
1425. Gün Saat 9:52
Burak, 45 yaşında, iki çocuk babası, mutlu bir aile ortamına ve başarılı bir kariyere sahip bir adamdı. Ressam, ayrıca sanat eleştirmeniydi. Tek bir cümlesiyle bir ressamın bütün kariyerini sonlandırabilir, ya da kariyerinde zirve yapmasını sağlayabilirdi. Ressamlar ondan hem korkar, hem de saygı duyarlardı. Her galeriye gitmez, her resmi incelemez, yorumlamazdı. Yorumları da oldukça tutarlı, mantıklı ve eleştirel yönden başarılı yorumlardı. Bugün, her zamanki gibi yine bir resim galerisine gidiyordu. Ama bugün diğer günlerden biraz daha merak dolu, biraz daha heyecan vericiydi. Yavaşladı, galeriye gelmişti. Kalabalığı görünce merakı daha da arttı. İlgi büyüktü. Kapıya geldi, arabayı durdurdu. İner inmez, flaşlar patlamaya başladı. Basının ilgisi oldukça fazlaydı, bu kadar flaşın yüzünde patlayacağını tahmin etmemişti. Hiç birine cevap vermeden hızlı bir şekilde içeri girdi. Kendini  büyük ve ihtişamlı bir sergi salonunda buldu. İçerisi oldukça kalabalıktı. Bazı insanlar küçük gruplar halinde tabloların önünde, tabloya bakarak bir şeyler konuşuyordu. Bazıları da kendi başına, düşüncelere dalmış bir şekilde tabloları inceliyordu. Onu gören insanlar yanındakine doğru bir şeyler fısıldıyor, yanındakinin de dikkatini ona doğru çekiyordu. Burak insanların hiçbiriyle ilgilenmedi. Yavaş yavaş tabloları inceleye inceleye ilerledi. Tablolar, beklentisinin çok daha üzerindeydi. Kendi gençliğindeki çalışmalarından  bile daha başarılı çalışmalar ile karşı karşıya hissetti. Uzun zamadan beri bir eseri incelerken kalp atışları değişmemişti, kafası bu kadar çok çalışmamıştı. Tablolarda, en ufak bir şey bile en ince ayrıntısına kadar işlenmişti. Anlamsız hiç bir aksesuar yoktu, her bir aksesuarı, ayrıntıyı, bir şey ile imgeledi, imgeledikçe tabloların içinde kayboldu, düşüncelere daldı. Büyüleyiciydi. Salondaki her bir insan sırayla kayboldu, insanlardan çıkan her bir ses, ortamda çalan klasik müzik, insanların kendi aralarında konuşması, onu çekiştirmesi... her şey soyutlandı yavaş yavaş ortamdan. Sadece o, tablolar ve her bir tablodaki duygu dünyası kalmıştı geriye. Zaman kavramı bile yok oldu tabloları incelerken, vakit ilerledi, insanlar salonu terk etti, yeni insanlar geldi, onlar da terk etti... Salonun en sonundaki tablonun önüne gelmişti. Bu hepsinden daha güzel gibiydi, hepsinden daha gerçek, hepsinden daha yakın... "Ölüm Çizgisi"
8. Gün Saat 10:48
 Bir anda gözlerini açtı. Sonra acı içinde tekrar kapattı, güneş tam gözlerine vuruyordu. Birkaç kez gözlerini açıp kapadı "Cennette miyim?" diye düşündü. Gözleri alıştığında hafif sarıya kaçmış beyaz tavanla göz göze geldi. "Tavan?" hareketsiz şekilde bir kaç saniye bekledi. "Tavan!" ani bir hareketle yatağında doğruldu. "Tavan! Tavan!" Eliyle kolunu, bacağını yokladı. Kendini cimcikledi. Yaşıyordu. Ama nasıl olurdu? Ayağa kalktı ve salona doğru koştu. Bir şeyleri arıyor gibiydi. "Nerdesin? Nerdesin?" Tam salondan çıkacağı sırada  vestiyerin üstünde gördü aradığı şeyi, telefonu. Telefonu aldı, Faruk'u aradı. Çaldı, çaldı, "Alo! Faruk! Oğlum ölmedim lan ben!" "1 saat sonra hastanede buluşalım" kapattı. "Faruk? Lan?!" şaşırmıştı. Hızlıca banyoya gitti. Suyu açtı, ısınmasını beklemeden kendini suyun kollarına bıraktı.
Eksi 2. Gün Saat 11:11
 "Allah'ım bu nasıl bir ağrı?!" Kafasını klavyeye vura vura kendini öldürmek istiyordu. Sanki dünyadaki bütün ağrılar bir araya gelmiş, kafatasının içinde tepiniyordu. Ağrı kesiciler de işlemez olmuştu bünyesine. Ayağa kalktı, Faruk'un yanına doğru gitti. Faruk çalışıyordu. "Faruk" "Efendim Yiğit. Bu tip ne oğlum şeklin şemalin kaymış yine" "Bu başım zıvanadan çıktı benim, kafayı yemek üzereyim artık. Bir doktor tanıyorum demiştin ya versene onun numarasını" "Tamam tamam, ben sana mesaj atarım öğrenip. Patrondan izin al da eve falan git oğlum" "Patron sence anlayışla karşılar mı?" "Haklısın, tamam tamam ben yolluyorum sana az sonra numarayı" "Sağolasın"
1425. Gün Saat 16:59
"Bu salondaki en sevdiğim tablo sanırım" Burak irkildi. Sesin geldiği yöne doğru baktı. "Evet, sanırım benim de" Tekrardan tabloya baktı. "Ölüm haberini alan bir adamın değişimini anlatıyor. Sol taraftaki eski hayatı, başkalarının hayatını yaşadığı hayatı. Kendi olamadığı, keşkelerinde boğulmuş, iç sesi, dış sesinden haylice yüksek çıkan ve daha fazla çalışan, sessiz çığlıklar eşliğinde hayatını sürdüren, mutsuz, huzursuz, yürüyen bir ölü olduğu hali.  Sağ taraftaki hali de, ironik bir şekilde, ölüm haberini aldığı zaman yaşamaya başlayan, keşke dememeye ant içmiş, "yaptığım şeyden istediğim sonucu alamasam bile, en azından keşke demem, en azından denememe pişmanlığı olmaz içimde" diye düşünen hali" Adam konuşmasını bitirdiğinde Burak gözlerini tablodan çevirdi ve adama doğru baktı tekrardan. Etkilenmişti. Adamın yanına bir de kadın gelmişti, el ele tutuşuyorlardı. "Merhaba, ben Burak Berkecanoğlu, siz?"
8. Gün Saat  12:00
"Alo, Faruk, ben geldim nerdesin sen? Doktorun odasına gel" telefon yine kapandı. Yiğit şaşkın bir şekilde telefon ekranına baktı. Doktorun odasına doğru ilerledi. Kapıyı çaldı, "Gel" içeri girdi. Faruk da içerideydi. Şaşkınlığı iyice artmıştı. "Napıyosun oğlum burada?" der gibi baktı Faruk'a. "Oturun Yiğit Bey" "Mer-merhaba Doktor" "Yaşıyosunuz" dedi Doktor, ardından gülümsedi. "Evet, ben de onu soracaktım, yaşıyorum. Bir hata falan mı var, ya da karışıklık?" Doktor güldü. "Karışıklık mı? Kendinizi  benim yerime  koyun. Bir hastanız var, beyninde tümör, ve hastanızın 7 gün ömrü kalmış. Sizce bu durumu bir kere mi kontrol ederdiniz, yoksa ilk kontrolde "Tamam, bu hasta ölecek" mi derdiniz? Ben şahsen birkaç kez kontrol edip emin olurdum" "Yani?" "Yani bir karışıklık yok Yiğit Bey. O tür aptallıklar sadece filmlerde olur" "Peki neden buradayım hala" "Sizce, beyninizde size 7 günlük bir ömür bırakan bir tümör olsa, yani beyninizi o kadar ele geçirmiş olsa, bırakın buraya kadar gelip neden hala hayatta olduğunuzu sormayı, konuşabilir miydiniz? Ya da elinizi kaldırmaya haliniz olur muydu?" "An-anlamıyorum?" "Şahsen biri bana birkaç filme bakarak "7 gün ömrünüz var" dese, ortalığı karıştırırdım, bir hata vardır derdim, bir daha kontrol edelim derdim.  Sizin gibi direk bu durumu kabullenmezdim" "Bir daki..." "Biraz fazla klişe değil mi sizce de "7 gün ömrün var" senaryosu. Daha ilginç olan şey bunu hemen kabullenmeniz. Bu durumu bekliyor gibiydiniz, bu haberi, ölmeyi. Çünkü zaten ölüden farkınız yoktu. Bu vücut size ait değildi. Bir nevi kukla gibiydiniz, başkalarının yönettiği bir hayatı yaşıyordunuz. Öleceğinizi öğrenmek sizin için kötü bir şey değildi, aksine daha iyi bir şeydi. Ölüm haberi size yapmak istediklerinizi yapabilecek cesareti veren şey oldu. İçinizdeki, kış uykusunda olan benliğinizi uyandıran şeydi. İçinizdeki  siz, öylesine uyandı ki, öylesine gösterdi ki kendini, tamamen farklı bir kişi oluverdiniz. Giyiminiz, saç stiliniz, davranışlarınız, mesleğiniz, sevgiliniz... " "Bu-bunları ne-nereden biliyorsun?" "Bunları yapmanız için, içinizdeki sizi ortaya çıkarmak için, size kendiniz olma cesaretini verebilmek için ölmeniz gerekiyordu. Biz de sizi öldürdük" "Dük?" Doktor Faruk'a doğru baktı. Ardından masanın üstündeki ünvanını yazan yazıyı aldı, masanın altından başka bir tanesini çıkardı ve oraya koydu. "Uzman Psikolog Levent Uzunel" "Siz, siz nörolog değil miydiniz?" "Hayır. Ben bir psikoloğum" "İyi ama nasıl olur? Siz-siz nörologsunuz? Hastaneyi aradım, sizi sordum, randevu aldım. Telefonunuzu, telefonuzunu Faruk'tan..." Yiğit duraksadı. "Bunları sen mi ayarladın?" "Faruk beni kız kardeşinden dolayı tanıyor. Kardeşinin psikoloğuydum, güzel başarılı bir tedavimiz oldu. Geçenlerde beni aradı, hayatına ve işine olan nefretini anlattı. Sonra baş ağrını anlattı, biz de bunları ayarladık, kendinin farkına var diye " Yiğit şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırdı. Kafasındaki kelimeler bir araya gelemiyordu. Faruk' a döndü "İyi ama, o kadar ağladın, olmaz dedin, gidemezsin dedin?" "Tiyatromun iyi olduğundan bahsetmiş miydim?" dedi  Faruk, gülerek. "Peki baş ağrım? Kendimi öldüresim geliyor başım ağrıdığı zamanlar!" "Migrenin var, tümörün değil" Bir sessizlik oldu, Yiğit yavaş yavaş puzzle'in parçalarını birleştiriyordu. Gülümsedi, gözleri doldu. Doktora ve Faruk'a baktı "Teşekkür ediyorum, gerçekten" "Bana teşekkür etme, Faruk'a teşekkür et" dedi doktor gülümseyerek. Yiğit  Faruk'a sarıldı. "Dur oğlum beni de öldürceksin şimdi" dedi gülerek Faruk. "Hıı çok komik" dedi Yiğit gülerek ve Faruk'un omzuna yavaşça yumruk attı. Tam o sırada Yiğit'in telefonu çaldı. Arayan Esma'ydı. "Aç hadi" dedi Faruk. "Ne diyeceğim oğlum kıza? O kadar konuşmadım haber vermedim" "Ben konuştum, biliyor her şeyi, merak etme" "Ya oğlum sen varya" "Aç aç hadi"
1425. Gün Saat 15:10
"Ben de Yiğit Erbaş. Hanımefendi de eşim olur, Esma Erbaş. Memnun oldum" Esma da gülümseyerek "Memnun oldum"  dedi. "Siz, siz bu tabloların ressamısınız?" Yiğit gülümsedi, "Evet. Sizinle tanışmak, burada görmek büyük bir şeref Burak Bey. Eserlerinizin, yazılarınızın, eleştirilerinizin büyük hayranıyım" "O şeref bana ait, sizin gibi bir sanatçıyla tanışıp sohbet etmek, herkese nasip olmaz"

SON
Hikaye ile ilgili her türlü eleştirinizi yorum olarak fütursuzca yazarsanız çok güzel olur. Teşekkürler

6 yorum:

  1. aqladım knk :'(( bravo bak bu çok güzel olmuş

    YanıtlaSil
  2. Güzel senaryo olabilecek sürükleyici bir anlatım. Fakat ; kendini bulma , manevi hazza ulaşma çabası ve arayışının Lamborghini ve güzel gözlü kıza bağlanmasında bir tezatlık var gibi. Bunlar maneviden çok maddi hazza yönelik sanki. Ama son tahlilde güzel bir hikaye okuttun.Yüreğine sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben herkesin haz edeceği şekilde yaşarım, ana fikri herkes kendisine göre çıkartır, anlar. Teşekkürler hocam, vaktinizi ayırdığınız için

      Sil
  3. Okurken bir film izler gibi heyecanlandım şaşırdım. Harika bir kendini bulma serüvenini oldukça orjinal şekilde kaleme almışsın.Tebrikler, teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asıl ben teşekkür ederim değerli vaktinizi ayırdığınız için, herhangi bi eleştiriniz öneriniz var mı?

      Sil