12 Nisan 2016 Salı

En Çok Menekşeler

Çiçeklerin düşleri üşüyor yokluğunda. Kaldırım aralarında hayat bulan karahindibağlar, eziliyor bir yüksek topukluyla. 

Maskelerini kuşanmış insanlar görüyorum, içleri mezarlık. Satır aralarında anlam aramayı bırakmış, somutluğa sarılmışlar sıkıca. Aptallar ordusunun demirbaşları bir ritim tutturmuş, sokakları arşınlıyor.
-Ruhum üşüyor çiçeklere baktıkça. 

Uğultuların bunaltıcı sabahına uyanmışım gibi bir şehir. Grilerin sonsuz tonuna boyanmışız, birbirimize bulanmışız bir tabloda.
Apartmanlar ve yüksek katlı saçmalıklar arasında bir yıldıza ilişiyor gözüm. Işığını yitirmiş, siyah olmaya hazırlanıyor. İç kararmamızda binlerce yıldız söndürüyoruz her gün, bu yüzden kayıp gidecek; bir dileği sahiplenecek yıldızlar tükeniyor yavaşça.
-Ruhum üşüyor yıldızsızlığa baktıkça.
 Ki ben yıldız tozlarından bir merhem buluyorum yaralarıma.

Sonra nedensiz bir sokağa dağıtıyorum kendimi.
Bağırmanın ve devrimin, isyanın ve aşkın mümkün olduğu bir sokağa.
Dünyayı kusuyorum taşın sabrına.

-İşte şimdi, tam da dokunabilmek mümkünken gün doğumuna, kuşlar söylesin seni. Avuç içlerine bir dünya gömen kadın büyütsün sevgini. Sokaklar sesine ses versin tabanından, tavanına.

-İşte şimdi, tam da dokunabilmek mümkünken gün batımına, haşimler söylesin seni. Serin sularda çağlasın sesin; dibinden, yokuşuna.

-İşte şimdi, tam da dokunabilmek mümkünken yüzünün kıvrımlarına, sessizliğim söylesin seni. İç çekişlerimde bir yol bulsun acılar kendine; ucundan, bucağına. 

İçimin kentlerinde bir yıkım başlatıyorum. Bir ateşin fitilini tutuşturuyorum, kokusuz yangınlar yayılıyor menekşeden elleri olan kadında. 

Biz, her şeyin mümkün olduğu imkansızlar ülkesinin biricik yalnızları. Biz, bahaneler duvarının gözü yaşlı mağdurları.
Ama yine de en çok menekşeler özlemiş koklanmayı, yokluğunda.

Sen gel, aydınlığa bula tüm zamanları. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder