5 Nisan 2020 Pazar

Parmak Sancıları 3


Uyuyordum, saat gece 1 gibi uyandım. Rüyamda yine garip gurup şeyler gördüm. Ama burada rüyalarımı yazarak seni sıkmayacağım.

Telefonu elime aldım, bir de ne göreyim, senden gelen bir mail. “Hasiktir” çektim içimden, gözlerimi kapattım, tekrar uyumaya çalıştım. Uyuyamadım. 

Önce instagrama girdim, sonra twittera sonra da facebook’a. En son maili açtım. Geciktirebileceğim kadar geciktirdim. Korkuyorum çünkü.

Korktuğum şey sen misin, yoksa kendim mi, bilmiyorum. İşte, gecenin bir vakti bilgisayarımı açtım ve yine yazıyorum, sana yazıyorum. 

Sana yazan tarafım özyıkımı seven tarafım mı, yoksa seni isteyen tarafım mı, bilmiyorum.

İlk mailde “Kedinin fareyle oynadığı gibi oynayasım var seninle" demişsin. Bu arada Parmak Sancıları 2’yi senin mailin gelmeden önce yazdım. Sanırım bunun farkındasındır. Maili gördüğümde yaprak sarıyordum. Yaprak sarması yaptık. Neyse.

Oynayasım var ifaden yüzünden sana bir hayli sinirlendim. Kendimi oyuncak gibi hissettim. Son oturduğumuz yerde “Normalde hayatıma bir erkeği alıp, bir iki hafta takılıp çıkarırdım. Ama senle bunu yapamadım çünkü sen iyi bir insansın” dedin. İyi bir insan ne demekse.

Ben iyi bir insan değilim. O abazalarsa insan bile değil.

Neyse, ikinci mailin bildirimini görünce bu yüzden çekindim. Benimle oynuyor musun? Belki de. Bunun için seni suçlayabilir miyim? Biraz.

Yazıyı okuduktan sonra Nil İpek’ten Gözleri Aşka Gülen’i açtım. Şu an da hala dinlemekteyim. Şarkının her bir sözünü sana olan hislerim olarak şu an buraya yazabilirim, ama pek verimli bir davranış değil.

Okuduktan sonra acayip bir enerjiyle doldum. Sevinmek diyebilir miyiz buna bilmiyorum, sevinmek ne demek emin değilim. Bir enerji. Ne yapacağımı bilememe hali.

Ubi bunu beğendi, mesajının manasını tam olarak birkaç saat sonra anladım. Sana o cevabı verdikten sonra. O an çok geyik modundaydım o yüzden öyle bir cevap verdim. Sakinleşince anladım ki, Ubi'yi yolladığın bazı fotoğraflarda onun dili de öyle çıkmıştı ve çok tatlı gelmişti bana. Sanırım ona atfen böyle yazdın.

Ama bunu geç anladığımı sana söylemek istemedim o an. Öylece bıraktım. Ubi’yi de özledim. Benim yerime bağrına bas onu, biraz da öp burnundan. Alerjini azdırabilir ama yap bunu.

İçindeki boşluk dolmayacak dedim sana, sense hala o boşluğu doldurmak istediğini söylüyorsun. Hoş, herkes ister bunu. Hayatına istediğin zaman girip istediğin zaman çıkacak birçok insan bulabilirsin. Bulmakta hiç zorlanmazsın. Ama inan bana köpeğinle kuracağın bağ seni uzun vadede daha çok tatmin edecektir.

Ki aslında, istediğin buysa köpek edin diyecektim sana. İstediğin zaman gelsin, istediğin zaman gitsin, patisini versin yuvarlansın. Sonra da gitsin. Ama bir köpeğin var.

Bu isteğini anlıyorum, insanlar sana dokunsun istemiyorsun. Korkuyorsun çeşitli sebeplerden ötürü. Korkmakta haklısın da. Sana dokundukları anda, içini onlara açtığın anda, bir şeylerin kontrolünü kaybediyorsun çünkü. Nereye sürükleneceksin bilmiyorsun.

Ama işte, şu an buradayız. Sen sanırım uyuyorsun, ama uyumadan önce bana kendini açtın. Ben de odamdayım, sana yazıyorum. Zihnimin ve kelimelerimin kadir olduğu kadar istediğimi yazabilecek konumdayım. 

Canını da yakabilirim, bana yazma isteğini kabarta da bilirim. Akışa bırakmak biraz da böyle bir şey. Şu an sen benim akışımdasın, bu yazıyı paylaştıktan sonra da ben senin akışında olacağım.

Benimle oynuyor musun? Ben de mi oynuyorum seninle? İnsan ilişkileri oyun oynamaktan mı ibaret?

Yazıyı okuduktan sonra seni bağrıma sokasım geldi. Yazmaya veya konuşmaya gerek yok. Seni bağrıma sokayım yeter. Normalde birine sarılırken, hafifçe eğilirim, çünkü genelde boyları benden hafif kısa olur. Hafifçe eğilerek onlarla aynı hizaya gelirim. Ama hayır, bu sefer ben dimdik duracağım, ve bana sarılacaksın. Yanağını göğsüme yaslayacaksın ben de elimi başına koyacağım, yanağımı hafifçe başına yaslayacağım.

Şimdi ne istiyorum ben de bilmiyorum. Birçok şey düşündüm. Seni arayasım geldi. Yanına gelesim geldi. Hiçbir şey yapmayasım da geldi. Düşüncelerim ve hislerimle oynuyorsun bunu biliyorum, ama ben de yapıyorum bunu. Kızmıyorum sana. Özlüyorum seni.

Yıl 2020 ve biz resmen mektuplaşıyoruz. 1800’lerde imkansızlıklara rağmen flörtleşmeye çalışan iki insan gibiyiz. Bu biraz romantik biraz da saçma. Camından mendil at gelip alayım, ehehe.

Bağlanmaktan çekinmek doğal bir reaksiyon. Özgürlüğümüz kozmik ölçekte aciz bir şekilde korkunç bir kısıtlılık altında olsa da, bunu göz ardı edip kendi rahat alanımızda özgür olmaya çalışıyoruz. Bu yüzden bağlanmaktan korkuyorsun. Şelaleden atlamak gibi bir şey bu. Yüksekliği bilmiyorsun, düşeceğin yerde kayalıklar var mı bilmiyorsun. Akan su hangi yatakta durulacak onu da bilmiyorsun.

Ama, işte... heyecan katan şey de bu. Sonunu görememek. 

Bunu sana böylece demek istemezdim ama, bana yazmayı istemen de bir bağlılık, benim sana yazmayı istemem de öyle. Bırak kendini demek isterdim ama bıraktığın anda ne olur bilmiyorum. Dedim ya, bilemeyiz.

Bana birçok şey anlattın, kendine dair birçok şeyi açtın. Bu garip mi, pek değil. Benim şaşırmadığım bir şey. Bunu hayatıma giren insanlarda hep yaşadım. Bunu ilk defa sohbet ettiğim bir garsonda, dolmuşcu da da yaşadım. Neden böyle bir aura yayıyorum bilmiyorum, ama sorun değil.

Titriyorum yazarken.

Şu an kafesimde değilsin. Şu an bir kafestesin ama bu benim kafesim değil. Seni kafesime almak istemiyorum zaten, kafesime aldığımda yaralanıyorum. Yaralanmaktan korkuyor muyum? Hayır. Bunu seviyorum. Ama oluşan yaraları şu ana kadar hep kendim sardım. Başka bir yolu da yok zaten. Kimse kimsenin yaralarını saramaz, sarmaya da çalışmamalı. Bu girişim, meseleleri daha karmaşık bir hale getirmekten başka bir halta yaramıyor zira.

Ne istediğimi bilmiyorum, cümlesi bir yalandan ibaret. Bunu ikimiz de kabul etmeliyiz. İstediğimiz şeyler var. Ve istemediğimiz şeyler var. Aradaki uzay boşluğunda ise istenilmeyi veya istenilmemeyi bekleyen onlarca olasılık...

Ne istediğimi bilmiyorum ifadesi, sadece insanı frenlemeye yarıyor. Hoş, frenlemek istiyorsun zaten kendini, ben de öyle. Ama istemiyorum da.

Olasılıklar beni cezbediyor. Sen beni cezbediyorsun. Yüzüne de söyledim bunu, bir şeyler her zaman bitmekte ve yeni bir şeyler her zaman başlamakta. Bitişler ve başlangıçlar iç içe hayatımızda. Bir şeylerin biteceğini, veya bizi bitireceğini düşünerek hareketlerimizi kısıtlama durumu, iman etmekten farksız geliyor bana. İman etmeyi sevmiyorum. Ama yine de, sana iman ediyorum. Sana dua ediyorum. Yazmak, işte, dua etmek.

Bir şeyler hep bitiyor. Biteceğini düşüne düşüne bir şeylerden kendini alıkoymak, yalnızca insanın yaptığı bir şey olsa gerek. En iyi ihtimalle öleceğiz, ikimiz de. Evet, bu en iyi ihtimal. Veya birbirimizin içinde eriyerek birbirimizi öldüreceğiz. Bu hep böyle olmuş.

Ben de sana yazmak istiyorum, her gün. Ama belki de yazmadığım için bu aralar düşünüyorsun beni. Belki de yokluktasın. Kendini oyalayamıyorsun, avlanamıyorsun. Hoş, avlanmak pek kolay artık. Bir storyine bakar.

Ama bunu yapmıyorsun. Mu acaba?

Arabana son yürüyüşümüzde Korra’yı görmek istedin. Salak gibi miyavladım falan camın önünde. Halbuki çıkıp gösterebilirdim. Sonradan aklıma geldi bu. Ama o an çok sağlıklı düşünemiyordum.

Korra iyi ama. Keyfi yerinde. Korkunç bir kızgınlık dönemi geçirdik beraber. Koridora çıkanın önünde domalıyordu hayvancağız, ve bu beni bayağı üzdü. Onu o halde görmek. Yüzüne KİMSE SİKMEYECEK SENİ ANLA BUNU ARTIK diye bağırdım, ona rağmen aynı şeyi yapmaya devam etmesi beni paramparça etti.

Benim çabalarım da böyledir belki, kovalamalarım. Aynaya baktığımda kendime bunu söylüyorum bazen KİMSE BAĞRINA BASMAYACAK SENİ ANLA BUNU ARTIK diye.

Ya da beni bağrına basmayacakları buluyorum hep. İstediğim bu mu sence? Bağra basılma arzusuyla birilerini kovalamak ama nihayetinde basılmamak. Yenilmeye doyamayan bir güreşçi miyim ben? Güreşirken hayatım sönüp gidecek. Kaslarımı hareket ettiremez hale geleceğim.

Ya o haldeyken biri bulursa beni? Ya o haldeyken bulursan beni?

Çok şükür bugün de yenildik.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder